İlkokul çağlarımda, Dede Korkut hikayelerini fısıldadı kulağıma babam... Uyumaya hazırlanırken bunların masallaştırılmış halini dinlerken teypten, kapanıverdi göz kapaklarım... Atsız Ata'nın '' Deli Kurd'u, Bozkurtlar'ı ''süsledi sonrasında hayallerimi... Keşke o çağlarda doğsaydım, dedim anneme isyanla karışık... Yamtarlar, Sancarlar, Kürşatlar derken, Ötüken ve Altaylar özlemi yerleşiverdi küçücük yüreğime...

Zamanla birlikte yaş da ilerledi... Tarihin sisli sayfalarını aralamak ve okumak, benim en büyük zevklerim arasına girmişti çoktan... Sepetçioğlu'nun kitaplarıyla başka bir pencere daha açıldı fikir dünyamda'' Can Ocağında Pişen Aş ''oldu, Ahmet Yesevi'nin adı... Kapıyı Somuncu Baba açtı… Atlı geçitten Geyikli Baba ile geçtim... Şeyh Edebali buyur etti sofrasına… Akşemsettin doyurdu açlığımı…

Çocukluk ve gençlik yıllarımla uhrevi olan her şey cezbetti beni anlayacağınız... Türkler'in İslamiyet'i akın akın kabul etmesi gurur verirken, acaba neden, sorusunu da sorar oldum kendime... Okuyup araştırmalarım sonucunda bizim gerçekten seçilmiş ve şereflendirilmiş bir millet olduğumuz gerçeğini bir kez daha gördüm. Atalarımın o çağlarda akılları ve sezgileriyle yola çıkarak, inandıkları dinin adına ''Gök Tanrı'' dini demişlerdi... Türk töresinin güzellikleri bu inançla yoğrulmuş ve Türk kültürünü ortaya çıkarmış... Bu nasıl bir yaradılış harikasıdır ki, insanlar taşa, toprağa, yaptığı puta taparken benim atam Gök Tanrı inancı ile manayı yakalamış olsun... Bu inançta aynen İslamiyet'te olduğu gibi insana, hayvana, doğaya, kadına, yani yaratılan her canlıya çok önem veriliyor... Ahiret inancı, öldükten sonra dirilme( insanlar dirildiklerinde kullanmaları için kıyafetleriyle ve kıymetli eşyalarıyla gömülür), cennet cehennem kavramlarını kullanmaları, bu inancın bazı parçalarından olmuş... Şimdi sizin de, ''Neden İslamiyet ''sorusuna cevap verdiğinizi duyar gibiyim…


Kapa gözlerini bir an,
Uzakları dinle dan... dan...
Bu kapı Ergenekon'dan
Ses getiren örs kapısıdır... 

Dedim ya… Ergenekon yurdun adı, Börteçine kurdun adı diyerek büyüdüm ben…Bozkurt yapan ellerimde atalarıma şükran duydum hep…

Son birkaç yıla gelecek olursam, Buket Uzuner ve Terzioğlu'nun kitapları çıktı karşıma. Kaderin cilvesi gibi, bu kitapların baş kahramanları hep birer'' KAM'' idi. Kitaplarla vedalaşırken, kapaklarını okşarken ''Allah'ım yaşayan bir kam görmek istiyorum' diyerek niyaz ettiğimi hatırlıyorum. Bu niyazlarımdan birisi duanın kabul anına denk gelmiş olacak ki, İstanbul'a Altayların ruhani lideri olan bir kamın geleceğini duydum… Duyduğum andaki mutluluğumu, heyecanımı, zor uyuyabildiğim bir geceyi vurgularsam anlatmış olurum sanırım kısmen…


Mayamız Oğuz Ata, Dede Korkut mayası,
Düğünlerde bayramlarda ellerinde ellerimiz,
Yel estikçe alnımızda, yüzümüzde saçları

Bu mısraları hissederek düştük Pendik yoluna... Gün kutlu gündü. AKAY KİNE İstanbul'a gelmişti. Akay Kine Altay ruhunu bize taşıyan, Türk örf adetlerini canlandıran, Altayların ruhani lideri, yani kamın adıdır. Kamlar tam anlamıyla göğün yeryüzüne ulaşan sesidir. İrtibatın koptuğu, karmaşanın hakim olduğu zamanlarda gök ile kurdukları derin bağlantıyı yere yansıtarak, karanlığı aşmaya yardımcı olurlar. Doğayı çok iyi bildiklerinden ve okuduklarından elleriyle insanlara şifa dağıtırlar…

Özel yetenekleri sezgileri vardır. Türk tarihini çok iyi bilirler. Az konuşur, çok düşünürler. Kızıl elmayı hedef sayan, kendilerini Türk Millet'ine adayan ulu kişilerdir…


Bunları düşünürken ormanın derinliklerinde, uzun mavi beyaz elbisesi ve eşsiz sevimli gülümsemesiyle karşımda buldum Akay Kine'yi... Soydaşlarına kavuşma heyecanı içerisindeydi kendisi de... Tercümanı Günnur Hanım'ın da belirttiği gibi, her hareketinin bir açıklaması, sebebi vardı... Sarıldığı ilk soydaşına bakarken ilk cümleleri şunlar oldu:

''Türkler sarılacakları kişinin gözlerinin içine bakarlar. Göz teması çok önemlidir. Bakar ki' 'gözden göze , kandan kana, yürekten yüreğe bir bağ kurulsun''… Bu ifadenin güzelliği karşısında hayran hayran bakarken buldum kendimi Akay Kine'ye

Sizlerle o unutulmaz üç saatin en ilginç bulduğum kısımlarını paylaşacağım. Zira hepsini yazmaya kalksam yazı, köşe yazısı olmaktan çıkacak.

Akay Kine Türk'ün tanımını yaptı defalarca... Onun ifadesiyle Türk:

''Yüreğiyle yaşayan kişidir…Türk Türk'e savaş açmaz, açarsa o, Türk olmaz…Dini öne sürüp, Türk'ü bölene Türk denmez...''


Göğün oğlu olarak tanımladığı Atatürk için'' Atatürk'ün adını kötü anacak adamın boynunu Altaylar' dan gelip keserim' ifadesi hepimizi mest etti.

O esnada hafif hafif esen rüzgarın iyi şeylere işaret ettiğini söyledi. Bunun akabinde, beraberinde getirdiği bazı malzemeleri çıkararak ,kadınların sağa ,erkelerin sola geçmesini rica etti.. Diz çökmemizi ,fakat iki dizimizi birden asla toprağa vurmamamız gerektiğini , bizim aziz bir millet olduğumuzu vurgulayarak açıkladı.. Doğanın okunası bir canlı olduğunu , ondan bir şey alınca mutlaka ona hediye bir ikramda bulunulması (ekmek süt vs) ,toprağın üzerinde asla ateş yakılmaması ,gerektiğini vurgulayarak bizden taş toplamamızı istedi. Ateşi Altaylar' dan getirdiği arçın dalı ile, dua ederek yaktı. Çantasından çıkardığı süt ile Türk'ün misafirperverliğini hatırlattı. İkramın sağ el ile yapılacağını , sağ tarafın ana soyunu temsil ettiğini anlattı. İnsana ilk hayatı süt verdiği için, ana sütünden yola çıkarak süt ikramının öneminden bahsetmesi bizi ziyadesiyle şaşırttı. Ateşle yakılan arçınla çevremizde dua ederek tütsüleme ritüelini gerçekleştirdi. Yaptığı her hareketin manası gerçekten derindi.İki parmak kalınlığında kestiği üç ayrı renkteki patiska kumaşları seçtiği bir ağaca bağlarken şunu dile getirdi:

''Türk, asla kendine dua etmez…..''

Günün sonunda yine, yine ve yine anladım ki , biz aziz bir milletin torunlarıyız. Hiç bir millet yoktur ki; doğaya, kadına ,misafire, ataya, akıla, insana bu kadar hürmet göstermiş olsun…Kültürümüzün temel yapı taşı olan bu özellikleri çok iyi bilmek, yaşamak ve yaşatmak bizim boynumuzun borcudur.. Hani demiş ya atalar'' Ulular sözü dinlemeyen uyuklar'' Uyanmayı, dirilmeyi, titreyip kendimize dönmeyi ve her şeyin HAYIRlısını temenni ediyorum…Ve Türk'ün tarifiyle hoşçakalın diyorum:

Sen şarkın kınına girmeyen kılıcısın,
Dövüle dövüle tavlanır,
Vurula vurula kırılırsın.
Gene her parçanda bir kıvılcım,
Her kıvılcımından bin şimşek çakar.
İlahi bir kudretin ebedi bir feyzin var…Ey Türkkkkk…..

Gökçe Kız