Elli dördüncü baharımı görmeye gittim, doğduğum topraklara. Yanımda kardeşlerim anam ve manevi kardeşliğe seçtiğim arkadaşlarımla birlikte. Çocukluğumun ilk yıllarında suyun şarkısını dinlediğim topraklar her daim çeker beni. Düşlerimde tam bu derenin kıyısındaki küçük bahçeye eski köy evlerinin aynısını yapıp, yaşlılığımda derenin akışındaki melodileri dinleyerek o son günü beklemek var.

Hem bir nazire olacak düşümün gerçekleşmesi,çoğu akrabam olan köy sakinlerinin yaptığı yeni betondan gecekondumsu evlerine gece gündüz ne kadar çirkin olduklarını söyleyecek. Kurum satacak 'bak dinle, gör!' diyecek;'İnce bir estetiğe sahiptin, yaşam görgün vardı eskiden. Evinin her noktasını kullanıyordun, Şimdi kötü çarpık odacıklara mahkûmsun. Oysa beni geliştirebilir, daha iyi ve keyifli yaşayabilirdin. Şimdi kötü şehirlerin berbat arka sokaklarının yapısını buraya taşıdın. Dış kapı eşiğinden diğer kardeşlerine nev'e ile el sallayamıyorsun, meydanda toplaşıp söyleşemiyorsun… '

Taştan örülmüş birinci katı elbette ahır yapmayacağım ikinci katı ahşap hartama (ahşap iskelet içine çaprazlama yerleştirilmiş tahta çatı ve duvar imalatında kullanılır.) arasına taş toprak katılarak örülmüş duvarlardan yapacağım. Dereden ödünç aldığım taşlar ışığı yansıtacak. Odalarımı içerden tahtalarla, eski usul kaplayacağım. Odalarında duvara gizlenmiş hamamlıkları olacak. Boydan boya evin yarısını kaplayangünlük yaşam alanını taş zemin yaparım belki, artık toprak olmaz ama o koca ocaklık- şömine değil- yaykın (kızılağaç) kütüklerinin çıtırdaması ile yanacak, ateşi yarım ay çevreleyerek oturup ev halkımla muhabbet edeceğim. sac ayak demiri üzerine oturttuğum kazanda mısır- armut haşlayacağım, duvarlara koyduğum terek raflarına ovulmuş bakır tencerelerimi sıralayacağım. Yarı kapalı tavan arasına kışlık erzakımı, yedeklerimi koyacağım. Ekşi ayranım olacak, bahçelerde çalışan Bahri emicemle yengeme serinlesin diye götüreceğim. İmatlı kızı yengem son yudumu içince gözlerini kısılı bırakan kocaman gülümsemesiyle ohh çok şükür! diyecek…

O kadar çok anlattım ki bu suyu, bir an evvel görmek- göstermek istiyorum. Köye sapan yola girdim, hemen derenin üzerindeki genişçe köprüye park ettim camları açtım, ses yok… Yooo! Yorgunum ama konuşulanları duyuyorum. Suyun sesi yok, su gitmiş! Düşlerimdeki her şey çekilmiş, kenar korkuluklardan sarkıyorum, biraz biraz ıslak alanlar var. Kırgınca yürüyoruz, nemli taşlara geniş dere yatağına bakıyoruz. Taşlar, çakıllar orada. Eski zamanlarda kuzenlerimin ve diğer köy çocuklarının çığlık çığlığa neşe ile suya atladığı göllenmiş alanlar boşalmış. En son gelişimde şubat sonlarındaydı sanırım, beyaz ve siyah leylekler, denizden içerilere doğru süzülen martılar balık, kertenkele, yılan avlıyor, sığırcıklar uçuşuyordu, yok olmuş… Su yılanları vardı, incecik ve uzun, suyun yüzeyinde yüzerek karşıya geçerler pulları suya su pullarına yansır ışık dans ederdi.Yapışık bir yosuna hapsolmuş hafif ıslak taşların arasında eski duru çakılları pırıltılı kumları hatırlamaya çalışarak suyun eski halini anlatıyorum. Sanki kendisi dahil diğer herkesi yalanına inandırmaya çalışan biri gibi hissederek…

Biraz bahçe aralarında dolaşıyoruz. Yukarı bahçeden alt bahçelere bir elik keçi (aslında dağ ceylanı) zıplıyor. O bile neşemi geri getiremiyor. Tam bu mevsimde fındık ve meyve ağaçlarının altında bir yabani çilek tarlası olurdu, yapraklarını kaldırıp yakutumsu meyveleri toplardık, öyle çok çiçek olurdu ki renk ahenk ortalığı kaplardı… Buradaydılar!

Karadeniz denize dik inen küçüklü büyüklü akarsularla doluydu. Fındık çay bahçelerinden minik pınarlar akardı, bizimkiler bu sulara obuz derlerdi. Suları temiz olur, içmek için tereddüt edilmezdi. Ana suya uzaksalar eğer yol boyunca başka sularla birleşir mini çağlayanlar oluştururlardı. Sonraki günlerde kat ettiğim400 kilometrelik sahil hattına inen onlarca kurutulmuş akarsu havzası gördüm. Benim pınarlarımın başına gelen süreç onların da felaketi olmuş. Yaşam kaynağı kurumuş alanlar halindeler. Koşar adım çölleşeceksin Karadeniz. İnanmıyor musun? Bekle de gör! Zira kaybetmeden öğrenemiyorsun.

Nasıl da vahşice set vurdular bu sulara, 9,16 megavatlık bir HES yapılanması kuruldu Çanakçı deresi üzerine. Üretimi Türkiye enerji üretiminin on binde birine yakın. Toplamda 7673 kişinin günlük elektrik tüketimi kadar bir üretim yapıyor. Yani ülke nüfusunun yüz binde 1'inin ihtiyacını üretebiliyor. Sadece 60 kişi için istihdam olanağı sağlıyor. Alım garantili yatırım olduğu için, yatırımcı 15 milyon dolarlık yatırımını üç yılda amorti edip 49 yılın 46'sında paracıklarını sayıyor. Yine bu yatırımları yapanların kiralama süreci sonunda öncelikli kiralama hakkı bulunuyor.

Ve bölgede 27 kilometrelik su havzasının yaşamı kuruyor, canı kanı çekiliyor. Anıların kuruması çok önemli değildir belki fakat

  • İnşaat faaliyetinde taşa ihtiyaç vardı ocak açıldı ve çalıştırıldı, akarsu havzasındaki taşlar toplandı, orman varlığında kayıplar oldu, inşaat atıklarını çevreye salındı. Kısacası tahribatın var.
  • Barajlandırma, tribüne su çekme boşaltma faaliyeti buharlaşma suyun yaşamını yok etti, oksijen varlığı giderek azalacak, yakın bir zamanda elinde bir tuzlu bataklık gölü kalacak. Dinamit avıyla soyunu kırmana rağmen varlığını sürdüren güzel tatlı su balıkların yok oldu
  • 27 kilometrelik havzada akarsudan destek alan yer altı suları yok olacak, besin maddeleri, ihtiyacı olan, bitki ve hayvan varlığına ulaşamayacak, sulak alanların birkaç yılda kurak alanlar haline gelecek.
  • Çevredeki çevre dengesi bozulduğu için asalak bitki ve hayvan üremesi artacak, ürünlerini koruyamayacaksın.
  • Can suyu olarak bırakılan su havzada yaşamı desteklemiyor, görüyorsun ya daha şimdiden yıvışık yapışık nem içinde kirli bir yosunlaşma çevreyi kaplamış, yakında yerleşim atıklarının sızması birleşen kanalizasyona dönüşecek. Kurtulmak için yollar arayacaksın.
  • O güzel atmosferin bozulacak, iklimin değişecek. Denizi tutan su barajı olmadığı için santim santim tuzlu su içerilere yürüyecek.
  • Baharına şakımak için gelen kuşların gelmeyecek.

Bu bölge önce tarımsal faaliyette fındık ve çay tarımına sıkıştırıldı. Meyvecilik, orman ekonomisi, alternatif sebze üretimi, hayvancılık, artık sanatsal olduğu değerlendirilen geleneksel ürünler, 100-150 yıl önce dört yüze yakın ticari gemi ve benzeri kayıtlı deniz aracı olan liman köhnetilmiş, vs. hafızaların gerisine itilmiş. Ardından aşırı nüfuslanma göçü tetiklemiş, geride üretemeyecek kadar zayıf yaşlılar ve şehre gitmek için henüz bir yol bulamamış az sayıda genç insan kalmış. Uzun yıllar tabiat kendisi ile baş başa kaldıktan sonra bir hoyrat anlayış gelip yerleşmiş. Bol, temiz ve daima yenilenebilir rüzgar enejisi, güneş enerjisi seçenek olarak bile değerlendirilmemiş. Sular boş boş akıyor, ket vuralım, ülke sahipsiz har vuralım harman savuralım! Fakat acele edelim anlayışı ile on altı yılda talan tamamlanmış.

Farkında olmadıkları serveti kaybetmeye çoktan başlamışlar, görmek yüreğimi eziyor. İlerlemeyi gelişmeyi bu kadar sığ bakış açısına sığdıran, cılız bir itirazı dillendirmeyen bölge halkına hayret ederek toplanıyorum. Köy ziyareti artık angarya gibi evde bulamadığım her hane halkına yüreğim " iyi ki yoksunuz!" diyor. Yarın başka köylere, yaylalara gideceğim, belli ki bundan sonra babam köyü için coşkulu düşler kurmadan yaşarım.

Yine de kabullenemeyen bir his beynimde yer ediyor. Razı mısın Türkiye, ben değilim.

09.05.2018, İstanbul

Nurşen Karakaş