Söylenecek o kadar çok şey var ki... Hangisinden başlasam bilemedim.

Edep erkân bilmekten başlayayım, sonunu içsel sesime bırakayım. Bir yere götürür elbet beni.

Hiç kimseye edep erkân dersi vermek gibi bir niyetim yok, haddim de değil. Fakat 31 Mart gecesinden beri edebe ve erkâna aykırı o kadar şey yaşadık ki, sussam olmuyor, susmasam olmaz.

Mesela;
İstanbul oylarının tekrar tekrar
saydırılması...

Genel seçimlerde bile iki saatte bütün Türkiye'nin sonuçları alınırken, nasıl oluyor da günlerdir İstanbul sayılamıyor?

Bu hangi kitaba sığar, hangi edep ve erkân usulünde vardır bu kadar gerginlik yaratmak!

Günlerdir insanlar oy pusulalarının üzerinde yatıp kalkıyor. Yazık değil mi o insanlara?

Bize yazık değil mi, safi göz kulak olmuş bekliyoruz.

Biz bu vatanın evladı değil miyiz? 

Demokrasinin tanımı bu muydu? Hani biz demokratik bir hukuk devletiydik?

Bükemediğiniz bileği bir kere de öpün de büyüklük sizde kalsın. Sultan Süleyman'a kalmayan dünya, hep size mi kalsın? Nedir yani! Mahşerin dört atlısı mısınız? Bu öfke, bu hırs, KİBİR niye? (Dördüncüyü Gözümüzle göremediğimiz için söylemedim.)

Ya kaş yaparken göz çıkaranlara ne demeli! 

Kendini kültürlü, bilgili, görgülü, modern sananlar; neden insanları aşağılıyorsunuz acaba? O aşağıladıklarınızdan dolayı bugün bu noktaya geldik. 

Bir kesim aşağıladı, alay etti, dalga geçti. Öteki kesim ise kin ve nefret biriktirdi içinde. 

İnsan, en çok üzüldüğü noktada duygu karmaşası yaşıyor. Ağlamak gerekirken gülmeye başlıyor. Kara mizaha sarılıyor.

Kara mizah doğru yapılırsa, çok gerekli ve yol göstericidir. Ama doğrudan bir şahsın fiziksel özellikleri üzerinden mizah yaparsanız, ona mizah bile denemez. Bu edebe ve erkâna aykırıdır. 

Birilerini karşılaştırıp, birini övüp diğerini yermenin kime ne faydası var, insanları zor durumda bırakmaktan başka! Bakalım o övdüğünüz insan bu durumdan memnun mu? Ki, öyle olmadığı da ortada zaten. 

Kavramları paylaştık, çocuklarımızın isimlerini paylaştık, şarkıları paylaştık... Paylaştık da ne oldu! Ancak birbirimizi ötekileştirdik.

Dini inançlar gibi hassasiyetleri öyle bir kullandılar ki; insanlar sırf Kuran-ı Kerim'de geçiyor diye tek başına anlamı olmayan edatları çocuklarına isim diye koydular ve bununla takva sahibi oldular. Kimin takva sahibi olup olmadığını kim bilebilir!Takva kelimesini en çok kullanan ama çok hak yiyen o kadar çok insan tanıdım ki...

İşte bu ayırımcılık; bir grup seçmenin yaşadıkları acı hayata rağmen, makarna kömür aşkına üzerinden hiç geçmedikleri yollar, hiç uçmadıkları hava alanları için ezberletilmiş cümlelerle sandıklara gitmelerine sebep oldu. Sonuç ortada.

Siyasi görüşlerimiz, yaşam biçimlerimiz, duruşumuz, oturuşumuz farklı olabilir. Ama biz, hepimiz bu vatanın evladıyız. Vatan bir bütündür. Kişi ya da bir zümreye ait değildir.

Tam umudumu kaybetmek üzereyken, bir ışık parlıyor yeniden. O ışığa dönmek istiyorum, umuda dönmek istiyorum...

...

"Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak.
Unutma; aynı gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak."

Nâzım Hikmet