Rivayet o dur ki, zamanın birinde ücra bir dağ köyünde yaşayan ermiş bir adamın iki erkek torunu varmış. Bu iki kardeş, ermiş olan dedelerinden küçük yaşlarından beri dini terbiye ve tasavvuf bilgileri alarak büyümüşler ve genç yaşta kemâle ermişler. Köylerinde parmakla gösterilen birer muttaki Müslüman olarak yaşamaya başlamışlar.  Fakat, evlilik, çoluk-çocuk derken dededen kalma el kadar arazi geçimlerine yetmez olunca kardeşlerden birisi rızkını başka yerde aramak üzere ailesini alıp şehre göçmüş.

Şehre göçen kardeş küçük bir dükkân açıp ayakkabı tamirciliği yaparak ailesinin nafakasını kazanmaya başlamış. Köydeki kardeş ise babadan dededen kalan beş-on koyunluk sürünün peşinde çobanlığa devam edermiş. Her iki kardeş de dini vecibelerini büyük bir huşu içinde yerine getirir, her ne olursa olsun aksatmazlarmış. Hatta farzların haricinde vacip ve nafile ibadetleri de yaparak dervişane bir ömür sürerlermiş. 

Zaman böyle akıp geçerken köydeki kardeş, şehre göçeni bir yaz günü ziyaret etmeye karar vermiş. Şehre giderken de kardeşinin çok sevdiği ve çocukluklarında sıcak yaz günlerinde güneş almayan vadilerde donup sertleşen karları pekmez ile karıştırıp yedikleri kar helvasından götürmeyi düşünmüş.

Sabah erkenden vadide güneş görmediği için sertleşmiş kardan taşıyabileceği kadar parça keserek bir çuvala doldurup sırtına almış. Dağlardan aşağı doğru yürüdükçe yükselen ve etrafı ısıtmaya başlayan güneşi görünce sırtındaki kar parçalarını kardeşine ulaştırmadan eriyip akacağı korkusuyla Allah'a yakarmaya başlamış. Güneş iyice yükselip etrafı kızdırdığı halde, adamın taşıdığı kar dolu çuvaldan hiçbir erime emaresi görülmemiş ve duasını kabul eden Allah'a hamd ederek kardeşinin dükkânına ulaşmayı başarmış.

Kardeşi, mutevazı tamirci dükkânında eski bir çarığın patlayan dikişlerini tamir diyormuş. Hasretle sarılıp hoş-beş ettikten sonra, "Sana çocukken çok sevdiğimiz ve her yaz yediğimiz kar helvasından yapmak için kar getirdim" demiş. Tamirci kardeş çok sevinmiş ve "Çok iyi etmişsin kardeşim, akşam evde pekmez ile yeriz" deyip içi kar dolu çuvalı duvardaki bir çiviye asmış.

Çoban kardeş, normalde bu sıcak havada çoktan eriyerek suya dönüşmesi gereken karı, Allah'a ettiği dualar sayesinde vadiden kestiği şekilde hiç erime belirtisi görülmeden hatta çuvalda bir nemlenme bile olmadan getirdiği için içten içe gururlanmış.

Birbirlerini çok özlemiş olan kardeşler anılarını tazelerken söz dönüp dolaşıp ibadete gelmiş."Ee…" demiş çoban. "Anlat bakalım kardeşim, şehirde eski ayakkabılar ve bir sürü insanla uğraşırken ibadet etmek zor olmuyor mu? Ben köyde, ıssız dağlarda koyunları otlatırken istediğim gibi ibadet edip, zikirler çekiyorum; bağıra bağıra ilahiler söylüyorum.Vadilerde, tepelerde Allahu Ekber diye naralar atıyorum, sesim yankılanıyor; dereler, tepeler Allahu Ekber diyerek bana cevap veriyor. Tam derviş hayatı yaşıyorum. Bence köyden şehre gelerek hiç iyi etmedin".

Tamirci kardeş derin bir iç çekmiş ama kardeşinin bu sözlerine cevap vermeyip elindeki işe devam etmiş.

Bu sırada dükkânın kapısından içeriye bir kadın başını uzatmış ve "Efendi, ayakkabımın topuğu kaldırıma takılıp kırıldı. Şuracıkta beklesem hemen çiviler misin?" diye sormuş. Tamirci, başını hiç kaldırmadan, "Hanım efendi ayakkabını çıkarıp şu tezgâhın üzerine koy; hemen bakayım" demiş. Kadın topuğu kırık olan ayakkabıyı ayağından çıkartırken, çoban olan kardeşin gözü kadının çıplak olan ayağına kaymış.Çobanın gözünün kadının ayağına kaymasıyla beraber, duvarda asılı olan çuvaldaki karlar yavaş yavaş eriyip yere damlamaya başlamış. Tamirci, ayakkabıyı hızlıca tamir edip yine kadına bakmadan, "Hanım buyur ayakkabını, ücret istemez; güle güle giy" demiş.

Bu arada çuvaldan akan damlalar yerde birikinti oluşturmaya başlamış ve çoban kardeş, yaptığı yanlış davranış sebebiyle Allah'a ettiği duaların geri dönmesine ve kardeşine hediye olarak getirdiği karın eriyip yok olmasına çok üzülüp utanmış. Kardeşinin bu müşkül durumunu görüp üzülen tamirci, "Kardeşim, köyde, dağda-bayırda, derede-tepede, öyle kimsenin olmadığı yerde zikir çekip dervişlik etmek çok kolay, zor olan aynı dervişliği şehirde yapabilmektir" demiş.

Evet, Netflix diyorum…

Sayın Cumhurbaşkanımız, sosyal medyayı kapatacaklarını söylerken Netflix ismini de zikretti.

Sayın Cumhurbaşkanının konuşma metnini kim hazırladı bilmiyorum ama o kişinin Netflix hakkında öğrenmesi gereken iki şey var. Birincisi, Netflix sosyal medya değil.  İkincisi, Netflix öyle Twitter, Facebook vs gibi herkese açık bir iletişim ağı değil ücretli bir dizi ve film izleme platformu. Yani öyle her isteyen takma bir ad kullanarak bir arkadaşa bakıp, iki küfür sallayıp çıkamıyor. Çünkü trollük yapma yeri hiç değil. Bildiğin paralı ve şifreli televizyon kanalı; yani önce parayı bastırıp üye oluyorsun sonra adam gibi oturup meşrebine göre film, dizi, belgesel izliyorsun. Senden başkası giremiyor. 

Ücretli ve şifreli bir film seyretme platformu olan Netflix'in kapatılması için gerekçe, İslam örf ve adabına uymayan film ve dizilerin de yayınlanıyor ve sansür uygulanmıyor oluşu ise yukarıda yazdığım hikâyeyi bir kere daha okumak lazım. 

Dağda, bayırda, derede, tepede velhasıl kimsenin olmadığı yerde zikir çekip dervişlik etmek kolay, zor olan aynı dervişliği şehirde de yapabilmektir.

Yasakçı arkadaşlardan cesareti olan varsa çuvalları duvara asıp dervişliğimizi yarıştıralım…


6 Temmuz 2020