Bıktık, usandık artık arkadaş! Şu, görevdeyken lider aşkı sergileyen, sergilerken de ülkücülüğü kimseye bırakmayan ülkücülerden. Ülkücülüğü tanımlamalarından, raconlarından, havalarından bıktık.

Ülkücülük, sadece reiscilik, ülkücülük, sadece lidercilik değildir arkadaşlar.

Ülkücülük, İnsanın ömrünün sonuna kadar taşıyacağı bir sorumluluk, ömrün sonuna kadar taşıyacağı bir şereftir.

Başkanlık bir bayrak yarışıdır, eskilere kin kusma yarışı değil.
Onurla alınır, onurla devredilir.
Ülkücü, görevdeyken reis, görevden sonra kum torbası değildir.
Adınız sanınız makamınız ne olursa olsun
Ülkü Ocakları sizin olabilir, ama ÜLKÜCÜLÜK sizin değildir.

Reismişsiniz eyvallah!
Bizde reislik yapana reis, bekçilik yapana bekçi denir.
Ülkücülükte görev verende, görev yapanda, dövende, atanda tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyadır.

Ülkücüyseniz başkansanız, reisseniz bizden önce siz atılacaksın meydana. Yedirmeyeceksiniz ülküdaşlarınızı kendi kelleni verecek, ama ülküdaşlarının kellesini vermeyeceksiniz. Ülkücülüğü siyasete kurban etmeyeceksiniz

Suat başkanlar, Atila başkanlar… Yapmadı bunları.

Birçok ülkücünün, bugün uğradıkları hakaret ve haksızlıklara seyirci kalması, hatta içten içten sevinmeleri bundan. Ali Güngör'ler, Ozan Arif'ler unutulmadı.

Bir ocak başkanı birçok şeyden dolayı görevden alınabilir, ama Çamlıyayla'da olduğu gibi Nutuk dağıttı diye alınamaz mesela.
Lider karşıtı diye de, muhalif diye de alınmaz, alınamaz.
Göz dolduran içinde, göze batan içinde durum budur. Partiler ve ocaklar kimsenin babasının çiftliği değil.
Bir ülkücünün nasıl ve neden görevden alınacağı, nasıl ve neden atılacağı bellidir.
Bir ülkücü vatana kurban edilebilir, ama Atatürk ve cumhuriyet düşmanlarına, siyasetçilere, düzen ve dümencilere kurban edilmez, edilemez.

Ocakların siyasallaştığı yerde idealler zarar görür.
Siyaset ocakların değil, partinin işidir. Seçimle gelen seçimle gider.
Liderlerin pekala bir değil, iki değil, üç değil, on rakibi bile olabilir.
Partideki yarış siyaset yarışıdır. Ülkücülük yarışı değil.
Bunu buradan çıkarıp davanın var ya da yok olmasına bağlarsanız siz, ya ülkücülüğü bilmiyor, ya da bilseniz de açık açık çiğniyorsunuz demektir.

Bu işi ben onlardan daha iyi yapabilirim diyen her ülkücünün buna hakkı vardır.
Ve bunu diyen hiçbir ülkücü hain değildir.
Biraz insaf, biraz yavaş. Ömürlerini vakfetmiş insanlar taş atar gibi atılmaz.
Ülkücülük ve ülkücüler bu kadar çirkinleşmemeli.
Eleştirirseniz hareketi güçlendirir, hakaret ederseniz yok edersiniz.

Falan ya da filan yerin ocak başkanı olmanız, falan ya da filan yerin reisi olmanız size bu hakkı vermez. Verirse hiç şüpheniz olmasın yarın sizde aynı akıbete uğrayacaksınız demektir.

Hareketin en çok vefasızlık yapan ve en çok vefasızlığa uğrayan kesimi başkanlardır.

Senelerdir başkanların başkanlara yedirtildiği bir sistemle karşı karşıyayız.

İmamoğlu'nu, Önkuzu'yu, Özmen'i sevmeyen var mı? Peki! Ya Selçuk'u? Mustafa'yı? Halil'i? Ülkücünün ülkücüyü sevmesi için ille ölmesi, ille idam edilmesi mi gerekiyor.

Yahu millet sevmenizden geçti, ülkücü olduklarına olacaklarına pişman etmeyin yeter.

Dövdüğünüz, anasına avradına sövdüğünüz ülkücü! Taş değil.
Düşünün sevgili gençler! Düşünmek o kadar zor değil. Bir ülkücü kaç yılda yetişir?
Bir hareket kendi başkanlarını niye atar? Niye döver? Niye dövdürtür? Bir düşünün!
Ülkücülüğün, ülkücülerin dövülmesinden atılmasından ne gibi bir yararı olabilir?

Yetmedi mi?
Bu namussuz,bu onursuz siyasete daha kaç ülkücü kurban edeceğiz?

Dün yarattıkları ülküdaşlıkla dost düşman herkesi kendilerine hayran bırakan hareket, bugün kendi çocuklarını yiyor.
İsim aynı isim, ocak aynı ocak, sistem aynı sistem ama sonuç farklı.
Çünkü bu yapı dün idealleri beslerken, bugün gücü elinde bulunduran bir avuç zümreyi besliyor.

Aslında adınıza asker dense sorun yokta, başkan deyince olmuyor işte.
Ülkü ocaklarında görev alanlar umarım bir gün asker değil, ülkücü olduklarını hatırlarlar.
Ülkü ocaklarında sistem herkesin bildiği ama hiç kimsenin konuşmadığı bir tabu.
Eskilerin hepsi hain, hale hazırda görevde olanlar ülkücülüğün şahı mesela.

Biri yeni, taze güç, diğeri posa.
Böyle bir dünya yok, ama var işte!
Taş değiliz, aklı olan insan oturur düşünür arkadaş.

Misyonumuz ne? Biz kimiz? Neye hizmet ediyoruz? Ülkücülük, ülküdaşlık ne?

Eskiden başkan değişimi demek bayrak değişimiydi. Şimdi başkan değişimi demek resmen düşman değişimi. Gelen başkan, giden başkanı, giden başkan gelen başkanı sevmiyor. Neden? Çünkü artık ülkücülük yok, rant var. Ortalık en üstten en alta, genel merkezden taşraya kadar birbirine çelme takan reislerle dolu. İşin garibi artık kimse bu işten rahatsız bile değil.

Ülkücünün ülkücüye karşı olduğu, genel başkanların bile dövülüp kovulduğu, eski ve yeni başkanların düşmanlıklarının ayyuka çıktığı bu arızalı sistemi daha ne kadar görmezden geleceğiz?

Yarın bugünkülerinde aynı akıbeti yaşayacaklarını bile bile bu saçmalığa da ha ne kadar seyirci kalacağız?

Öncekileri kötüleyerek ancak çeteler yol alır.
Dövecek sövecek atacak ülkücü kalmayınca ne yapacaksınız acaba?
Şehitler, gaziler, destanlar yeniye değil ki, hep eskiye ait
Hala dövdüğünüz, attığınız adamların efsaneleriyle saltanat sürüyorsunuz!
''Bu da bizim efsanemiz, bu da bizim destanımız'' diyebileceğiniz bir şey var mı ortada?
Mesela biz, her türlü yolsuzluğa, her türlü hırsızlığa karşı çıktık. Siz çıkabiliyor musunuz?
Mesela biz, bütün esir Türklere hürriyet dedik. Siz diyebiliyor musunuz?

MESELA BİZ, ÜLKÜDAŞLARIMIZI CANIMIZDAN ÇOK SEVDİK. SİZ SEVEBİYOR MUSUNUZ?

HASAN GÖMLEKSİZ 30/ Eylül / 2021