​   Mekansal stratejileri bilir misiniz? Sadece imar mevzuatının konusu değildir, mekansal strateji, ülkemizde gümbür gümbür yaşanan bir dönüşümün de konusudur ayrıca. En azından ben mevzuyu hukuken değil de görgü adap üzerinden okumak istiyorum bu kez.


Ajitede sınır tanımadığımız noktadır "eski günler" hususu. Her geçen günümüzde; 'nerde o eski günler, nerde o eski bayramlar, nerde o eski tatiller' rüzgarında savrulup dururuz çoğunlukla. Ama hep kendimizi 'ötekileştirerek', durumdan soyutlayarak, hiçbir katkımız yokmuşcasına... Oysa hiçbir durum bizim sosyal davranışlarımızdan bağımsız gelişmiyor.

Osmanlı, biliyorsunuz bir hanedan imparatorluğu idi. Bu sebeple Osmanlı'nın 'burjuvaları' ekseri kent soylu, saraya yakınlar, devşirmelerden sınıf atlaya atlaya gelen paşalar, beyler idi çoğunlukla... Halk, özellikle Anadolu'nun içleri zaten fakir, zaten gariban, zaten biçare. Bu sebeple toprak ağalarından gayrı zengin, burjuva çıkaramamıştır Osmanlı. Cumhuriyet dönemi bu yüzden -zaman zaman ben bile "halka rağmen" yapılan devrimdir - diye düşünmeme rağmen, sermayeyi tabana yaymaya çalışan bir düzeni kurmaya gayret etmiştir. Kendine has bir ekonomik modelle yürümüş, zamanın tüm savaş ardılı, kriz, buhran ve yokluklarına rağmen, fabrikalaşma ve sanayileşme anlamında sıfıra yakın Anadolu topraklarını alıp yürütmüştür Cumhuriyet. İşte bu cumhuriyet yeni kent soylu burjuva kesimi oluşturmuştursa da zamanla, sermayenin büyük kısmı yine gayrimüslim kısımdadır. Ta ki, vergilendirme teknikleri ile ülkenin ayarlarıyla oynanana kadar. Cumhuriyetin ilk büyük 'sermaye el değiştirmesi', varlık vergisi zamanlarında olmuştur da diyebiliriz aslında. 

Zamanla ülkede kronikleşecegi üzere, her ekonomik buhran, ardından sosyal patlamayı; her sosyal patlama, köklü bir hükümet değişikliğini, her tek parti hükümeti de sermayenin el değiştirmesini gelenekselleştirmiştir.

Her dönemin yeni burjuvası, sınıf atlamanın görgü, protokol ve elitist kurallarına uyum sağlayarak gelmişse de; son 15 yılda yaşadığımız dönüşüm ve dönemin yeni 'zenginleri' ile ilgili irite edici unsurlar var. Bunda çağın özellikle bireyselliği öne, çıkarması, narsist bir iklim içinde olmamızın önemi büyük şüphesiz. Gelin görün ki; yeni "elitlerimizin", yeni "burjuvalarımızın", yeni "zenginlerimizin" görgü, kalite, sınıf üzerine ciddi handikapları var.

Çankaya'nın görece daha elit kesimlerinde, görece daha elit bir misafir kitlesine hitap eden bazı cafe, restoranlar var, bilenler bilir. İşte bu mekanların müşteri portföyleri gözüme çarpıyor kaçtır. Hafta sonu dersten çıkıp "hadi bi brunch" yapalım diyecek olduk, dediğimize diyeceğimize bin pişman olduk. Kapısında jeepten, bmwden aşağı araç bulunmayan ambar çukurunun gözde mekanlarının içinde, konuşmaktan, sofra kültüründen, oturmaktan, kalmaktan, nezaketten bihaber onlarca insan yemek yiyor görünüşte . Oysa sadece yemek yemiyorlar, -sosyal medya kültürünün de bunda etkisi var mıdır bilmiyorum-; en az 5-6 masanın hayat hikayesini komple öğrendim bu süre içerisinde. Ne seslerinin ayarı var ne kahkahalarının. 

Nezaketsizlikte sınır tanımaz, "buraların sahibi benim" anlayışı çöreklenmiş insanların derinlerine. "Herkes beni dinlemeli, herkes her şeyimi bilmeli, her şeyin eni benim" vari bir ergen hali 7den 70e herkesin ortak tavrı. "Yeni elit" kesimin, özellikle de ekonomik bileşenleri son 15 yılda evrildikçe evrilen kesimin kültür, görgü, estetik, vizyon, diksiyon, sanat alanlarında çok ciddi eksikleri var. Elitizm namına tek yeterliliğin lüks plazalarda ya da konaklarda oturmak olduğu her nasılsa kafalarına yer etmiş. "Aydın ve elit" dediğimiz kesimin topluma önderlik yapma zorunluluğunu önemsemiyorlar. Görgüsüzlük, kabalık ve hoyratlıklarının ve hatta cehaletlerinin yeter ve geçer paye olduğuna o kadar eminler ki; kendileri dışında mevcut her şeyin emirlerine amade olduklarını düşünüyorlar.

İşin daha acı yanı, bu tiplerin, eleğin biraz daha üstünde kalanları tvlerde gazetelerde matah tipler gibi gözümüze gözümüze öyle sokuluyor ki; "ortanca hatun" gibi rezillikleri, barlarda, kafelerde birbirine giren topçuları, popçları bile kanıksar oluyoruz. Laçkalık işte o raytinglerde saklanıyor. Alıcısı var ki satılıyor tüm bu pespayelik. Bana göre eski Türkiye'yi Müzeyyen ablalar, Safiye Aylalar, Vehbi Koçlar orta Türkiye'yi Zeki Mürenler, Barış Mançolar, Rahmi Koçlar, Lefterler, Metinler temsil ediyordu rafine bir halde . Hiç sevip alışamadığım yeni Türkiye'yi ise bu müteahhitler, topçular, popçular teslim ediyor alafranga bir seviyesizlige.

Işte bu sebepten; bu elemanlarla aynı oksijeni teneffüs etmek istemiyorum. İşte bu yüzden mümkün olan her fırsatta kaçıyorum merkezden... İşte bu yüzden, büyükşehirle bağı kestim, keseceğim. Az kaldı... Bu sınavla sınanmak istemiyorum ben...

Kalınız sağlıcakla...