Asteğmen olarak eğitim alayında dört dönem asker eğittim. Gelen asker adayları sınıflarına göre farklı içerikte eğitimler görmesine rağmen temel eğitimler aynıdır. Burada asıl amaç ise disiplinli davranış ve birlikte hareket etme yetisi kazandırmaktır. Bunu; çok kaba tabir ile bir taşı yontmaya benzetebilirsiniz. Sonraki aşama ise cilalayıp parlatarak bir heykeltıraş edasıyla heykel yapmak gibidir. Gelen adaylardan küçük bir kısmı aileleri ve çevreleri tarafından kısmen şekillendirilmiş olarak gelir ve bunların işlenmesi kolaydır. Zaten bu tip adaylar acemi birliğinde bile yazman, takım kıdemlisi gibi görevler üstlenirler. İşlenmemiş halde gelenlerin ise işlenmesi biraz daha uzun ve zorlu bir süreçtir. 

Eğitmenlerin işleme kapasitesi elbette değişkendir. Personel sayısı, yaz dönemindeki yıllık izin, kurmaylık sınavları, birliğin denetleme geçirmesi gibi olağanüstü durumlar bu işleme kapasitesini önemli ölçüde azaltır. Bu durumlarda; askerlerin gittikleri birliklerde cilalama öncesinde bir miktar daha şekillendirilmesi gerekir. Ama nihayetinde her birey terhis okurken büyük oranda asker vasıflarına sahip olur. Tabii bunlar normal dönem askerlik için geçerlidir.

Asteğmen olarak kıtada görev yaparken kitap yazacak kadar anı biriktirirsiniz. Bunların çoğu gizlilik gerektiren konular olduğu için o kitap asla yazılamaz. Ama hatıraları bir ömür sizinledir. 

Kıtada ilk nöbetlerimden birisiydi. Askerleri saat: 8 gibi yatırıp, gece 12'ye kadar yapılması gereken işleri bitirmiştim. Sabah 3'te devriyeye çıkacağım için üstümü bile değiştirmeden elbise ile kıvrılmıştım nöbetçi subay odasının yatağına. Tam uykuya dalacakken kapı çaldı. İki tane 10 günlük acemi asker ısrarla görüşmek istiyordu. Haliyle biraz kızdım ama onları geri çevirmedim. İkisi de telaşla oturup konuyu şöyle anlattı: "Komutanım! Biz akşam yat ictimasından sonra birinci katın penceresinden atlayıp nizamiyeye gittik. Orada hemşehrimiz olan bir uzman çavuş abi nöbetçiymiş. Bize dışarıdan yemek söyledi. Biz yemeği yerken bir komutan amca bizi gördü ve kızdı. Kimliklerimizi alıp bizi geri gönderdi. Biz de size söylemeyi uygun gördük... "

Daha bu konuşma biter bitmez telefon çaldı. Arayan Tabur nöbetçi amiri idi. Bana;" Bir vukuat varmış, haberin var mı? " dedi." Haberim var komutanım. " dedim. Acilen odasına çağırdı. Gittiğimde konuyu şöyle özetledi:" Senin iki acemi asker gece yarısı yürüyerek 2.5km ötedeki nizamiyeye gidiyor. Her tarafı cam olan nizamiyede (ki 24 saat tüm komutanların giriş yaptığı lojmana da ait bir nizamiye) rakı sofrası kuruyorlar. Bu arada Tümen nöbetçi amiri denetime Geliyor. (Tümen nöbetçi amiri nöbet esnasında Tümen komutanının yetkisine sahiptir. Yani o saatte oranın ağası odur.) Kapıyı kilitleyip masanın altına saklanıyorlar. Komutan kapıyı kırdırıp girince vaziyeti soruyor. Onlar da "Asteğmenimizin bilgisi ve izni var." diyorlar. Komutan kimliklerini alıp; "Ben asteğmeninizle görüşürüm." diye onları kışla binasına gönderiyor."

Başımdan kaynar sular döküldü elbette. Kışla ile nizamiye arasında pek çok nöbet mahalli vardı. Gece karanlığında parola vs. bilmedikleri için vurulma ihtimalleri bile varken ne cesaretle oraya gittikleri de ayrı bir konudur. Ben durumu izah edip gerekli ifadeyi verdikten sonra sıralı amirlerimin de katkısı ile bu işte bir kabahatim olmadığı ortaya çıktı ve ceza almadım. Ama o iki genç uzun süre cezaevinde kaldılar. O askerlerden birinin lafını hiç unutmam; "Komutanım, biz Antepliyiz. Başımıza ne gelirse bu boğazımız yüzünden gelir zaten." demişti. Onlar bilmese de benim hemşehrim idiler. Ama dışarıdan bakıldığında çok komik olan bu duruma gülmek içimden gelmemişti. 

Şimdi gelelim bu anının sebebine... 
Özellikle salgın döneminde gördük ki; Toplumları güçlü ve aşılmaz yapan onların disiplinleridir. Güney Kore, Japonya gibi uzak doğu ülkelerinde iç disiplin ile sağlanan düzen, batılı toplumlarda ancak devlet gücü ile sağlanabilmektedir. Biz millet olarak bugün için iç disiplini çok yüksek bir toplum olmasak bile düzeni devlet zoruyla sağlayabildik. Yazılan cezalar, kural ihlalleri ve çarşıda halen görülen manzaralar da bunun kanıtıdır. Ancak daha zorlu şartlarda varlığını sürdürmek isteyen bir toplumun mutlaka bu iç disiplini fertlerine kazandırması gerekir. 

İç disiplin doğuştan gelen bir özellik değil, sonradan kazandırılan bir haslettir. Kısacası; Her Türk asker doğmaz... 


Kaan ÖZASLAN
21.05.2020