İlk çocuğum doğana kadar, bir insana karşı bu şekilde bir sevginin mümkün olabileceğini tahmin etmemiştim.
Ne zaman o küçük, buruşuk bas bas bağıran bebeği kucağıma verdiler, işte o an hayatım değişti. 

O gülünce güldüm,
o ağlayınca ağladım.
Hastalanınca sabahlara kadar annesiyle beraber nöbet tuttuk.
İlk aşısı için daha o minicik vücuduna batırılan iğnede benim canım yandı.
Bizi tanımaya başladığında mutluluktan uçtuk. 

Bir gülümsemesi ile dünyalar bizim oldu. 

Hani Serhat Kabaklı hocam yazmış ya: 

Cihan yanar sen gülende,
Gül Oğlum!

Serhat Kabaklı

​işte tam bu duygu, fazlası var, eksiği yok. 

İlk manasız seslerle bize dünyaları anlatıyordu sanki.
İlk kelime ve cümlelerinde ruh halimizi siz düşünün... 
Oturabilmeye başladığında, emeklediğinde ve ilk yürüme deneylerinde... 

Ve bir gün işten eve gelirsiniz ve kapıda sizi bekleyen o dur, ilk defa!

Eminim her anne baba bu duyguların tarifinin zor olduğunu kabul edecektir.

Hayatınıza hayat katar bu minik insan, geride kalan her şeyi manasızlaştırır adeta...
Sonra biraz daha büyür, kreşe veya okula başlar...
Ve doğduğundan beri hayatınızın can merkezi haline gelen evladınızı ilk defa yabancılara emanet etme durumunda kalırsınız.
Tuhaf bir histir.
Buruktur...

Evladınızın geleceği için yapmanız gerektiğini bilirsiniz ama yine de yapmak istemezsiniz.

Büyür yavrunuz, artık yavaş yavaş kendine çevre edinmeye başlar. Okul arkadaşları olur.
Yavaş yavaş sorumlulukları başlar.
Okuldan eve şikayet geldiğinde, kötü not aldığında üzülürsünüz, kızarsınız, iyi notla gelirse gururlanırsınız, sevinirsiniz.

Yemin ederim, kendim öğrenciyken okuldan bu kadar tırsmamış, okulu bu kadar önemsememiştim.

Hayalleriniz olur geleceğine yönelik.

Dünyanın en sorumluluk gerektiren en zor işidir çocuk yetiştirmek.

Doğruyu, yanlışı,
haramı, helali öğretmelisiniz.

İstersiniz ki vatana, millete, topluma hayırlı bir fert olsun, dürüst olsun, namuslu olsun!

Üstüne titrersiniz evladınızın,
o vardır, o önemlidir...

Bu satırları neden yazdığımı belki merak ediyor olabilirsiniz.

Eğer çocuklarınız varsa bütün bu yazıp ifade edemeyeceğim duyguları zaten anlıyorsunuzdur,
henüz çocuğunuz yoksa anne, baba olduğunuz da kesinlikle anlarsınız.

Allah herkesin gönlüne göre versin.

Bu bahsettiğim duygularla, hayallerle, evhamlarla en önemlisi benzeri mümkün olmayacak sevgiyle kim bilir hangi zorluklar altında büyütülüp vatana hizmet etmeleri için polis olan fidanları alçak bir terör saldırısında kaybettik bugün. 

Aylardır vatanımızın değişik köşelerinden benzer haberler alamadığımız gün kalmadı neredeyse. 

Bu çocuklar sizin öz evlatlarınız olmayabilir!
Ama bu çocuklar siz rahat rahat evlatlarınızı kucaklayasınız, akşamları onlara sarılıp onların sıcaklığını hissederek uyuyabilesiniz diye şehit oldular! 

Bu çocuklar şerefsiz, kahpe hainlerin eliyle şehit oldular ama
basiretsiz, ülke, millet, vatan ve bayrağın çıkarını düşüneceğine, oportünist ve şahsi menfaat peşinde olmayı tercih eden ihmalkar ve hain bir yönetim zihniyeti yüzünden şehit oldular! 

Bu çocuklar böyle bir yönetimi engellemeyen, bırakın engellemeyi hatta ve hatta destekleyen bir muhalefet anlayışı yüzünden şehit oldular! 

Dediğim gibi, can veren çocuklar hasbelkader sizin öz çocuklarınız olmayabilir. 

Uyanmanız, anlamanız, görmeniz için illa öz evladınız mı bayrağa sarılı eve gelmesi gerekiyor? 

Başta şehitlerimiz olmak üzere bu hain saldırıda hayatını kaybeden her Türk vatandaşına Allah'tan rahmet, aile ve sevenlerine sabır diliyorum. Yaralılarımıza Tanrı'm acil şifa versin. 

Biz ne zaman bu acıyı kendi öz evladımızın acısı gibi hissedersek, işe o zaman tekrar millet oluruz. 

Onun için ateş düşmeden yanmak gerek...

Mehmet Alp
7 Haziran 2016