"Kaygı" küçük yaşlardan itibaren bize empoze edilmiş. Biz derken, kimi kastettiğimi tam olarak bilmiyorum. Hayat üniversitesinden mezun, dar gelirli, muhafazakar bir ailenin kızıyım. Çevremdeki yaşıtlarımın çoğu da öyle. Bahsine gireceğim konunun sınıfsal mı, kültürel mi yoksa dinsel mi olduğunu kestiremediğimden hangi kesime ait olduğuna siz karar verin.

Küçüklüğümden hatırlarım ne zaman beni bir gülme krizi tutsa mutlaka etrafımda birileri "bak çok gülüyorsun ardından ağlayacaksın ha!" diye uyarırdı. Ruh halime göre bazen önemsemez, bazen ardından kötü bir şey olmasın diye gülmeye korkar, bazen de birkaç gün içinde başıma gelen kötü bir olayı kendi kendime o gülmeden sebep diye yorardım.

Oysa hayat inişli, çıkışlı. Gülmek de var üzülmek de. Neden gülmek, ağlamaktan kötüymüş gibi kanıksanmış bilemiyorum. Bunun idrakine kendini bildiğinde varıyorsun. Daha doğrusu bunu idrak etmek epey zaman alıyor o arada kendini buluyorsun.

Daha kötüsü var!

"İnsan sevdiğiyle sınanır." "Birini çok sevmeyin kaybedersiniz."

Aman Allah'ım! Keşke bu sadece ağlamak gibi bir şey olsa. Keşke sadece kendimle alakalı olsa. İnsanı sevmeye korkutan cinsten.

Beni tanıyanlar bilir. Bilmeyenler de şimdi öğrenmiş olur. (Bu ifade ukalayım demek değil kendimi ifade etmek.) Hislerimi ifade etmek anlamında benim pek saklım gizlim yoktur. Sevgimi ulu orta söyler, gösteririm. Sevgi'li eşime olan muhabbetimden ulu orta bahsettiğim zaman veya sosyal mecralarda bize ait bir görsel paylaştığım zaman mutlaka dostlarımızdan "çok sık dillendirmeyin, nazara gelirsiniz, Allah korusun başınıza bir şey gelir" vs gibi sözler geliyor. Biliyorum elbette bizleri düşündükleri için söylüyorlar. İyiliğimizi istiyorlardır. Bundan hiç şüphem yok. Ardından da eklerler "her göz iyi niyetle bakmaz" Eyvallah bunu da bilirim. Hatta bazen bu sözlerden o kadar etkilenirim ki çok seviyorsun ya işte başına bir şey gelmesinden korkar, başına gelebilecek olası bir kötülüğü çok sevmene yorarsın. İşte yine aynı şey!

Sizin özel hayatınızdan bize ne diyecek okuyucu için konuyu daha fazla uzatmadan şuraya bağlamak istiyorum;

Neden sevgi diliyle konuşamıyoruz? Neden gülmeyi sevemiyoruz? Neden sevgimizi gösteremiyoruz? Bunu gösterenler illa başkalarına gösteriş mi yapıyordur? (Ne ihtiyaç varsa?) Neden sevmede cesur olamıyoruz?

Bedel olarak karşılığında talep edilenler ise; Susmak, kaygı, korku!

İşin "Nazar" boyutuna gelince, valla nazara ben de inanırım. İyi de bunun da bir antisi olması lazım! Virüse karşılık Antivirüs varsa, gribe karşılık tedavisini sağlayan bir ilacı varsa, nazarın da bir antinazarı olması gerek! O da bakış açısı kardeşim. Sevelim, sevilelim, örnek olalım, özendirelim. Özenmek ifadesini fesada çekmeyiniz. Sağlıklı ilişkiler yaşamayı, doğru insanları seçmeyi, saygı duymayı özendirmek. Mesela benim en yakınımdaki örnek Bünyamin Aksungur & Behiye Genç Aksungur çiftinin 41 yıllık evlilik ve muhabbetleri. Ne hoş!

Hâlâ daha bu yersiz kaygılara kapılabiliyor hasta mıyım la ben diye kendime sormadan edemiyorum. Bir yandan iç dünyamda yenmek için de mücadelem sürüyor.

Gelin kendimizden başlayalım. Ben benden, siz kendinizden. Kaygıları bertaraf etmeyi, sevgiyi doyasıya yaşamayı ve korkular karşısında kalabalık bir güç oluşturmayı başaralım. Naçizane böyle düşünen dostlarımıza olumlama yapmasını tavsiye edelim. Her birimiz birer NAZARSAVAR olarak yaşadığımız sürece gereksiz kaygılar toplumda bulduğu karşılığı kaybedecek, gülmede ve sevmede sağlıklı bireyler olarak yaşamımızı sürdürebileceğiz.

(Bu arada benim yazılarım bana kalırsa Tahtapod formatına pek uymuyor. Şahsi alanlarda yazdığımda üç beş cümlem için saçmalardan seçmeler derdim. Siz de öyle kabul ediniz. ;) Arada biraz yeşillik olsun.)