Zannedersin ki, kimsenin özel yaşamı yok, çocukları, karıları, kocaları, aileleri yok, yemek yemiyor, film izlemiyor, yağmurun ardındaki toprak kokusunu duymuyorlar.

Müzik dinlemiyorlar, türkü mırıldanmıyorlar.

Sanırsın kıştan sonra bahar gelmiyor, dünya sürekli bir kar/boran halinde, fırtınalar esiyor, gün yüzü görmüyoruz.

Güneş her gün doğması gereken saatte doğmuyor...

Giydikleri giysinin temiz olup olmadığını asla umursamıyor, aynaya bakmıyor, saçlarını taramıyorlar.

Hayatlarında aşk yok, sevgi yok; hiç gülümsemiyorlar..

"Eve gelirken ekmek al" denildiğinde, "vatan elden gidiyor, şimdi ekmek almanın sırası mı" diyorlar.

"Niye yemek yok" denildiğinde, "amma da yaptın ha, ülke bu durumdayken sen yemek yemeyi mi düşünüyorsun" cevabı veriliyor.

"Ders çalış çocuğum" talimatının karşılığı, "ne dersi anne/baba, ülke bölünmek üzereyken ben nasıl ders çalışırım" oluyor..

Maç günleri hayat durmuyor, haftalar boyu aynı maçın geyiği yapılmıyor...

Ne hafta sonları ailecek AVM'ye gidiliyor ne de kısırlı, pastalı börekli altın günlerine…

Öğlen tatillerinde vitrin bakılmıyor, "ayyy şu ayakkabıya bayıldım" denilmiyor.

Sofraların, tatil mekanlarının fotoğrafları paylaşılmıyor…

.............................

Bayanlar, baylar, aslında normal yaşamınıza devam ederken, neden bu kadar kasıyoruz?

"Bu kasıntının altında, riyakarlık yatıyor" diyeceğim ama yetersiz kalır; sanki şizofrenik eğilimler söz konusu gibi...

Aslında ruh sağlığımızı yitirdik çünkü aidiyetlerimizi sorguluyoruz.

Aidiyet (sahip çıkma ya da sahip çıkılma) duygusu, bir kimlik tanımıdır ve sağlıklı mutlu ve huzurlu bir yaşamın olmazsa olmaz şartıdır. Ona sahip çıkmak yaşam adına son derece gereklidir.

Aidiyet, "bağımlılık" değil, "bağlılık" kavramı üzerine kurulmalı.

Bağımlılıklar, başka bağlılıkların önünü keser, kişiyi adeta esir alır. Bu andan itibaren kişi dünyayı sadece bağımlısı olduğu her neyse, onunla değerlendirebilir, yaşamında başka hiçbir şeye yer yoktur.

Aidiyetlerin sorgulanmasının, kendisini sadece oy verdiği parti ya da ideolojiye olan aidiyetiyle ifade eden kişilerde ciddi bir travmaya yol açmaması mümkün değil. Çünkü ciddi bir aldatılmışlık duygusu eşliğinde, çaresizlikle yüzleşildi.

Bu duygu kaybolduğunda çok ciddi bir yalnızlaşma süreci yaşanır, güven duygusu yok olur, bu süreç kişiyi agresifleştirir.

Bu bir kısır döngüdür, kişi yalnızaştıkça agresifleşir; agresifleştikçe, yalnızlaşır…

Bu andan itibaren, bu kişilerin yoğun olarak bulunduğu toplumda artık sağlıklı bir süreçten söz etmek imkansızdır.

Durumumuz tam olarak budur…

Oysa aidiyetimiz kişilere ve kurumlara değil, düşünceye olmalıydı.

Mantıklı düşünebilen, analiz yapma yeteneğine sahip, güçlü ve esnek olabilen, alternatif düşüncelere açık olanlarımız, aidiyet duydukları düşüncelerle birlikte yeni arayışlara yelken açarken, bunu başaramayanlar ne yazık ki, geride kalacaktır…


Ayten Altaylı