"Allah'ım, bayramlık halimiz yok. Bayrama hakkımız yok; yine de bayram yapacağız, bağışla bizi…" diyordu bundan tam ellibirsene önce Galip Ağabey... Dile kolay, elli bir sene, bir insan ömrü... Ve o satırları yazmasının üzerinden elli bir sene geçmesine rağmen bizim yine "bayramlık halimiz yok", bizim yine "bayrama hakkımız" yok ama "bayram yapacağız." Allah bağışlasın.

Buruk bayramlar gördüğümüz zamanlar oldu elbette ama bu sefer farklı bir burukluk var herkeste. Bir tarafta her gün ardı ardına gelen ve lanet olsun ki bir sayıdan ibaret olmaya başlayan, maalesef artık alıştığımız, doğal karşıladğımız şehitlerimiz, diğer tarafta mübarek bayram günü ailesi ve dostlarından "en çok karşı olduklarına hizmet etme" ve" en çok sakındıklarından olma" iftirasıyla ayrı bırakılan Ülkücüler.

Ülkemiz dışında, gerek İslam dünyasında gerekse de diğer memleketlerde devam etmekte olan binbir türlü zulüm, ölüm, açlık ve sefalet ise cabası...

Bütün bunların üzerine bu bayramın ilk günü, ülkemiz, milletimiz ve özellikle de vatan millet sevdalısı Türk milliyetçileri için çok acı hatıralarla dolu bir olayın yıldönümüne denk geldi. 12 Eylül denilince o günleri gören görmeyen her Ülkücünün içini bir sızı kaplar. Verilmek zorunda kalınan mücadele sırasında kaybedilen canlara rağmen dimdik duran ama korumaya çalıştıkları devletlerinden yedikleri darbeyle belleri bükülenlerin yürekleri bir kez daha yanar her 12 Eylül'de... Beli bükülen dediysek, öyle zulümden, işkenceden, darağacından değil ha... İhanete uğramaktan, satılmaktan, dışlanmaktan...

Velhasıl, dünyada, dindaşlarda, soydaşlarda, ülkede ve camiada huzur yokken Galip Ağabey'in dediği gibi "bayramlık halimiz olmasa da bayram yapıyoruz."

Bayramların mottosunu bilirsiniz. Meşhur slogana göre bayramlar, milletçe birlik ve beraberliğimizi güçlendiren en önemli günlermiş. Peki siz aile ve arkadaşları bir kenara koyduğunuzda, bayramlarda iki kişinin danaya girmek dışında bir araya geldiğini gördünüz mü? "Nerede o eski bayramlar?" demeyeceğim elbette ama bir toplumu birleştirmekte bayramlar bile yetersiz kalıyorsa, o toplum çok tehlikeli bir süreç yaşıyor demektir.

"Haksızlık ediyorsun, bu millet (o milletin adı da yok bu arada) 15 Temmuz'da ve daha sonrasında 7 Ağustos'da Yenikapı'da bir ve beraber olduğunu dosta ve düşmana gösterdi" diyen olabilir. Tabii "darbelere karşı olan" aynı milletin 12 Eylül askeri darbesini alkışlarken ve o darbenin ürünü olan anayasayı rekor oranla kabul ederken nasıl da bir ve beraber olduğunu da hatırlatmalıyız. Üstelik darbeye karşı olduğunu söyleyenlerin, 12 Eylül için bugün hâlâ "gerekiyordu aslında" dediklerini de buna eklemeliyiz.

Darbelere bu kadar karşı olan milletimiz, darbeler ve bayramlar haricinde de birlik ve beraberliğinden ödün vermez. Mesela hatalı veya suçlu olanın kendisinden mi rakibinden mi olduğuna bakmaksızın hükmünü verir. Hiç öyle "benim hırsızım iyidir" demek gibi huyları yoktur. Trafikte, iş yerinde, apartmanda kimsenin hakkını yemez, kimseyi rahatsız etmez, torpilden, rüşvetten, adam kayırmadan nefret eder.

Şaka bir yanda, Türk milleti olarak sanal gerçeklik gözlüğü takmış ancak onu taktığının farkında olmadan, sadece gördüklerinin gerçek olduğuna inanan, bir insan gibiyiz. Bize o gözlük ekranından üç boyutlu ve gerçekçi bir biçimde ne gösterilirse, ona inanıyor, gerçek olamayacağına ihtimal dahi vermiyoruz. Üstelik bizi dürten, uyaranlara da aldırış etmiyoruz.

Örneğin, yıllardır ülkenin ve toplumun altını oyan FETÖ'yle birlikte çalışanların "FETÖ'yle en sert şekilde mücadele edilecektir" demelerini gerçek olarak algılarken, televizyonlarda arz-ı endam eden FETÖ mensuplarını akıl tutulması yaşar bir şekilde görmezden geliyoruz.

Örneğin, senelerdir FETÖ'yü savunan, adam kazandıran, onun için para toplayanlar dururken, FETÖ hakkında uyaran, kitaplar yazan, bu örgütle mücadele edenleri FETÖ'cü diye suçluyor, isimsiz ihbar mektuplarıyla görevlerinden alıyor, hatta içeri tıkıyoruz. Üstelik bunu, "Ergenekon ve Balyoz davaları kumpastı, düzmeceydi, FETÖ bizi kandırdı" derken, bu davalarda yapılan yargısız infazların benzerleri şimdi de görülürken yapıyoruz. "Gözaltına alındı" haberi çıkanın ardından küfrü basıyor ve "aslı astarı nedir, üç beş sene yattıktan sonra aklanır mı?" diye düşünmüyoruz.

Hadi bu hassasiyeti, bu feraseti, bu dik duruşu toplumun yönlendirilen geniş kesimlerinden beklemiyoruz da, bu ülkenin ve milleti kurtuluş ümidi olması gereken Ülkücü Hareket ve onun siyasi temsilcisi MHP'den neden göremiyoruz?

Bazıları gazeteci, bazıları ocak eski başkanı, bazıları ilçe eski başkanı olan bir grup Ülkücünün FETÖ'cülükle suçlanarak gözaltına alınmaları ve bir kısmının hâlâ içeride tutulmaları MHP ve Ülkü Ocakları'nın gündemine ve ilgi alanına niçin girmiyor, giremiyor? "Hak, hukuk, adalet, Milliyetçi Hareket" diye muhteşem bir sloganı olan bu hareket, en sevmediği insanın bile hakkını hukukunu korumayı taahhüt etmiyor muydu Türk milletine? Ülkücüler kendilerine Hz. Ömer adaletini şiar edinen insanlar değiller miydi? Ne oldu da kendilerine muhalif olmuş olmaları, bu insanların gözaltına alınmalarına, hem de Bayram günü gözaltında tutulmaya devam edilmesine ses çıkarmamak için geçerli sebep hâline geldi? Bu durumu sanırım en iyi şekilde bir arkadaşın yorumlayıp paylaşarak hatırlattığı Boraltan Köprüsü türküsündeki şu dize anlatıyor:

"Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni"

Bu ülkücüler bayramda aile ve dostlarından uzaklar ama Allah'ın izniyle elbette çıkacaklar. Peki ya geri gelmemek üzere gidenler? Ruhi Kılıçkıran'dan Mürüvvet Kekilli'ye fırtınalı yılların, Mustafa Pehlivanoğlu'ndan Selçuk Duracık ve Halil Esendağ'a Amerikan çocuklarının bizden çaldığı canlar ne olacak? Hasan Şimşek'in ailesi, Cengiz Akyıldız ağabeyin ailesi, kızları, Fırat Yılmaz Çakıroğlu'nun annesi, babası, sevdiği ne yapacaklar bu bayram? Cenazelerine gidilmeyen, davaları seneler olmasına rağmen çözülmeyen, büyük yeminler edilmesine rağmen katilleri ve sorumluları cezalandırılmayan şehitlerimiz varken nasıl bayram yapacağız?

Şehitlikler gün geçtikçe genişliyor. Vatanın dört bir yanında şehit mezarı olmayan il, ilçe kalmadı neredeyse. Teröre karşı en sert tedbirleri alacaklarını söyleyenler, zaman zaman uluslararası toplantılarda kameralar önünde dünya liderlerine bile terör konusunda çifte standart uygulamamaları için racon kesenler, kendi ülkesinde teröriste göre tavır alıyor. Bir gün teröre karşı en sert demeçler veriliyor, ertesi gün terör örgütü liderine tavizler veriliyor. Bir gün teröre karşı en sert operasyonlar yapılıyor, ertesi gün terör destekçilerinin talepleri kabul ediliyor. Bir gün derslerini alacaklar diyerek terörist partinin dokunulmazlıkları kaldırılıyor, aylar geçiyor ama kimse dokunmuyor. Bu arada bombalar patlamaya, pusular kurulmaya, asker, polis, korucu ve sivil şehitler gelmeye devam ediyor. Örgüt gerileyeceğine tarihinin en büyük eylemlerini yapmaya, tarihinde giremediği bölgelere girmeye başlıyor.

Ve bütün bu olan bitenin yanısıra en acısı, en kahredicisi, en sinir bozucusu da "milli birlik, milli irade" diyerek günler ve geceler boyu sokaklarda bayraklar ve marşlarla dolananlardan en ufak ses çıkmaması oluyor.

Hâl-i pür melalimizi anlatmaya sayfalar yetmeyeceğinden şimdilik bu kadarla yetinelim ve Galip Erdem'den Bayram Duası ile başladığımız yazımızı Ozan Arif'ten Bayram Duası ile bitirelim:

"Arif der ki: Ya Rab Müslüman Türk'üm,
Bu düzen tartmıyor çok ağır yüküm,
Türk'ün ve İslam'ın yeniden hüküm,
Süreceği bayramlara eriştir."

Amin.