Fatma Arapçada sütten kesilmiş, cehennemin ateşinden kesilmiş olması umulan kız evlatlara verilen ad. Büşra ise müjde anlamına geliyor, tanrısal kaynaklı olduğu ima edilen müjde…İstanbul, Şirinevler'deki Fatma on yedi kardeşi Büşra on dört- on beş yaşlarında; tam da ergenliğin bitmez tükenmez çalkantısında, sınır belirleme yeteneğinin geliştirilmesi gereken çağlarda idiler. Başka akranları risk ölçme ve alma yetilerini geliştirmeye çalıştığı eğitim aşamalarını tamamlamaya çalışırken onlar bir yerlerde çalışmaya gidiyordu. Aile de öyle sanıyordu, benimsedikleri şekilde giyinmiş başını örtmüş, muntazam ve mutaassıp, görsel seviyede riskten uzak, bilmem hangi merdiven altı işlikte çalışmaya gönderilmişlerdi.

Fatma ve Büşra için ailenin bilmediği bir gündem, yaşam biçimi vardı ki gün yüzüne olabilecek en uğursuz biçimde ortaya çıktı. Aile tarafından bilinmiyordu belki, çağ itibariyle dış dünyayı en çok merak ettikleri dönemdeydiler, erkek arkadaşları vardı ve diğer iletişimde bulundukları çevre farklıydı. Kızlar yabancı bir evde kanepeye uzanıp üzerlerine battaniye çekerek uyuyabilecekleri bir atmosferi normal olarak değerlendirebiliyorlardı. Büşra'nın ölümün gerçekleştiği evde yaşayanlar, başka ailelerin çocuklarının kendi riskli bir alanlarında olmasından rahatsızlık duymuyorlardı. Ortalıkta uyuşturucu, silah madde yoksunluk krizleri normal bir şey gibi duruyordu. Büşra'nın ölümü ile ilgili yansıyan haberlerde her gün bir başka inanılmaz detay yer alıyor. Sayısız suç ve sayısız eylem iç içe geçmiş. O evde Büşra vuruldu ve abla uzun süre evin içindeki yasa dışı malzemelerin saklanmasını bekledi. Büşra'nın adım adım kan kaybedip ölümüne sebep oldu. Karındaşına nasıl bir yabancılaşma, anlamak mümkün değil.

Şimdi Büşra-müjde- mezarda, Fatma–cezadan cehennemden kesilmiş- tutukevinde… Türkiye'de alışılmıştır, büyük kardeş küçüğe göz kulak olur. Bebek kardeşine bakan abla ve ağabeyler vardır. Kendileri büyümeden çocuk büyütürler. Ebeveynler bir şekilde büyük çocuklarına vazife aktarır. Belli ki yaş itibariyle büyük çocuk Fatma'ya kardeş Büşra emanet edilmişti. Kendini sakınamayan Fatma kardeşini de koruyamadı.Bir kez daha görülüyor ki aile ve kan bağları sağlıklı-güvenli toplum birimleri oluşturmaya yetmiyor. Çok ciddi bir sosyal tutum ve akılcı bir eğitime ihtiyaç duyuluyor.

Toplumu eğitecek, geliştirecek, risk alanını yok edecek görevliler var. Eğitim, sağlık, kolluk, sosyal yapı donatanları da göz kırpmadan Fatma, Büşra, Ali, Ahmet, İlhanların yaşamını tehlike altına düşürmeyecek biçimde toplum ve çevre yapısını gözetleyip düzenleme faaliyetini sürdürmeliler. Sosyal devlet aileyi geliştirirken dezavantajlı kesimleri koruyup geliştirmek için, diğer yapıları devreye sokarak fırsat eşitliğine doğru itmeliler. Örnek olayda temel sorumlu uyuşturucu gibi görünse de asıl sorun aile ve toplum düzenini sağlık ve akılla birlikte kuramayan fertler ve oluşturdukları kamusal birimler.

Kamusal birimlerin zirve noktalarından İç işleri bakanı Süleyman da ara sıra bana ve benim gibi vatandaşlara mesaj atıyor. Sonuncu SMS zaman olarak Fatma-Büşra hikâyesiyle çakıştı, "çocuklara sahip çıkmamı" istiyor.Süleyman işin başında ortamı düzenleyecek aktörlerden biri. Beni bilgilendirmeli, tehlikeli alanları göstermeli ama neyi nasıl yapacağımı bilemediğim bir göreve çağırmamalı. Vatandaş ben, vergi ödüyorum, başarılı bir biçimde toplumu yönetme görevini yapmak, kamusal işleyişi aksamadan yürütmek üzere onu ve diğer kamu görevlilerini işe aldım. Hatırlatmak için ne yapmalıyım? Sıradan bir vatandaş olarak paniğe kapılıyorum.

Süleyman'ın sms ile benden çocuklara sahip olmamı istediği günden itibaren basında yayımlanan uyuşturucu suçlarından gözaltına alınmış kişilerin fotoğraf ve filmlerini izliyorum. Görünümüne bakılırsa birazdan namaza duracakmış gibi görünen teyze (ana lakaplı imiş) bağırıyor "esrar yakalattım esrar!" başka bir resimde görünen genç memure hanım laborant, para karşılığı uyuşturucu test sonuçlarını değiştirme pazarlığına girmiş (ailevi ihtiyaç baskısı ile yapmış!), bağrınıza basılası bir arkadaş olarak kahve içebilir ardından muhabbet kotarmak için telve inceleyebilirsiniz… Bir diğeri polis olarak işe almışsınız, Fetöcü olduğunu operasyonda ele geçirilen uyuşturucuyu yeniden pazara sürünce fark etmişsiniz… Anlatmak istediğim şu ki, eskilerde olduğu gibi uçta tipler değil bunlar, kapı komşunuz amca teyze diyebileceğiniz kişiler. Yanı başımızdaki insanlar toplumsal sorumluluğu kaybedip para elde edebilmek için en kötü şeyleri yapar olmuşlar.

Kontrol- izleme sistemine dâhil olmuş kişiler ve henüz fark edilmemiş, satıcı –kullanıcı, ne kadar insan uyuşturucu maddeler kullanıcısı ve ticareti piyasasını oluşturuyor? Kaçımız Fatma ve Büşra gibi çocuklarımızı doğal bağışık, uyuşturucu batağını da bizden çok uzaklarda hissediyoruz? Gerçek tutumumuz nedir? Sanıyorum ki bu soruları cevaplayabilecek konumda değiliz. Belli ki çerçeveyi çizmek için yeterli bilgimiz, kavrama gücümüz yok. Toplum olarak odağımız değişmeli, mücadele yöntemlerini bireysel seviyede başlamak üzere aktif biçimde sürdürebilmeliyiz?

Türkiye'nin öteden beri uyuşturucu trafiğinin transiti olduğu söylenir. Otoritenin söylemleri son birkaç yılda hedef ülke durumuna da geldiğimiz şeklinde değişmeye başladı. Büyük şehirlerden küçük birimlere doğru yayılma gösteren zehir ticaretini kavramaktan çok uzaktayız. Toplumun ekseriyeti uyuşturucu dünyasının faaliyetini kendilerinden çok uzakta gerçekleştiğini sanıyor. Bu günlerde Google hazretlerine girin ve uyuşturucu haberleri başlığı ile bir tarama yapın; Samsun, Trabzon, Çorum, Zonguldak, Uşak, Mersin, Aydın, Van, Konya, Sakarya, Bilecik… Seksen bir vilayetten, ilçeden ve daha küçük yerleşim birimlerinden haber var. Pazar olmuşuz, bir fuarımız eksik!

Uyuşturucu arzı giderek artan bir seyir izliyor. Örneğin Afganistan 2017 yılında 10500 ton tahmin edilen uyuşturucu ziraatı yapmış buna karşın yakalanan tutar 91 ton. Üzerine Hindistan, Orta Asya ve Orta Doğunun terörize edilmiş, sosyal dokusu alt üst ülkeleri ile uyuşturucu pazarında giderek yükselen Çin'i koyarak üretim-tüketim döngüsünü ve ekonominin büyüklüğünü hayal edin. Bunca büyük arzın bizde de talebi var, çocuklarımız giderek daha çok madde ile tanışıyor. Türkiye üzerinden dünyaya sevkiyat yapıldığını biliyoruz. Önemli miktarda madde Türkiye sınırlarında kalıyor olmalı, yurt genelinde bu denli genişlemiş faaliyet öyle olduğunu düşündürüyor.

Doğudan batıya ziraat kaynaklı uyuşturucu (kenevir-afyon) benzeri ürünler sevk edilirken batıdan doğuya sentetik uyuşturucular hareket ediyor. Son bir ayda içişleri bakanlığının internet sitesi verilerine göre her hafta ortalama 4500 kişi uyuşturucu kaynaklı bir edim sebebiyle tutuklanarak gözaltına alınıyor. Eğer arka kapıdan faaliyetine devam etmek üzere salınmıyor iseler yıllık olarak bu sayı 54 bin kişiye denk geliyor. 2017 yılı için yayımlanan adli istatistiklere göre 126.711 uyuşturucu temelli dava açılmış. Nisan 2018 tarihi itibariyle 228993 tutuklu ve hükümlünün içinde 55266 kişi uyuşturucu kaynaklı suçlardan gözetim altında tutulan kişi bulunmakta imiş.Buna ilave olmak üzere her ay ortalama on sekiz bin kişinin suç ortamına ilave olması akıllara ziyan… Uyuşturucu kullanım ve üretimi-satış döngüsünde ceza almış insanların denetimli serbestlik kapsamında cılız tedbirlerle salınmış olmalarının caydırıcılığı azaltması da ayrıca düşündürücü.  

UYUŞTURUCU VE KAÇAKÇILIK İLE MÜCADELEYE YÖNELİK GERÇEKLEŞTİRİLEN
OPERASYONLAR (Ay Toplamı 13.328)
 


1. Hafta 2. Hafta 3. Hafta4. HaftaToplam
​Esrar (kg) ​1.258 ​2.976 ​1.478​1.466​7.178
​Kokain (kg) ​1 ​11,5​13
​Sentetik Kannabinoid (Bonzai)​ (kg)​6​1​2,5​2,8​12
​Metamfetamin​4,5​6​6​7​24
​Eroin​276​273​723​500​1.772
​Afyon​48​15​31,03​94
Captagon​ (adet)​162.842​5.400.463​965.162​140.324​6.668.791
​Ectasy​ (adet)​310.672​19.817​778​16.940​348.207
​​Kenevir (kök)​105.964​4.688​6.311​1.767​118.730
​Kaçak Sigara​ (paket)​232.712​513.506​300.053​375.048​1.421.319
​Gözaltına alınan kişi​4.204​4.475​4.402​4.954​18.035

Devletin uyuşturucu ile mücadele raporlarında; kolluk kuvvetlerinin yakalama faaliyetleri ve sınırlı sayıda tedavi birimleri dışında toplumsal mücadele kapsamında bilgilendirmeye önem verdiğini gözlüyorsunuz. Bağımlılık ile ilgili sigara dâhil tüm konularda broşür dağıtmış, film çekmiş, okullarda bilgilendirme yapılmış, diyanet vaazlar organize etmiş gibi benzeri faaliyetler raporlanıyor.

Bu noktada geçmişte arkadaşım olan mahkeme başkanının üzülerek naklettiği, bir dava celsesi sorgulamasını hatırladım. Dava bir güneydoğu ilinde görülüyor, sanık detaylıca süreci anlatıyor " sabah arkadaşım a ile buluştuk, c renkli araç ile yola çıktık x köyünden aracı b'yi aldık. Y köyünde üretici c' den ürünü aldık arabaya yükledik yolda iken z köyü civarında idik o köyde de şıhımız yaşar, hayır duasını almak için gidip ziyaret ettik namaz vakti girmişti cemaatle namaz kılıp çıktık". Hâkim diyor ki "bak ne güzel anlatıyorsun, şıhını ziyaret edip birlikte namaz kılmışsınız, peki bu insanları zehirliyor, günah değil mi?"Aldığı cevap " yok hâkim bey biz sormuşuk, Kur'anda bu bitki haram olarak geçmiyormuş!" Dini eğitimi ve bilgilenmeyi baltalayan en büyük tehlike yerel şeyhler şıhlar, merdiven altı dini kisveli oluşumlar. Diyanetin öncelikle bu alanları çözmesi gerekiyor. Uyuşturucu bölgesel terör sebebiyle doğu güneydoğu bölgesinde başlıca gelir unsuru durumuna yükselmiş ve insanlara aslında ziraat (!) yaptıkları, üniter devletin ziraate engel olduğu gibi bir düşünce biçimi aşılanmış. İnsanları zehirliyor olmanın manevi ağırlığını yine insanların üzerinden almışlar.Zihniyeti tersine çevirmeden, yıllar süren göç ile diğer şehirlere ulaşan hareket zenginliğini ortadan kaldırmanın imkânı yok. Risk havuzunda yer alan kadın ve erkekler konuyu bir geçim meselesi gibi değerlendirerek, diğeri hakkında duygudaşlık geliştirip endişe duymadan ve dahi yakın çevresine vereceği hasarı hesaplamadan faaliyet sürdürüyor.

Bizim Doğu Güneydoğu ve aşağı kesimden ülkemize yayılan kontrolsüz göç sebebiyle ayrı bir mücadele alanımız daha oluştu. Savaşın etkilediği çaresiz insanlar değer sorgulaması yapmaksızın, gidecekleri yerlere bir tür fon tedarik unsuru amacıyla madde taşıyor. Bu da bilinmezlik sınırını genişletiyor. Afgan, Irak, Libya, Suriye göçmenlerinin zor durumundan da faydalanarak taşıma ve ticaret mekanizmalarında yer almaları sağlanıyor.

Uyuşturucunun yayılmasını önlemek, mevcut enfekte alanın yok edilmesini sağlamak;

  • Kişisel ve toplumsal tedavi birimleri,
  • Saha çalışanları,
  • Kolluk kuvvetleri,
  • Uyuşturucu ticareti ile çalışanların ıslah olunmuş bir biçimde toplum ile bütünleşmeleri faaliyeti,
  • Uyuşturucu kullanıcılarının tedavi sonrası fiziksel ve ruhsal iyilik halinin devamının sağlanması,
  • Sağlıklı topluma yapılacak bilgilendirme koruma ile enfekte olan topluluğa yapılacak uygulamaların farklılaştırılması,
  • Uyuşturucu ticaretinde ve kullanımının gerçekleştiği risk bölgelerinin takibi,
  • Bilgilendirme, cezalandırma ve caydırıcılık uygulamaları

Çok yönlü bir yaklaşım sergilenmesi ile mümkün. Bu anlamda dünyanın çok gerisinde olduğumuz muhakkak.

Haziran ayında Avrupa Uyuşturucu Raporu her yıl olduğu gibi yayımlandı. Rapor birliğe üye ülkeler ile aday iki ülke Norveç ve Türkiye verileri kullanılarak düzenleniyor. Birlik ülkeleri güncel hatta anlık veriler ile rapora katkı sağlarken Türkiye için veri sunumu 2011'de kalmış. Aradaki 7 yıl bilgisi maalesef yok. Yine Rapor birlik ülkelerinde izlenen uyuşturucu özellikli ürün sayısını altı üst başlıkta toplayarak yaklaşık altı yüz seksen alt birimde izlemekte, yıllar itibariyle liste çeşitliliğini güncellemekteler. Birlik ülkeleri şehir atık sularının tahlili yoluyla risk alanlarını belirleyip, tüketim miktarını kavramaya yönelik çalışmalar geliştiriyorlar. Uyuşturucu kullanımının küresel hastalıkların yayılmasına etkisi, kamu sağlığı, ortak malzeme kullanımı gibi pek çok konuda politika geliştirmeye çalışıyorlar. Öncelikle sorunu tanımak, ikinci adımları kontrol altına almak nihayet yok etmek amacıyla eylem birlikteliği sağlamaya çalışıyorlar.

Türkiye ne yazık ki uluslar arası bilgi havuzuna bu bilgileri sunamazken aynı bilgi yoksunluğu içeride de sürüyor. Kâğıt üzerinde kurulu komitelerin toplumsal bir hasar oluşturan uyuşturucunun yıkıcı etkilerinin giderilmesi için etkin çalışmalarını geciktirmeden uygulamaları gerekiyor.

Toplumsal barışını siyasiler ve gelecek siyasetinde beklentili olanlar devleti kemirmeye çalışırken kaybetti. Çevre savaşlar, otorite boşlukları, dünyanın gelişimini okuyamama konusundaki zaaflar, kontrolsüz göçler, ekonomik dengesizlik- krizler sebebiyle aile servetlerindeki negatif yönelim, pozitif yönlü eğitimden sapmalar, toplum eğitimini, aile yapısını öncelemeyen sosyal politikalar gibi birbirine eklemlenen sorunlar ülkemizi bataklığa çevirdi. Basit ve elzem adımdır sorunu çözmek için soruyu kavramak, ortamı- koşulları iyileştirecek adımlar böyle atılır. Kendi elimizle bu işleri başarması için tayin ettiğimiz insanlar görevlerini layıkıyla yapmıyor

Çok yalnızsın Türkiye, seksen milyon yalnız insanın var. Tek şansın öğrenmeyi, öğrendiğini kullanmayı ve toplumunu yeni baştan güçlendirmeyi başarmak.

Kasım 2018, İstanbul

Nurşen Karakaş