1973 doğumluyum.
Yani 46 yaşımdayım.

Ben bildim bileli ülkem hiç güllük gülistanlık olmadı.
Yaşadığım ülke Almanya'ya bakıyorum. İnsanlara, toplumsal hayatlarına.
Onların toplumsal kaygı ve endişeleri ile kendi vatanım ve milletimin endişeleri arasında dünyalar kadar fark var.

Bunu günümüze şu partiye, bu siyasete bağlamayacağım.
Eskiden de çok fark varmış, ama en azından benim yeryüzünde bulunduğum zaman dilimi için sanırım makas hiç günümüzde olduğu kadar açılmamış.

Yani vatanım ve milletimin iklimi hep biraz karanlık, buğuluymuş.
Ama eskiden umursamazdım bu iklimi.
Hatta belki de benimsediğim için severdim bile, karanlık, buğulu, puslu havayı.

Ama hatırladım hatırlayalı beni aydınlatan hep bir hilal, hep bir kutup yıldızı oldu.

Sonra 1997'de hilalim söndü.
Bu sene de kutup yıldızımı kaybettim.

Karanlık kendinden etkin bir hal değildir.
Karanlık ışığın eksikliğidir.

Hal böyle olunca etrafım zifr-i karanlığa büründü.

Bunu algılayan tek ben olmadığımı biliyorum.
Hatta ışığı benim hilalim, benim kutup yıldızımdan almayanların bile karanlık içinde bir ışık aradıklarının farkındayım.

Bazıları elektrik ampülünden medet umdu ve umuyorlar ama benim gibi ay ve yıldızın huzurlu ışığına alışanlar ampülün sentetik, cırlak parıltısına alışamadık ve sanırım asla da alışamayacağız.

Bunları neden mi yazdım?
Ruh halimi biraz da olsun anlayın diye.
Çünkü bu (her ne kadar aksini düşünseniz de) bir siyasi yazı değil.
Partizanlık, lidercilik, şuculuk, buculuk yazısı değil.

Senelerce çok yazdım, çok eleştirdim, ağır eleştirdim.
Ama şu an artık siyaset ve kurumlarından tamamıyla ümidini kesmiş bir vatandaşın düşüncelerini okumaktasınız.

Bir lider, bir kurtuluş arayışım yok.
Bir liderin veya kurtuluşun geleceğine inandığım da yok.

İçinde bulunduğum karanlığın sebebi de zaten siyaset değil.

Her siyasi kurum ve kimliğe artık eşit mesafede uzak olan biri olarak içinde bulunduğumuz karanlığın nedeninin siyaset veya kurumlar olmadığının idrakindeyim çünkü.
Siyasette olumsuzluk bizi içinde bulunduğumuz karanlığa mahkum edebilecek kadar güçlü olmadığı gibi asla bizi bu karanlıktan kurtarabilecek kadar kudretli de olamaz.

Bizim siyaset ve siyasilerden çok ama çok çok daha büyük bir sıkıntımız var.

Kaybettiğimiz her değer yargısı,
içini boşalttığımız her kavramla beraber daha da artan bu karanlıktan şimdi belki bize mümkün görünmeyen meclis aritmetiği ile bile kurtulmamızın imkanı yok.

Onu için şu partiden bu liderden dert yanmıyorum.
Varsın isteyen bunlarla oyalansın.
Reis gider bey gelir, bey gider abla gelir… Ama inanın değişen hiç bir şey olmaz.

Çünkü dediğim gibi;
kaybolan değerlerimize rağmen bize ışık olabilecek ne bir hilal, ne de bir yıldız görüyorum.

Bizim derdimiz çok daha derin.
Bizim derdimiz ahlakımızı kaybetmiş olmamız,
bizim derdimiz terbiyemizi kaybetmiş olmamız,
bizim derdimiz merhametimizi, güvenimizi kaybetmiş olmamız.
Bizim derdimiz birbirimize olan sevgimizi kaybetmiş olmamız.

Nasıl sevebilelim ki?
Ahlaksız, terbiyesiz, merhametsiz, güvensiz bireyler birbirlerini nasıl sevsinler?

İşte uğradığımız en büyük ihanet aslında tam da bu.
Değer yargısız,
insanı insan yapan her türlü maneviyatın içi boşaltılmış kavramlar olarak dillerde kuru sloganlara hapsedilip kolayca harcanmasını maneviyat sanan bir neslin yetişmesi.

Cinsiyet ayrımı yapmadan söylüyorum;
orospudan daha ahlaksız, daha iğrenç, daha itici olanı nedir biliyor musunuz?

Orospuluğunu namusluluk diye pazarlayan orospulardır.
Ve günümüzde toplumumuz bunlarla dolu.

Kıç yalamanın milliyetçilik diye,
partizanlığın devletçilik diye pazarlandığı bir dünyadayız.
Dinin, imanın 1,5m2 bez parçasıyla, bol kesim pantolon ve sakala indirgendiği,
ilimin, irfanın, liyakatın cehalete kurban edildiği,
cehaletin adeta kutsandığı bir dünya…

Onun için ben ne bir siyasi partinin derdindeyim, ne de ‚şanlı bir tarihin'…
Mazimi de yüreğime gömdüm,
geleceğimiz için hayallerimi de.

Sadece kavramlara, daha doğrusu o kavramların aslında gerçekten ifade ettikleri değerlere üzülüyorum.
Bütün pes edişimin içinde alışamadığım bu oldu.
Hala bana dokunuyor, hala zoruma gidiyor.

Orospuların namustan dem vurması;
Şerefsizlerin onur abidesi ilan edilmesi,
namussuzlara şereflerin peşkeş çekilmesi,
insanlara çıkar ve menfaat uğruna iftira atılması,
insanlıktan nasibini almamış yaratıkların etrafa insanlık dersi vermesi…

İnsanı insan yapan bu değerlerin, bu kavramların ırzına geçilmesi hala bütün bitkinliğime rağmen kanıma dokunuyor.

Hangi siyasi görüşü olup olmaması beni ilgilendirmiyor,
ama bu tür haysiyetsiz piç ve zillilerin bu kadar rahat ve hiç çekinmeden, hiç korkmadan insanı insan yapan tüm değerlerle bu kadar fütursuzca dalga geçebilmeleri zoruma gidiyor.

İster ekran olsun ister gazete, ister radyo olsun ister sanal alem…
Her türlü mecrada bu iğrenç, her taraflarından vıcık vıcık riya ve çıkar akan pisliklerden tiksindim, A-LI-ŞA-MI-YO-RUM, her seferinde midem bulanıyor, kusasım geliyor.

İnanın ne ceplerini ne kadar doldurdukları umrumda, ne ünvanları, ne de tanınıyor mu tanınmıyor mu olmaları.

Kendileri hiç bir manevi değer sahibi olmadıkları için,
kendilerinin suratına tükürülmesi onlar için sadece bir para meselesi olduğu için, herkesin kendileri gibi onursuz, haysiyetsiz olduğunu varsaydıkları için zehir ve pisliklerini istedikleri gibi rahat ulu orta sıçabilmeleri ve bunu engelleyen beşeri kanunları yoka sayan anlayışa benim isyanım.

Bu kadar kolay olmamalı.
Medeniyet dediğiniz insanlardan oluşan bir kavramdır.
İnsanlığı yok olan toplumların medeniyeti de yok olur.

Bir medeniyeti yıkmak, yok etmek, var olan her şeyi tüketmek, gelecek nesillere insanlık namına hiç bir şey bırakmamak bu kadar kolay olamamalı.
İnsanlıktan nasip almamış nesiller yetiştirmek bu kadar kolay olmamalı.

Benim milletim diye yere göğe sığdıramadığım olgu, böyle bir ihanete, bunu yapanlara, bunu hedefleyenlere bu kadar kolay kanmamalı, alkış tutmamalı.

Çocuklarımız, torunlarımız… orospuluğu, şerefsizliği, ahlaksızlığı namus, terbiye ve onur diye öğrenmemeli.

İşte bence bu en büyük sıkıntımız.
Bu içinde bulunduğumuz zifr-i karanlığın sebebi.
Şu siyasiye, bu lidere destek vereceğimize, şunun bunun yüzünden birbirimizi kıracağımıza her birimizin direnmesi, savaşması, mücadele etmesi gereken bu.

Dediğim gibi,
ne tribünlere oynayanlardan ne de (kendim de dahil) tribünlerde olanlardan ay veya kutup yıldızı olabilecek kimseyi görmüyorum.

Ama en azından kendi çapımızda her birimiz birer ateş böceği kadar ışık vermeyi deneyebiliriz.

Bilirim, şimdi çoğu ‚ateş böceği de nereden çıktı' diyecektir.
Asenaların, bozkurtların havada uçuştuğu, herkesin Kurtkaya veya Gökçen olduğu, Kürşad'lardan, reislerden geçilmeyen bir camiada, ateş böceğini de neyin nesi, değil mi?

Ama diyorum, herkes kendi çapını o kadarcık da olsa aydınlatabilse bu karanlık bir nebze de olsa delinir.

Tek başına bir ateş böceğini belki karanlık yutar, ama bir sürü ateşböceği karanlığı deler.

Onun için direneceğim.
Kavramların, değer yargıların ırzına geçilmesine direneceğim.
Alışmayacağım!

İnsan olabilmek, insan kalabilmek için bu değer yargılarının yok edilmesine karşı direnmem gerektiğini bildiğim için,
geriye kalan tek umudum bu olduğu için direneceğim.
Kendim için değil ama çocuklarımın insan olarak yaşayabilmeleri için direnmeliyim.

Onun için siz de direnin.
Toplum olarak son damla insanlığımızı koruyabilmemiz için direnin.