​Biraz uzun yazacağım baştan uyarayım. Sonra çekip gideceğim ama. Bir faydası olduğunu düşündüğüm için yazmıyorum. Sadece herkesin yaptığı gibi artık hapis tutamadığım, durduramadığım, içimde ne varsa kusasım geldi. 

Bu cemiyet, toplumumuz hasta. Teşhisi yaptık. Neden hasta ve hastalığı nedir açıklayayım.

"Biz biliriz, Biz de biliriz" hastalığına tutulmuş durumda bütün toplum. İnsanların uzmanlık alanı olmayan konularda bilgi sahibi olmaması bir ayıp veya kabahat değil. Hakkında çalışmadığı, yeterlik kazanmak için bir emek sarf etmediği, öğrenmek için acı çekmediği şeyleri bilmek zorunda değil insanlar.

Örneğin eğer bizzat o işle iştigal etmiyorsanız, bir cerrah gibi ameliyat yapmayı bilmemek cehalet değil, bir mimar gibi çizim yapmayı bilmemek de. Bu tip spesifik alanlarda eğitim görmediğiniz müddetçe hiçbir akl-ı selim insan çıkıp da sizi "nasıl bilemezsin" diye suçlayamaz. Doğrusu budur. Olması gereken de. Kanunları okuyabilir, kendinizce anlayabilirsiniz, ama bunların yorumlanması, uygulaması ancak belirli eğitimi almış, bu eğitimi diploma, sertifika, ruhsat gibi yeterlik belgeleriyle ispatlanmış ve bunların pratiğini yasal yollardan yapmış kişiler tarafından yapılırsa caridir.

Bunu bütün meslekler için çeşitlendirebiliriz. Peki, bu toplumu hasta kılan anlayışın sebebi nedir? Bir çeşit aşağılık kompleksiyle, "efendim, biz bunları da biliriz" deme gayretidir. Bu yaralayıcı ve yıpratıcı gayret, ekonomi bilmeyen, swap, long term, döviz kurundan anlamayan insandan çakma ekonomist, eline yasa kitabı tutuşturulup yorumlaması isteyen adamdan çakma hukukçu, "yahu doktor iyi kesememiş gel sana bir de alternatif tıp uygulayalım" diyen çakma doktor, "o bina öyle çizilmez, üst Roma, altı Selçuklu, dördüncü katı da gotik olmalı" diyen çakma mimar ve benzerlerini yaratır. Mevcuttaki uzmanlarında karalanıp, itibarsızlaştırılmasına, ülkenin eğitimli nüfusunun bir kompleks uğruna üç otuz paraya harcanmasına sebep olur.

Daha da kötüsü, bundan önce uzmanlıkları ve o uzmanlığın kendilerine getirdiği kazançlar sebebiyle mesleklerine ve meslekleri nezdinde şahıslarına duyulan saygı, yerini habis, ürkütücü, kompleksli bir hâle bırakmakta. Uzmanlığını iyi veya kötü yapan elbette ayırt edilmeli, ancak bırakın da bu ayrımı işin uzmanı olanlar yapsın. En yukarıdan en aşağıya memleketi sarmalayan bu "biz biliriz, biz de biliriz" virüsü, normalde üzerinde konuşulan uzmanlık hakkında hiçbir halt bilmeyen kuru cehaletin çığlığıdır. Bir şeyleri bilmemek ayıp değildir. Hatta ata sözüne saplanıp kalmayın, öğrenmemek de ayıp değildir. İnsanlar her şeyi bilmek zorunda olmadığı gibi, bilmeme, öğrenmeme özgürlükleri vardır. Bilinçli ve kasıtlı cehalet olmadıkça insanlar mesleğine, ilgisine mazhar olmayan şeyleri öğrenmek zorunda değildir. Ama bir bakıyorsunuz ortama, herkes bilmediği bir konuda, aslında ne kadar bilgili olduğu palavrasını cümle alemin gözüne gözüne sokuyor.

Misal, arabanın motorunu söküp takamam, bir insanı muayene ederek onun sağlık sorunu hakkında yorum yapamam, uzun vadede para piyasalarında olası dalgalanmalar hakkında benden fikir isterseniz batabilirsiniz. Çünkü bunların hiçbiri uzmanlık alanlarım içerisinde değil. Ancak hasbelkader yaptığı tespitler karşılığını bulan insanların bir anda uzman olduğu cennet vatanda, uzman olmak mecburiyeti hissetmek bir hastalıktır. Bu hastalığın ilk evresinde hastanın bizzat suçu olmakla birlikte, olmayan uzmanlığına rağmen ısrarla onu uzman ilan eden çevrenin de bu suçta payı vardır. Hatta aleyhinde nefret suçu işlemek üzere olabileceğim sosyal medyanın bunda çok daha büyük suçu vardır.

Sosyal medya yazılımlarını, her düşündüğünü, her aklından geçeni, her tecrübesini, yediğini, içtiğini, tuvalette kendi kaderine bıraktığı şeyleri, her fikrini canlı canlı, 24 saat insanlarla paylaşma isteğini tatmin etmeye yönelik kullanan gerçek uzmanlar yüzünden bu hastalık böylesi büyümektedir. En iyisini bilirsek biz biliriz dendiği için, cahil, cesaretini arttırmaktadır. Birilerinden daha iyi doktor olduğunu göstermek için ameliyat fotoğraflarını sosyal medyaya koyanlar, sade vatandaşa karmaşık ekonomik teoremlerle ne kadar bilgili olduğunu göstermek isteyen ekonomi uzmanları, uzmanlığının sonuçları olan eserlerini, kitaplarını, çalışmalarını veya bu çalışmaların sonucunda elde edilen başarıları değil, bizzat bilgisini, ne kadar bilgili olduğunu bu platformlardan paylaşarak kendilerine tapınacak sanal cemiyetler oluşturma hevesindekiler bu hastalığın ve devamında gelecek olan yıkımın mesulleridir.

Memleket profesör kaynıyor. Herkes en az bir kaç konuda uzman. Üstelik bu sözde uzmanlığını sergilerken, destek toplayabilmek adına hakiki uzmanları hiç sebepsiz karalama eğiliminde. Her gördüğünü paylaşan adam, birbiriyle çelişiyor mu, çelişmiyor mu paylaştıkları diye bakmıyor bile. Köylüsü Mehmet'in whatsapptan attığı videoyu, halı saha takımından mühendis arkadaşı Cemal'in kendisine yolladığı messenger mesajını, yüz yüze görüşmediği ama fikirleri kendisinin fikirlerine çok uyumlu olan sanal insanların paylaşımlarını önünü sonunu düşünmeden paylaşmaktan helak edeceksiniz milleti.

"Üretim yok memlekette" diye paylaşım yapan adama "ne üretiyorsun iş olarak" diye soramadığımız için çökeceğiz. Her seçim dönemi birbirine her türlü suçu ve hakareti isnat edip, seçimden bir gün önce, "aman biz komşuyuz, akrabayız" dediğimiz, ama bunu bir türlü bütün hayatımıza yayamadığımız için başımıza gelecek ne gelecekse. Yahu üç sene önce söylediğim, yazdığım, yayınlandığı halde batı ve doğu sathında hiçbir cephede değişiklik olmamasını kafama taktığım "iç cephede birlik olunamadığını" görmek ve hala aynı fikirde olmak yıpratıyor beni.

İç cephe paramparça arkadaşlar! İç cephe. Hani, vatanı oluşturan, farklı görüşleri olsa da, farklı şeylere inansalar da cemiyet, toplum, millet, birlik olma bilincine sahip olması gereken cephe. İşte o yıkılıyor, dökülüyor parça parça. Dışarıya istediğimiz kadar "biz biliriz bu işleri" diyelim. Hiçbir halt bilmiyoruz! Üretmediğimizi tüketiyorduk zaten. Şimdi üretilenler bitti, kendimizi tüketiyoruz. Salın kendinizi, salın insanları bir. Bırakın uzman uzmanlığını göstersin. Sadece dinlemek bir şey kaybettirmez. Paylaşmayın da. İzleyin ama taraftar olmaktan vazgeçin. Kazananı olmayan, beraberliğe razı olunması gereken maçların olduğu zamanlardayız. Bahsinizi kendinize saklayın. Siz sadece olduğunuz yerde bir şeyler üretmeye çalışın. Balkonunuzda domates fidesi büyütün, çocuklarınızı yetiştirin, kendinizi eğitin, zihninizi terbiye edin, sahip olduğunuz uzmanlığınız varsa onunla üretin, yoksa en iyi yaptığınız şeyle üretin. Hasıl-ı kelam en iyi yaptığınız şey, zarar vermekse, kötülük, fitne, fesat üretmek olmadığı müddetçe üretin, üretelim.

Sen ne üretiyorsun diyene verecek cevabım çok ama isteğim yok. Çünkü klavyesinin başında oturmuş, hayatlarını, bilmediği insanlara laf yetiştirmeyi marifet sayarak geçiren mahlûkata zerre tahammül edemiyorum. Kendini sadece ve sadece siyasetle ifade edebilen, hayata dair, sanata, müziğe, edebiyata, aileye, insanlığa, hayvan sevgisine, bahara, kışa, yaza, doğaya dair edebilecek sözü olmayan insanlara katlanamıyorum. Ancak yine de içlerinde hâlen bulunduğuna inandığım ve özünde sevdiğim o insana sesleniyorum. Kendi göğüs kafesimin altında garabet ikliminde bunalmış insana sesleniyorum. "Kendine gel, kendimize gelelim, biz bilmeyiz. Bilirsek de en iyisini bilmeyiz, zorunda değiliz" demek istiyorum. Hayatımızı güzelleştirmeye odaklanalım diyorum. Sonra bir söz, bir tehdit, bir korkutma, bir kötülük sarıyor etrafımızı. Korkmayalım diyorum. İnsanlar birbirlerine benzedikçe değil, farklılıkları sayesinde kollektif bir zihne, bir ağa bağlanabilir diyorum.

Peki, niye diyorum? Bu günleri dahi aramayalım diye diliyorum da ondan.