Yıkılıştan Kurtuluşa... 

Özünde yıkıntı bir Osmanlı coğrafyasının yeniden paylaşımı olarak planlanmış olduğunu rahatlıkla düşünebileceğimiz 1. Dünya Savaşının hemen ardından, 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros silah bırakışmaması imzalanır basit tarih bilgimize göre.
Zaten asıl paylaşım da burada başlar bilindiği üzere...

Türkler için Mütareke değil müstemleke anlamına gelen imzaların hemen ardından Kasım 1918de başkent Istanbul'a Ingiliz'in kirli postalı, Mayıs 1919'da Yunan'ın pis ayağı kutsal İzmir topraklarına ayak basar.
Aralık 1918'de Fransızlar Adana'ya, ardından Ingilizler Antep'e çıkar. Maraş, Urfa bir bir nasibini alır bu eli kanlı emperyal çetenin aşağılıklıklarından...

Trabzon, daha önce 1916'da,
Kars ise çok çok daha önce 1850lerde Rus boyunduruğuna girmiştir bile...

Kuvva milisleri gayrinizami harbin en iyi örneği olarak teşkilatlansa da, bir müddet sonra başıbozukluğa evrilmesi an meselesidir. Ordu dağılmış, silahları depolara kaldırılmış, depoların anahtarları düşman askerlerindedir. Daha fenası ise, ordu komutanlarının bağımsızlık fikirlerinin düşman hapishanelerinde mahsur olmasıdır. Hiçbiri tam bağımsızlık fikrini aklının kör kuyusundan bile geçirmez. Yüzyıllardır süren "bizden bişey olmaz" fikri, tam da bu demektir çünkü. Beyinlerini özgür bırakamayan komutanlar... Kısmen özgür bırakanlar ise Sarıkamış dağlarında binlerce askerin canına mâlolan hayalperestlerdir.

Mustafa Kemal güneşi Anafartalar ufuklarından sonra ikinci kez işte böyle zamanlarda doğar yurdun üzerine bir Mayıs sabahı... İnanç ve azmin birleşimidir gözlerinde çakmak çakmak parlayan...

Milyonlarca kilometre toprak elden çıkmış, Anadoluda kalan bir avuç vatan üstünde de düşman askeri cirit atarken, bozkırın ortasında, yoktan var edilen orduyla Ağustos sıcağında düşmanı Akdeniz'e kadar kovalamak çılgınlığı tabii ki, -yıllardır kendileri ve yandaşlarınca "kefere Kemal" tabir edilen- Mustafa Kemal'in üstün dehasının ve ona inanan yüzbinlerin azim ve imanının sonucudur.

Neticede 24 Temmuz 1922'de dünya tarihinin belki de emperyalizme karşı verilmiş en büyük mücadelesinin destansı zaferi imza altına alınır, yeryüzünün gördüğü en çakal siyasetçilere karşın. "Sevr'i şimdilik çekmeceye kaldırıyorum" der Ingiltere...

Sonuç olarak önce Anadolu, sonra İstanbul mabedimizin göğsüne değen bu namahrem elden kurtulur, Asya ile Avrupa'nın birleştiği yerde hür ve müstakil Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak tarih sahnesinde yerini alır 17. TÜRK DEVLETİ...

8 paragrafa sığan ama tarihe sığmayan, yüzbinlerce yetişmiş Türk evladının şehadetiyle sonuçlanan bu süreç, evveliyatı aslen 1600lerin sonlarına giden Osmanlı Imparatorluğunun geri çekilmesinin son merhalesidir. Tarihin en eski ordusu olan Metehan'ın ordusu, neresinden bakarsanız bakın başkenti işgal edilen bir ülkenin yeniden bağımsızlığına kavuşmasının tek örneği olan bir destana imza atmıştır o yıllarda...

Her yönden yeniden imar edilmeye başlanan genç Türkiye Cumhuriyeti, üzerinde inşa edildiği medeniyetlerin kültür miraslarını da korur ve sahip çıkar. 1500 yıllık Aya Sofya'da bu birikimin eşsiz bir hediyesidir aslen. Mimarisi, döşemeleri ve süslemeleriyle asırlara meydan okuyan bu miras müzeleştirilir. Kanaatimce en akıllıca karardır... Kaldı ki bunu şer yuvası olarak bilinen Fener Rum Patrikhanesini Lozanda kapatacak cesarete sahip kadrolar yapar... Fatih'in içeride ajan gibi tuttuğu şer yuvasıdır o Patrikhane ister kabul edin, ister etmeyin. İstanbul'un işgalini elleriyle beslemiştir.

Şimdi bu müze, o patrikhaneyi tekrar açanlarca, patrikhaneyi kapatanlara küfürler edile edile tekrar camiye çevriliyor Lozan'ın yıldönümünde... Üstelik tarikat ve cemaatler arası bir iç savaşın ortasında buldu kendini... Artık hangisinin bakanı galip gelirse... Bana öyle geliyor ki yine Nakşiler kazanacak... 

Netice itibariyle... Çevrilsin, belli ki memlekette camiler yetersiz. Millet namaz kılacak yer bulamıyor, üst üste namaz kılıyor. Bununla birlikte adı bile bir kültür mirası olan ve tapuda zaten camii olarak yer alan nam-ı diğer Camii Kebir, Aya Sofya 1600 yıllık döşeme ve işlemeleri hunharca yok edilerek kamuya hizmet edecek... Keşke etmese bizim kamuya hizmet falan... Neticede bu kamu, Anadolu'nun eşsiz kıymette çinilerini, kabartmalarını yurtdışına kaçak göçek satan... 

Söylemek istediğim çok şey var, lâkin söz çok uzadı.

Akif ile bitirmek istiyorum bu sebepten...
"Allah bir daha bu ülkeye İstiklal Marşı yazdırmasın" dostlar...