​Uzun zamandır düşünüyorum da, artık kesin bir sonuca vardım sanırım: 

Biz acı çekmeyi seven bir toplumuz.

Bunun sebebini, ne zaman bu hale geldiğimizi bilmiyorum. Belki tarihte çok çile çektiğimiz için, belli bir noktadan sonra kendimizi çile çekmenin güzel bir şey olduğuna inandırarak avutmaya başlamış olabiliriz.  Ama, bu açıklama her ne kadar makul görünse de, objektif olarak çile ve acının güzel olmadığı gerçeğini yok edemez.

Dolaysıyla bence artık gerçeklerle yüzleşmenin ve çile çekmemenin daha insanca bir durum olduğunu kabullenmemiz gerekiyor.

Ve ben bir birey olarak: 'Ben artık çile çekmek istemiyorum!' diyorum!

Bunları düşünmeme ve bu karara varmama yol açan, sosyal medyada gördüğüm bir resim oldu. Gayet sade fon üzerine 'Gevşeklik Ümit Besen'in eski sevgilisine nikah şahitliği yapması ile başladı' yazan bir paylaşım!

İlk anda okuyunca gülüp geçilen bir paylaşım gibi duruyor. Ama rica ediyorum, hepiniz biraz vakit ayırıp olay hakkında biraz düşünün!

Biz alenen acının, ızdırabın felsefesini yapmış ve hatta ızdırabı kültürümüzde yüceltmeye kadar gitmişiz!

Bu da kesmemiş olacak ki bizi, muhtemelen çekilebilecek en büyük acı ve ızdıraplardan biri olan 'kendini aşağılamayı' adeta ilahi bir emir gibi kutsuyoruz.

'Yok öyle bir şey', 'Kim acı çekmeyi sever' demeyin.
Biz basbayağı seviyoruz!

O kadar seviyoruz ki, acı çekmenin felsefesi günlük kültürümüze işlemiş.

  • 'Şeriatın kestiği parmak acımaz!',
  • 'Ağrısız baş mezarda gerek!,
  • 'Borç yiğidin kamçısıdır',
  • 'Beklenen gün gelecekse çekilen çile kutsaldır',

gibi deyimler bunun ispatı.

Ama bunlar da yetmemiş, bir de Ümit Besen örneğinde görüldüğü gibi popüler kültürümüze işlemişiz!

Yukardaki deyimler, sözler içinde benim için en tahammül edilemez olanı 'Beklenen gün gelecekse çekilen çile kutsaldır' lafı?

Çilenin nesi kutsal?

Peygamberin hak dinini yayarken, Kureyşlilerin zulmüne uğradığı için çektiği çilelerin bir kutsallığı yok arkadaşım! Kutsal olan hak dini yayması!

Sen doğru ve adaletli bir şey yaptığında birilerinin işine gelmediğin için sana ızdırap çektirmesinin kutsallığı mutsallığı yok!
Kutsal olan yalnızca doğru ve adil hareket etmendir!
Doğru ve adil davranman sana çile çektirseler de kutsaldır, çektirmeseler de!

Bari Nietzsche gibi
'Bizi öldürmeyen herşey güçlendirir' de.

Bu söz hiç değilse, 'Bak sen şimdi bana zulmediyorsun, ama elime geçen ilk fırsatta çok daha güçlü ve şiddetli olarak ağzına edeceğim senin, haberin olsun' anlamını içerir.

Belki de onun için başarıyı çekemiyoruz. İçimizden biri başarılı olunca ilk başta yalakalıkla onun başarısından faydalanmaya çalışıyor sonra ilk fırsatta hakkına dedikodu, gıybet yapıyor ayağını kaydırmaya çalışıyoruz.

Tabi birinin bize hayranlık duymasına sebep olacak iş yapmak zor, kolay olan mağdur rolüne bürünüp 'zavallıcık' diye insanların acıma duygusundan istifade etmek.

Bu olayın kolaylaştırdığı tek şey duygu sömürüsü değil, aynı zamanda birey olarak sorumluluktan da sıyrıyoruz.
'Bak gördün mü başıma gelenleri, ne haldeyim, neler ettiler bana. Ben suçlu değilim. Suçlu onlar. Ben hata yapmadım. Benim tek yaptığım onu sevmekti, oysa o gitti elin herifinle evlendi. Hatta ben onu o kadar çok seviyordum ki, her türlü ızdırabı sineme çekip nikahında şahitlik yapmayı bile göze aldım....'

Mantık bu...

Aklına kendine değer vermeyen birine değer verdiği için bu halde olduğu gelmiyor. Madem sevdin ama seni sevmeyen kızın nikahında ne işin var? Hem de de şahit olarak...
Yuh!

Hiç aklına gelmiyor mu bir kızın bu kadar ezik bir herife ilgi duyamayacağı, sevemeyeceği?
Kişilik mi var sende de, kız sana aşık olsun?

Evvela adam gibi bu hayatta durmayı öğren, hayatın sorumluluğunu taşı, kendine saygı duy!

Kız haklı...
Bir tarafta nikahına şahit olacak kadar ezik ve silik biri,
diğer yanda muhtemelen, kendini sayan, sorumluluk almayı bilen, hayatta belli bir başarıya imza atmış bir adam.
Eh bir de eli yüzü düzgün, bakımlı, ağzı laf yapan, oturmasını, kalkmasını bilen biriyse...

Manyak mı hayatı boyunca senin gibi bir eziğin çilesini çeksin?
Kendine saygı duymayan birinden ne kadar saygı bekleyebilir bir bayan?

İşte onun için elin adamı kızı kapar, sen de buna şahitlik edersin, bir de bir halt sanıp şarkısını söylersin!

Aynı ezikliği toplumsal olaylar bir çok zaman görmemiz mümkün.
Başımıza ne gelirse gelsin, hep başkasının suçu!

Moody's Türkiye'nin derecesini düşürür, biz hemen başlarız;
'Şerefsiz Moody's, resmen haksızlık, hakkımız yendi, bizi çekemiyorlar...'
Kimse demez, ekonomi sadece ve sadece dış borca dayalı, senelerdir kalıcı tek bir kuruş yatırım yapılmamış. Ülkede gelir dağılımının iyice içine edilmiş. Göz göre göre bir savaşın odağındayız, toplumsal gerilim, işsizlik, sermaye kaçışı her gün artıyor.
Ne yani, bütün bunlar için bir de ekonomi Nobel ödülünü mü bekliyordun?

Terör yaşanır,
'Dış mihraklar, düşmanlarımız bizi engellemeye çalışıyor'

Velev ki öyle...
İsmi üstünde; DÜŞMAN!
İşi bu adamın.
Ne yapacak sandın? Almanların deyimi ile 'popona pudra şekeri mi üfleyecek'?
Sen düşmanına, teröristine sana çektirilen acının hesabını sordun mu, yoksa sadece kınamayla mı kaldın?

Uzun lafın kısası, sen acıyı bu kadar seversen, acı çekmeyi bir halt zannedersen, önüne gelen sana acı çektirir!

O boynu bükük garip havalarınla kadere teslimiyette bulunduğunu falan sanıyor olabilirsin ama bu kader mader değil!

Sen Tanrı'nın sana verdiği aklı kullanırsın, her türlü imkanını zorlarsın, gerçekten elinde olmayan bir şey başına gelir, kader dersin.
Eyvallah!

Ama başta yanılıp senden hoşlanan, sonra ne kadar ezik biri olduğunu anlayınca başkasına gönlünü kaptıran kızın nikah şahidi olmak kimsenin alın yazısı değil!

O senin silikliğin!