Eskiden, ben küçükken, büyüyünce ülkü devi olmak istiyordum.

Ama olmadım, veya olamadım.

Şartlar ve kişiliğim uygun değildi.

Mesela yaşım gereği, gerekirse kendime kalkan, gerekirse vitrin gibi kullanabileceğim bir 12 Eylül öncesi mücadelesi sunamadım hiç özgeçmişimde.

Dolayısıyla tüketebileceğim bir sermayem de olmadı hiç.
Her türlü haltı yiyip, ülkücü ölçüden uzak kişisel menfaat için verdiğim kararlarımdan kaçabileceğim dokunulmazlığım olmadı.

Şimdi Başbuğ'umun vefaatinde olduğum yaşta olan çocuklara anlatabileceğim hikayelerim yok. O zamanlar 'Görev' alamayacak kadar gençtim, daha doğrusu tam görev alabilecek yaşa gelmiştim ki; birden her şey değişti.

O dönemler abilerimizden fırsatımız olmadı,
Ama ilginçtir ki, hala aynı abilerimizden fırsatımız olmuyor.,

Öyle bir ruh halindeyim ki, İngiltere Veliahtı Prens Charles'la empati kurabiliyorum.
Kendine fırsat gelmeden oğlu tahta daha uygun olan yaşa geldi…
Böyle bir durum işte.

Aslında talihsizlik sadece yaşımla alakadar da değil.
Dedim ya; kişiliğim de müsait değil.

Çünkü bakıyorum, yukarıda bahsettiğim abilerimizin neslinden benim gibi doğruya doğru yanlışa yanlış diyenlerde bir türlü 'ülkü devi(!)' olamamışlar.

En az diğerleri kadar fedakarlık yapanlar var aralarında, hatta bir çoğu daha fazla. Ama sıkıntı pazarlamada!...

Çünkü devir öyle;
Öyle iyilik yap denize at devri bitti!

Fedakarlık yapıp susmayacaksın.
Racon kesmesini bileceksin.
Hatta bu racon kesme sanatı doğruyu, yanlışı, haramı, helali ayırt edebilmekten çok daha önemli.

Racon kesmeden ülkü devi olunmuyor!
Öyle belli değerlere inanmak,
inandığını yaşamak…
Komünistlerin herkesin eşit olduğuna inandıkları masalı kadar boş!

Yani 19 sene boyunca bir fikre hizmet etmekle mükellef olan bir partiyi yerle bir eden zihniyetin yanında durmuşsun.
Sadece yanında durmakla da kalmamışsın,
bu zihniyetin gücünü aldığı sistemin mimarlarındansın,
onunla beraber ona karşı olan herkese karşı elinden geleni geri koymamışsın,

iftira denen aşağılık yönteme baş vurmaktan geri kalmamışsın…

Ve ne hikmetse birden gökten vahi inmiş sana zulme karşı dik durmanı andıran!
Büyüksün!
Ülkü devisin.

Onun için başkalarından hatalarını anladıktan sonra sergilemeleri beklenen tevazuyu kimsenin senden bekleme hakkı yok.
Onun için kimse sana 'Hele şu son 19 seneyi bir açıkla bakalım' diyemez.

Dese bile kolayı var;
Feraset dersin;
'her doğru her zaman her yer de söylenmez, zamanı anca geldi' dersin…

Yani aslında minareyi çalana kılıf bol da…
Ama bu tabi sıradan vatandaşlar için geçerli;
Sen ülkü devisin;
Vardır bir bildiğin.

'Gosgoca Reis'in yalan söyleyecek hali yok ya!...'

İşte böyle tiplerden 'ülkü devi(!)!' oluyor.
Düşündüğünü söyleyen,
doğruyu da yanlışı da hesapla, kitapla değil, inandığından yapan,
yani inandığı için haklı çıkan, inandığı için yanılanlardan ülkü devi olmaz.

Aslında bu tipleri kimse istemez ve sevmez.
Çünkü insanın düşündüğünü söyleyebilmesi için evvela düşünmesi gerekir.
Oysa 'ülkü devlerine(!)' lazım olan tipler düşünmeyenlerdir.
'Ben bilmem reisim bilir' diyenler.
Reislerin lafını sormadan, sorgulamadan papağan gibi tekrarlayanlardır reise ihtiyaç duyduğu zemini hazırlayan.

Düşünenleri kimse sevmez.

Yani uzun lafın kısası;
Zordur 'ülkü devi(!)' olmak.
Herkes yapamaz.
Ama bir kere de olursan var ya…

İstediğini yaparsın,
İstersen muhalif olursun,
istersen düne kadar sövdüğünün afişi altına konsere gidersin.
Kimse de karışmaz.

İşte böylece büyüyünce, niyetlendiğim gibi, 'ülkü devi(!)' olmadım, veya olamadım…
Veya ben ne bileyim, belki de hiç büyümedim.
Hala içimde o efsanelere kanmak isteyen bir çocuk var galiba...
Onun için Allah biliyor, 'ülkü devlerindense(!)' dev yürekli ülkücüler hep daha samimi geldi bana.

9. köyden kovulan değil,
'Yalancılarla aynı köye yaşamam, alın köyünüzü başınıza çalın' diyerek başını alıp gidenler.

Bir rivayete göre zaten eskiden onlara ülkü devi denirmiş.

Ne güzel zamanmış be eskiden!