Tahtaların üstünde yavaş yavaş adım atarak pencerenin yanına gitti.  Gördüğü tek şey bir meşalenin ışığıydı. Ve ışık yavaş yavaş eve yaklaşıyordu.

​Titreyen lambanın ışığı sadece masanın ortasındaki patates tabağına ışık verebiliyordu. İkindi vaktinden bari devam eden rüzgar yüzünden kapanan camlar odayı daha da havasız hale getiriyordu.

Ahmet Sabri tahta çatalını patatese sapladı. Bugün kasabaya gitmişti. İçerden ve dışardan gelen haberler kötüydü. Filistin'de ölen kasabanın gençlerin isimleri gelmişti. Ahmet Sabri 'nin köyünden giden gençlerin bütününe yakını şehit düşmüştü. 

Bu habere üzülecekken onu tedirgin eden bir haber daha duymuştu; Eşkiya Çapan köyünü basmış, sadıcı Muammer Halil'i dağa kaldırmıştı. 

Eşkiya gün geçtikce daha da arsızlaşıyordu. Ahmet Sabri bunları düşünürken karşısında titreyen elleriyle çay koymaya çalışan kaynanası Nerimanı farketti. Karısını almak için kapısına gittiği zamanki o sert inatçı Çerkes kadını yerine kendi gölgesinden bile korkan tiksinç yüzlü yaşlı bir mahluk vardı karşısında. 

-Anne eline sağlık, patatesleri tam kıvamında pişirmişsin.
-Afiyet olsun evladım. 

Can çıkar huy çıkmaz lafı en çok kaynanasına uygundur herhalde, Hayatının son anlarında olmasına rağmen konuşmasında hala karşı tarafı aşağılayan ton kaybolmamıştı.
Patatesi çatalla bölüp ağzına attı. Yanındaki sandalyede oturan karısı Şaziye tabağındaki patatesi beşe, altıya bölmüştü, ama hiçbirini ağzına atmamıştı. Onu ilk tanıdığındaki o tombul yanakları erimiş, içine çökmüştü. Sanki bin yıldır kirli kuyuya bakan soluk ve bıkkın gözleri vardı. Halbuki ona vurulduğu zaman gözleri bahar müjdeleyen çicekler gibiydi.
Şaziye başını usulca ona çevirdi. 

-Sobaya atacak odun kalmadı, yarın odun getir.
-Ne demek odun bitti? Ya ben bu eve odun yetiştiremiyorum!
-Ben napıyım? Ben napıyım? Bitiyor işte mübarek! 

-Ben yemekten sonra dışarı çıkacam,gelirken odun getiririm.
Bunu Mehmet söyledi, Yozgatlı Mehmet.
Geliboluda harp bitince köyüne dönmek için yola koyulmuştu. Ancak yolda eşkiya tarafından tartaklanmış, komutanından aldığı madalyası ve botları alınıp yolun kenarına atılmıştı. Ahmet Sabri onu köyde avare avare dolaşırken bulmuş, acımış ve evinde bir köşe vermişti. 

Mehmet çok konuşmazdı. Sabah erken kalkar, bağ bahçe işleri yapar, öğle ezanından sonra camiye gider ve oradaki işleri hallederdi. Eve geldiğinde ahırdan bozma odasına girer, yemek vakti gelinceye kadar odadan çıkmaz, yemekten sonra ise dışarı çıkar gece gündüze dönene kadar gelmezdi. 

Ahmet Sabri bu garip gezintiye anlam verememişti. Ama sonra da önemsemedi, sonuçta kimseye zararı yoktu Mehmetin, o da harbin her gazisi gibi yersiz, yurtsuzdu. 

-Sağol Mehmet kardeşim
-Ne demek Ahmet Sabri bey, o kadar ekmeğinizi yiyorum.
-Estafrullah olur mu öyle laf ! Tanrı misafirisiniz siz. 

Ahmet Sabri lafını bitirmeden aşağıdan tabanca sesi duydu. Sonra arkasından bir feryat. Mehmet ayağa kalktı.
-Hüseyin bu! Birileri Hüseyinlerin evine girmiş!! 

Hüseyin aşağıdaki evde oturan ailenin çocuğuydu. Ve galiba artık ölü bir çocuktu. Ahmet Sabri kendi kızı Fatma'ya baktı, ağlıyordu. 

-Baba ne oluyor ?
-Anlayacağız 

Sofradan kalktı. Endişeliydi. Acaba korktuğu başına mı gelecekti? Günlerdir köy köy gezen eşkiya bu gece bu köyü mü basmıştı? Tahtaların üstünde yavaş yavaş adım atarak pencerenin yanına gitti. Gördüğü tek şey bir meşalenin ışığıydı. Ve ışık yavaş yavaş eve yaklaşıyordu.
Arkasını döndü. 

-Sakin olun.
Halbuki tam tersi! Endişe etmeleri lazım, gelen şey geçtiği şeyi öğütüyor. Belli ki onlar da öğütülecekler. Masaya döndü. 

-Gelen ne ise geliyor. -Ne yapacaz?
-Bir yolunu bulup onunla mücadele edeceğiz. 

Nasıl yapacağını bilmiyordu ancak edecekti. İşte tam o an ne olduysa oldu. Kapı kırıldı. Mehmet masadaki çömlek sürahiyi kapıdan gelene atmaya kalktı, ancak sandalyeye yığıldı. Ahmet Sabri ise kapıdan gelenin üzerine yürüdü. Kısa boğuşmadan sonra yere gübre çuvalı gibi yığıldı. Geriye Neriman, Şaziye ve küçük kız kalmıştı. Telaşla sağa sola kaçışmaya çalıştılar. Ancak teker teker vurulup yere yığıldı. 

Kapıdan gelen adam hiç bir yere bakınmadan masadaki patates tabağını aldı. Ve orayı terketti. Geriye sadece kan ve soğuk bedenler kalmıştı....