Eğitimi su damlasının oluşturduğu dalgaya benzeten ve çocukların devlete emanet olduğunu savunan Platon ile mutluluğun bilgiyle elde edilen bir kavram olduğu erdemini öğreten Sokrates'in görüşlerini elbette biliyoruz; tabii ki Celal Şengör de biliyor bunları. Ancak Milli Eğitimdeki gitgellere sessiz kalıp egitimin yaygınlaşıp kalitesizlestiğini ifade  eden Celal Şengör Hocaya yüklenmek ne kadar adil bilemiyorum doğrusu. Aslında Celal Hoca mevcut durumu ortaya koymaya çalıştı ama yine bize has hususiyetimiz olan cımbızlama yöntemini benimsedik milletçe. Söylediklerini şımarıkça bulduk, anlamaya çalışmadık. Ülkemizde herkes öğretmen, avukat, doktor olmalı gibi bir algı, yarış oluşturuldu. Sonrasında ise diplomalı işsizler ordusu bir tarafta, kalifiye eleman bulamayan iş sektörü bir tarafta. Eğitimi yaygınlaştırdıkça kalite düşmedi de ne oldu. Bir taraftan her şehirde kaliteleri malumunuz olan üniversiteleri sayması bile yarım saatimizi alır. Velhasıl Celal Hocalar, İlber Hocalar kolay yetişmiyor memlekette, bırakalım biraz şımarsınlar. Tepki göstereceğimiz kimseler bunlar değil elbette. 

Gelinen duruma dönersek nasıl derseniz; Neyzen Tevfik'in şu dizesi gibi:

Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti,

Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti!

Aydınlığa açılan eğitim kapısı, kurcalamalar yüzünden kilit vurma aşamasına doğru ilerlerken toplumdaki sınıfsal yapı arasındaki makas da hızla açılmaktadır. Velhasıl yarınların toplum liderleri artık varoşlardan veya taşralardan çıkmayacağını rahatlıkla ifade edebiliriz. İnsanların eğitime olan inancının azalması tehlikeli bir durumdur. Umuda yolculuktur eğitim milletimizin nazarında. Haksız da sayılmazlar. Umudu eğitimde arayan aziz milletimize bayağı haksızlık yapmışız şu geçen sürede.

Madem sistem dedik, bu işin başındaki yapıyı neden hiç konuşmuyoruz: Milli Eğitim Bakanlığı Teşkilat yapısı. Eğitimi çekip çeviren, kararların alındığı yer burası. Eğitimi kurcalayanlar işte bunlar. Biraz da biz onları kurcalayalım bakalım.

Aslında mevcut iktidarın dördüncü MEB Bakanı Ömer DİNÇER mahalli idareler teşkilat yapısıyla ilgili bilgi birikimini bu bakanlıkta uygulamak istediyse de o da kurcalamaktan öteye gidemedi. Başarısız olmasının nedeni ise eğitimin farklı bir alan olduğunu fark edememiş olmasıydı. Kısacası eğitimden bihaberdi.

Milli Eğitim Bakanlığı teşkilat yapımız nasıl önce buna bakalım.

Merkezden yönetilen bir yapımız var. En tepede Bakan var. Bir bakan yardımcısı, iki müşavir, bir özel kalem müdürlüğü, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, YÖK ve Müsteşar Bakana bağlılar. Yedi müsteşar yardımcısı, on dört genel müdürlük, Teftiş Kurulu Başkanlığı, İç Denetim Birimi Başkanlığı ve bir sürü daire başkanlığı ile yurt dışı teşkilatları,il, ilçe ve kurum, okul müdürlükleri Müsteşara bağlı.

Müsteşar yardımcılarının, genel müdürlüklerin ya da daire başkanlıklarının fazla olması veya hantallığa yol açması ile ilgilenmiyorum. Mutlaka önemli işleri vardır. İhtiyaç olmuş ki bunlar açılmış, gereksiz olanı da vardır illaki. O makamlara hak edenler gelsin kâfi. Benim ilgilendiğim yapı, çocuklara en yakın olan İl Milli Eğitim Müdürlüklerinden itibaren olan kısım: İl, İlçe ve Okul Müdürlükleri… İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün bu yapıda ne işi var tartışılması gerekir. Çünkü bu mekanizmada en güçsüz ve yetkisiz olan mevki okul ve kurum müdürlükleri. Okulun gücünü emen, gereksiz işlerle uğraşan, uğraştıran bir yapıya sahip ilçe müdürlükleri. Bütün yük okul müdürlerinin omzunda aslında. Okul müdüründen, çocuklar donanımlı yetişsin istiyoruz, öğretmene karşı yetkisi yok; okullar temiz olsun diyoruz, para yok; gezi, etkinlik yapmasını istiyoruz, olmaz bir sürü yerden izin almalısın falan filan. Okulları okuldan yönetirsek ne il müdürlüklerine ne de ilçe müdürlüklerine ihtiyacımız kalır. Kesinlikle yapılmaması gerekenleri yapmışız ki okulları güçsüz kılmışız. Yetmemiş Alo 147 ile velilere de sistemi kurcalamaları için fırsat vermişiz. Peki, okul nasıl güçlü olur:

Geniş katılımlı bir kurul tarafından seçtiğimiz okul müdürüne okulun mali yönetimini, öğretmen alımına ve öğretmeni görevden alma yetkisi ile diğer tüm işleyişi müdüre vererek okulu güçlü kılar, rasyonel anlamda da yönetimini sağlamış oluruz. Okul meclisinin kurulması da yine okulu güçlü kılan unsurlardan. Tabii ki kanunen hata yaptığında da görevden alınacaklardır, bu doğaldır. Yalnız söylemek zorundayım bunun için mevcut 657 yasasının değiştirilmesi gerekiyor.

Yurt dışında bir eğitim toplantısında İsveçli grubun başındaki okul müdürü ile sohbet imkânımız olmuştu. Adı Jorgen. Jorgen'e, yakın çevresindeki üç okulun sorumluluğu verilmiş. Kendisine yıllık 1 milyon Euro veriyor devlet. Bu parayla öğretmen maaşlarını ödeyip, okulun işleyişi ile ilgili diğer harcamaları yapıyor. Öğretmenlerini kendileri seçiyor. Mutlu öğrencileri var, okula girerken ayakkabılarını çıkarıyorlar. Kızının Antalya'da yaşadığını Türkiye'ye sık gidip geldiğini söylüyor, gitar çalıp, şarkı söylüyor, özgüveni çok sağlam, aynı zamanda çok da saygı görüyor. Tabii bu karizmanın, devletinin kendisine verdiği güçten ve güvenden kaynaklandığını rahatlıkla anlayabiliyoruz.