Ete - kemiğe bürünmüş ve sürekli hareket halinde olan canlılarız. Sistematik ve karmaşık hareketlerle kendimizi var ediyoruz. Beynin fonksiyonları düşündüklerimizi ve hissettiklerimizi bize anlamlı kılmaya yardımcı oluyor. Nesnelerin hareketliliğindeki anlamı bilinç düzeyinde kavrayan bir hayvan türü ile karşı karşıyayız. Medeniyetleri kurmuş ve yıkmış bir hayvan türü.

Gerçi anlatmak istediğim şeyler bunlar değil. Fakat ne kadar duygusal olduğumuzu anlatmak için iyi bir girizgah olduğunu düşündüm. Benim derdim hayatımızı yaşarken ne kadar da tesir altında olduğumuzu göstermek. Sosyal bir varlık olmamız sebebiyle sürekli dış etki altında kalıyoruz ve benliğimizi bulmakta zorlanıyoruz. Hayatımın büyük bir bölümünü düşünmeye ve çeşitli sonuçlar çıkarmaya adadım. Cioran'ın içimizdeki peygamber tanımına uygun davranmaya çalıştım. Modern dünyada olan şeyler ise içindeki peygamberden ziyade şeytana uygun. Şimdi bu ikilemin savaşı insanlığın her döneminde oldu. Fakat hiçbir vakitte bu kadar tamamiyle doğada yaşadığımız döneme benzememiştik. Korku, telaş, varlığını insanlara kantılama çabası, ne olursa olsun güçlü ol mottosu, kadınların ve erkeklerin diğerlerini hiçe sayarak güçlü ve güzel olana yönelmesi, modernitenin dayattığı birtakım suni kalıplar bizi öylece insanları sıralayabileceğimiz bir düzene yönlendiriyor.

Hayatımızı yaşarken tesir altında kaldığımızı işte bu nedenlerden ötürü söylüyorum. Bunlar çürüme ile alakalı şeyler. Tamamiyle doğada olduğumuz vakitler keşfediyorduk. Hayvan ya da insan öldürmekten çekinmiyorduk. Şimdi ise keşfetmeyi bırakıp hazır olarak sunulmuş birtakım değerlerin anlamını araştırmaya çalışıyoruz. Kokuşmuş bir sürüye dönmüşüz. Aptal ve nereden geldiğini bilmeyen bipedal Sapiens. Çürümenin denemesi yazısının sebebi budur işte.

Ben çürüyor muyum peki? Hayır… Her insanın bitip tükendiği kadar tükenen, dökülen yapraklar kadar sakinlikle ölümüne doğru koşan biriyim. Bu süre zarfı içerisinde hissettiğim şeylerin birer anlamı olması gerektiğine dair inancımı geliştirerek geliyorum. Böyle yaparken elbette yıpranıyorum. İdealistlik duvarı örüyorum. Fakat insan olduğumu hatırlıyorum ve bundan berhudar oluyorum. Maske takıp alaycı, komik ya da ikiyüzlü görünmek yerine düşünceli, mağrur, meraksız ve bitik duruyorum. Çünkü şimdiki ruh halim bu. Beni görenlerin bana karşı küçümseyici, mutsuz ve ruhsuz hallerine aldırmaksızın… Özellikle en çok önemsediğim kişinin beni bezmiş biri olarak adlandırmasına aldırmadan… Diğer türlüsü benim için bir intihar, benim için bir kimlik kaybıdır. Evet şu an yıpranmış, bıkmış ve hayattan zevk almayan biri haline dönüştüm. Gerçekten böyle hissettiğim için böyleyim. Bu da beni "bilinçli bir Sapiens" yapıyor. Maskeciler ise birer sahtekara dönüşüyor. Kanayan yarayı eliyle kapatırken duracağını sanan, mutluluktan uçan bir sürü. Gerçi kaybedecek neleri var ki?

Yazmak, haykırışın diğer adıdır. Benim mecram haline gelmiş bu satırlar var olmanın birer aracı. Duymayan bir insanlığa seslenmek beyhude bir çaba olarak görülebilir. Ama işin zevki burada zaten:

Kendine kendine konuşmak…