Tarih okuyanlar ya da o dönemlerin şahitleri bilir ; Karabağ'da yaşananlar Türkler açısından en kara dönemlerden biri olarak görülür. Çünkü Sovyetler dağıldıktan sonra ortaya çıkan bütün ülkeler var olma mücadelesi veriyordu. Azerbaycan bu ülkelerin başındaydı. Ermeni hükümetleri bugüne kadar Azerbaycan'ı etkisiz kılmak, toprak bütünlüğünü bozmak ve her zaman yaptıkları gibi suni düşmanlıklarını empoze etmek için dağlık Karabağ bölgesini işgal ettiler. Hamile kadınların karınlarını deştiler. İnternet arşivlerinden bakabilirsiniz. Karabağ adına onlarca türküler yazıldı. Nasıl 1919'da hiç de hakkı olmamasına rağmen Yunan devleti güzel İzmir'e girdiyse, Ermeni devleti de Karabağ'a girdi. O zamandan beri Azerbaycan toprakları eti kopartılmış bir insan gibi inliyor.

Karabağ meselesi yeni dünya düzenine doğmuş bir sürü genç ve yetişkin için bilindik bir mesele değil. Anlatılmadığı gibi, milletin üzerine çökmüş kara bulutlar yüzüne fark edilmiyor. Azerbaycan kardeş ülke evet ama Pakistan'la aynı algıyı paylaşıyor. Seviyor muyuz ; evet. Peki ilgileniyor muyuz ; hayır! İşte bu ilgisizliğimiz Karabağ'ı bize unutturan bir meseledir. Oysaki Karabağ haksız yere 30 yıla yakın bir süredir Ermeni Devleti'nin işgali altında. Bu komşumuz olan, aynı dilden, aynı milletten, aynı boyundurukları yaşamış, aynı acılara maruz kalmış iki devlet için de aynı ehemmiyette bir mesele olmalı. Karabağ o yüzden benim için bir Ankara'dır !

Uzun bir süredir pandemi ile meşgul olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları yaşanan gelişmeler ve krizler karşısında eminim ki afallayarak ve korkarak bakıyor. Çünkü artık doğru olan şey belli olmayan şeyle aynı. Birlik ve beraberlikten yoksun, siyah ile beyazı birbirine karıştıran, berbat eğitim sisteminin ara elemanları olan, yatak odasına kadar politize olmuş, toplumsal dinamikleri yırtılmış, ağır vergiler altında ezilen koca bir millete dönüştük. Sürünmeyi yaşamak zanneden koca bir güruh. Yüreğimize su serpmek için aptal bir iyimserlikle donatılmamız gerekiyor. Haber kaynaklarının hepsi çökmüş sistemi korumak için var. Devlet ve hükümet sadece şu an varlığına odaklanmış durumda. Millet işsizlikle, enflasyonla, hayat pahalılığıyla ve gelecek kaygısıyla harap ve bitap düşmüş durumda. Zor zamanların uyutulmuş ve yorulmuş bir halkıyız.

Üzerimizdeki maddi yük 150 - 200 yıldır o kadar fazla ki para kazanma meselesi her şeyin önünde. Varlığından tatmin olmayan koca koca nesiller yetiştirdik. Şimdiki ekonomik buhran o yüzden sinelerimizi acıtan cam kırıkları gibi. Oysaki serbest piyasa ekonomileri her zaman bu tip çıkmazlara girer. Piyasada yeterince mal ve ürün kalmazsa her şey pahalılaşır. Bunu bilmeyen var mı? Üretimi bir devlet kendi yapabileceği gibi vatandaşlarına yaptırmanın yollarını her zaman bulabilir. Ya da en kötü ihtimalle meşhur yapısal reformları tesis ederek yabancı yatırımcıyı ülkesinde tutarak parasının değerini olması gereken yerde tutabilir. Ekonomi matematik gibi formülleri olan basit bir ilim. Oysa biz de bu hayat memat meselesidir. Paramız gidiyorsa canımız gidiyor gibi algıladığımızdan ilk daralmalarda, ekonomik sıkıntılarda sırf korkudan piyasadaki ürünler fayiş fiyatlara çıkar. Çözüm üretmesi gereken kurumlar ise kendi köhneleşmiş yapıların ortaya çıkmaması için halkı kin ve nefrete, korkuya ve telaşa sürükler. Bu sayede seçmen konsolide edilir ve her şeyin bir gün çok güzel olacağı hayaliyle uyutulur. Ta ki devran çeşitli sebeplerden değişene kadar... 

Biz mi? Biz ise iletişimin gücü yüzüne kendisini an be an tüketen bir topluluk oluyoruz. Damarlarımızdan akan kanın hiddetini, heyecanımızın yansımalarını görmek yerine, süregelen endişe ve korku haliyle çevremizi ve ülkemizi parçalamaya muktediriz. Kendimizi küçük, yasa koyucuları büyük görüyoruz. Oysaki her şey insanların içinde doğan bir umutla ve nihai sonuca ereceğimizi bilen bir akılla başlar. Bunun için servete, eğitime ya da sakin kafa ile yapacağımız bir tatile ihtiyaç yoktur. Bunlar hep sizi tüketme çılgınlığından ayırmamak isteyen kapitalizmin yanılsamalarıdır. 

Bir ışık parlaması için yüreğinizde bu satırları okumanıza gerek yok. Durup düşünmek, geçmişin ve geleceğin bize bıraktığı ya da bırakacağı şeyleri hissetmeye ihtiyacımız var. Sevdiğimiz bir insanla muhabbet etmeye, doğaya ve savunduğumuz değerlerin özündeki güzelliğe bakmaya ihtiyacımız var.

Ülke zor ama yaşamak bu kadar zor değil. Ne diyordu inananların kitabı:

" ... Şüphe yok ki her zorlukla beraber  bir kolaylık da vardır... "*

___
* İnşirah Suresi, 6. Ayet