İnsan çok değer verdiği ve kendince önemsediği bir kişi hakkında bir şeyler yazmak istediği zaman kalemi durur kelimeler kifayetsiz kalır.
Nerden başlasa acaba, ne dese diye düşünür durur...
Bende şu an öyleyim.
Duygu yüklü ve gerçekten ne ve nasıl yazayım..

Ozan Arif benim için ne kelimelere nede sayfalara sığacak biri..
Onun mazisi, hayatı lekesiz tertemiz.
Ozan Arif 1949 yılında Giresun Alucura'nın Hapu köyünde dünyaya geldi. Babası orta halli bir devlet memuru ve günün şartlarında kıt kanaat geçinen bir aile..
Ben sadece Ozan Arif'in ideali ve mücadeleci kişiliğinden bahsetmek isterim.

Ozan Arif oldukça küçük yaşta, yani orta okul senelerindeyken, ülkücü hareketin başlangıcında kendini bu hareketin mensubu olarak görür.
Yetmiş yıllık bir hayat içinde hiç kırılmadan, harekete küsmeden ve bütün çilesi ile bu uzun yolda yürüdü.

Dedim ya kendini bu harekete adamış, dünya nimetlerini elinin tersi ile geri çevirmiş ve inandığı Türk-İslam davasına hizmet etmeyi bir görev bilmiş.

Tehditler, tuzaklar, sürgün hayat onu inandığı bu kutsal davadan ve bu mübarek yoldan alıkoymamış.
1980 uğursuz darbenin akabinde hakkında 183 yıl hapis cezası.
Suçu ne?..
Suçu Ülkücü olmak ve Anadoluyu karış gezmek ve Anadolu'nun her köşesinde milliyet ve hürriyet ateşi yakmak. Onun bu kutsal ve onurlu mücadelesi çoğunu rahatsız ediyordu. En fazlada emperyalistler bu mücadeleden rahatsızlardı. Tabiki emperyalistlerin uzantısı, maşası olanlar da Ozan Arife gerekli cezayı keseceklerdi ve tam 183 yıl....
Ozan Arif bu uğursuz darbenin akabinde zorunlu Almanya dönemi başladı.

Edirne'den Kars'a, İzmir'den Van'a,
Hudutlar dar geldi senin sevdana,
Avrupa'nın yolu göründü bana,
Dolandım peşinden Ülkü adlı yar.

Ozan Arif
Dolandım Peşinde - Bir Devrin Destanı

Türkiye'de zulüm gören Arif, Almanya'da çok mu rahat etti sanki...
Bence en zor ve çileli dönemi burada başladı.
İhtilalle birlikte bir çok insanımız Almanya'da bile cuntanın korkusu ile yaşadı. Türkeş'in resimleri duvarlardan indirilip mahzenlere kilitlenirken; Ozan Arif Avrupa'yı karış karış dolaşarak Ülkücü Hareketi diri tutmaya çalıştı. Aç kaldı, susuz kaldı, evinden yuvasından aylarca uzaklarda kaldı, ama inandığı davasından zerre kadar şüphe duymadı. Insanları inandıkları davalarında bu kadar kararlı kılan tek şey onlardaki imandır...

1987 yılında "Bir Devrin Destanları" adlı kitabının reklamını Tercüman gazetesinde gördüm. Kendisini Türkiye'den tanırdım ama Avrupa'da ilişkimiz kopuktu. Tercüman gazetesindeki ilandan sonra, kitabı istedim ve o ilan tekrar ilişkimizin yeniden oluşmasına vesile oldu.

Aynı yıl, yani 1987 yılında İsveç'e geldi. Bir kaç gün misafirimiz oldu ve teşkilatımız kurduk.
Ozan Arif Türk Federasyonun bel kemiği idi. Para kaynağı idi. Evinden yuvasından uzak geçirdiği günlerde, Türk Federasyon'una torbalar içinde paralar getirirdi. Yaptığı gecelerden elde edilen gelirlerin kuruşuna dokunmadan, teşkilatları sıkıntıya sokmadan.

Ozan Arif gece yapmak için gittiği yerlerde lüks oteller değil, arabanın içinde, dernek köşesindeki bir kanepenin üstünde, yada bir minderin ucunda uyurdu. Birileri gibi demezdi "..bana tek kişilik bir oda ve iyi bir otel olsun."

Geceden sonra gelen paralardan önce teşkilatın ihtiyacı olanı verilirdi, kalan ise bir tutanak ile Mehmet Ali Bilgiç'e teslim edilir Federasyon'a gönderilirdi.
Böylesine titizlik ile sürdürülen bir hesap kitap işine bile leke sürülmeye çalışıldı.
Bir sohbetimizde bana sormuştu; ‚Türkiye'ye dönüş iznim çıkarsa, benimle gelir misin?'
‚Gelirim' dedim ve kavilleştik..
14 Eylül 1991 günü Türkiyeye dönme kararı çıkmıştı. İsveç'ten ben ve Bünyamin Erdal kardeşim Ozan Arif'e yol arkadaşı olma için Frankfurt'a gittik ve hamd olsunki Türkeş gibi bir lider vardı ve bu dönüş hikayesini rahatlıkla mutlu sona bağladı.

Seçimler vardı aynı ay.
Yani Eylül 1991 ve ittifak; Refah, Islahatcı Demokrat Parti ve MHP.
Ben işte o puslu ortamda Ozan Arif'e bir kumpas kurulduğunu gördüm.

MHP genel merkezinde oturuyorduk. Ben ve Hollanda Federasyon başkanı Hikmet Yıldızeli.
Bir kişi bizi tanımadığı için Ozan Arif hakkında ileri geri konuşmaya başladı. "..gardaşım parayı peşin almadan sahneye çıkmıyor, çok kibirli ve daha neler...." sabredemedim ve patladım. Dilim döndüğünce ona zehrimi kustum. O muhterem hemen odayı terketti ve sordum kim bu diye?
MHP Hatay milletvekil adayıymış.

Analdım ki içeride gizli bir Türkeş karşıtı hareket var. Tabiki bu hareketin etki yansıması Türkeş'in "evladım" dediği Ozan Arife sert bir şekilde etki edecekti. Yanılmadığımı geçen zaman içinde gördüm.
Ozan Arif çok kıskanılmış. Türkeş'in onu aşırı derecede sevmesi ve onu önemsemesi çoğunu çileden çıkarmış. Bu da Ozan Arif'e çok pahalıya mal oldu.
4 nisan 1997 Türkeş'in ölümü...
Ankara'da hep birlikteydik. Biz yastayız. Türkeş ölmüş ve biz sadece Türk dünyasının kaderini ve geleceğini düşünürken, birileri fitne ateşini harekete geçirmeye çalışıyordu.

Ozan Arifin yolu kesildi, tehdit edildi, ekmeği elinden alındı ama o bu davadan zerre kadar şüphe duymadı ve geri adım atmadı.
Çünkü o gerçekten bir ozandı. Yerine gör bir Dadaloğlu, yerine göre Pir Sultan Abdal, yerine gör bir Köroğlu'ydu....

Sen saldın gönlüme sen bu sevdayı,
Dolandım peşinden Ülkü adlı yar,
Bu sevda yüzünden koca dünyayı,
Dolandım peşinden Ülkü adlı yar.

Ozan Arif
Dolandım Peşinde - Bir Devrin Destanı

Evet gerçekten ülkücülük ona yardı, sevdaydı ve bu sevda onu adeta Kaf Dağına doğru çekiyordu. Ama o kara sevda onu gözü kapalı bir şekilde peşinden sürüklüyordu.

Ozan Arif kendinen yapılan haksızlığı, zulmü affeden biriydi, fakat affetmediği insan tipini gayet net bir şekilde ortaya koyuyor.

Ozan Arif diye tanır tanıyan beni,
Gönlümde yaşatmam garezi kini,
Ve lakin memleket, millet haini,
Olanlarla aram serin bilinir.

Ozan Arif
Künye - Bir Devrin Destanı

Nefsini yenmiş, kendi ile barışık olan bir şahsiyetti Ozan Arif.

Ozan Arif gördüğü haksızlığa baş kaldıran bir dava adamıydı. Haksızlığa uğramış bütün ülkücülerin dertlerine ortak ve onların yiğitçe savunucusuydu. Kendisi kan tükürdü ama kızılcık şerbeti dedi. Onu düşmanları değil, sevdiği yol arkadaşları vurdu. Yani en ağır olanı....

Vatanına sevdalı, ona gelecek bir zarara gözü kapalı göğsünü siper ederdi. İhanetin kriterleri belliydi onun yanında. Eline silah alanla, devleti soyanın arasında hiç bir fark yoktu onun için.

Benim aklım, fikrim yermedi,
Bu memleket nasıl hala batmadı!
Gelen yedi, giden yedi bitmedi,
Tükenmeyen malı varmış vesselam.

Ozan Arif
Vesselam - Bir Devrin Destanı

Ozan Arif benim için böylesine bir yazı ile anlatılacak bir şahsiyet değil. Onu yakından tanımak ve onun nasıl bir dava adamı olduğunu bilmek gerek.
Ülkücüler son zamanları hep "vefadan" bahsederler. İşte benim tanıdığım en vefalı dosttu o.
Kendini dünya malına teslim etmedi. Dik durdu, omurgalıydı ve inadıklarından zerre kadar taviz vermeyen bir karakterin ismiydi Ozan Arif.

Benim küçük oğlumun ad babasıdır. Oğluma Melikşah ismini o koydu. Allah ondan razı olsun, benim oğlumu hatırasıyla yaşatıyor.

Hamd olsun bugün Avrupa'da hala bir nesil Türk ve Müslümanın diyorsa bunda Ozan Arif'in emeği var unutmayın. Siz bakmayın şimdi birileri bu emekleri yok sayıp bitirmeye çalıştığına. Allah hamd olsun, bu öyle bir kök salmış ki, öyle bitirilecek gibi değil.

13 şubat Ozan Arifin ölümünün yıl dönümü. Benim için ölmeyen ve gönüllerde yaşayan bir devrin öncüsünü, Pir Sultan Abdalın'ı, Dadaloğlun'u rahmetle, minnetle, şükranla anıyorum.

Allah onu sevgil Peygamberimize komşu etsin...amin

Haki Korkmaz
Stockholm