Kültürümüzde paylaşım esastır. "Yarin yanağından gayri her yerde, her şeyde hep beraber" konar-göçer Türk'ün şiarıdır. Şehirli olunca bunu kurumsallaştırmıştır. Selçuklu, üretime katkıda bulunmayan ama bu sayede ilim üreten ilim adamları ve toplumsal yardıma muhtaç insanlar için "vakıf toprakları" adı altında bir kurum oluşturdu. Bir nev'i patates yetiştirmeden elmanın tadına varan üniversite hocalarının üretim fazlasından yemesi gibi.

Bazıları bu üretim fazlasının nereye gittiği meselesini Marksist iktisat literatürü diye küçümsüyor ama bunu küçümseyenlerin yaşamda kalmak için hiçbir temel besin üretmeyen, örneğin bir edebiyat profesörünün dışkısının hikmetini de açıklamaları gerekir. Olay basit: Çiftçi, hayatta kalmamızı sağlayan besini üretiyor, peki nasıl oluyor da biberin C vitamininin hiçbir evresinde yer almayan bir fizikal bilim adamı veya bir filozof 'yüksek kültür' üretebiliyor? Bir toplumda 'üretim fazlası' nereye gidiyor veya kim çalıyorsa o alan gelişiyor. Marksizm elbette dogmaları olan bir dindir ama insanlık tarihine ilişkin bu 'emek fazlası' veya 'üretim fazlası' tartışması çok ama çok önemlidir. Gözden kaçırmak haksızlık olur…

* * *

Selçuklu dedik de, Osmanlı'da da vardır toplumsal yardım kuruluşları. Vakıflar Osmanlı'da da vardır. Bu vakıflarda, Hünkârın teşvikiyle ve varlıklı kimselerin bağışlarıyla sağlık ve eğitim faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. Bu vakıflar sayesinde kütüphaneler kurularak ilim irfan sahibi gençler yetişmesi sağlanmış, 'aşevleri' kurularak garip gureba doyurulmuştur. Olay o kadar ileriye götürülmüş ve kışın yiyecek bulmakta zorlanan kuşlar için bile vakıf kurulmuştur. Camilerin duvarları kuşlar yuva yapsın diye kuş yuvalarıyla döşenmiştir. Size bir sır vereyim: Bu Türk kültürüdür, bedevi Arab'ın diniyle falan alakalı değildir. Öyle olsaydı bütün Müslümanların aynı tıynette olması gerekirdi.

Başka bir notumda anlatmıştım; 17'nci yüzyılda George Sandys ve Jean Thevenot gibi seyyahlar İstanbul'da dilenciliğin Avrupa'ya nispeten çok az olduğunu söylemekte ve bunu toplumsal yardımlaşmaya bağlamaktadırlar. Dilenenlerin çoğunun da Suriye'den, Irak'tan gelenler olduğu anlatılmıştır. Bu durum, Başbakanlık Osmanlı Arşivi'de "Arab tayifesinden ve gayriden bazı kimesneler" şeklinde geçmektedir. Ayrıca 'dilencilik belgesi' olmayan hiçbir kimse dilenemez, hapse atılırdı. Dilencilik belgesi alabilmenin kıstasları ağırdı. Sadece Bakacak hiç kimsesi olmayan, bir iş yapamayacak kadar ihtiyar, iş göremeyecek kadar sakat, kör, kötürüm kimseler bu durumlarını ıspatlarsa dilenebilirdi.

* * *

Sonra Cumhuriyet; Cumhuriyetin ilk önceliği genç nüfusunu savaşlarda kaybetmiş ve tarıma endeksli toplumda şeker fabrikaları, halı fabrikaları gibi yatırımlarla istihdam sağlamak ve ekonomik canlılık kazandırmaktı. Sonra, Köy Enstitüleri açtı, beş kuruş harcamadan "adam" oldu mensupları. Öğretmen Okullarında kimsenin etnik kökenine bakmadan, yeter ki "vatandaş" olsun duygusuyla onca insan eğitti, ki çoğu tezeği en kutsal yakıt olarak görüyordu öncesinde. Yatılı Bölge Okulları açıp hiçbir şuur veremediyse bile okuma yazma öğretti. İnsaf! Kadını üreme makinesi bir hayvan değil, erkeğe eş bir insan kabul ettirdi, toplumsal yaşama kazandırdı. Söylenecek çok laf var ama yerim dar…

* * *

Sanırım Özal uydurmuştu: Fak-Fuk-Fon. İngilizce küfür falan değil, Fakir Fukara Fonu. Ancak bu kadar aşağılanabilirdi insanlar… Şimdi, önümüz Ramazan. Yüzyılların şiarı (bir elin verdiğinden diğer elin haberi olmayacak) bozuldu. Belediyeler iftar çadırı kuruyor ve çadır büyüklüğünde belediyesinin adını yazıyor. Hatta bazı bed-tıynetliler başkanın adını bile yazıyor. Sanki başkan babasının parasıyla yapıyor o işleri. Sonuçta vatandaşın parası değil mi o?..

Ramazanda yoksullara yardım etme işi lüks sofralarda akrabaları, arkadaşları ağırlama şölenine dönüştü. Bereket Ayı değil, tam bir 'israf ayı' oldu Ramazan.

Oruç tutanlardan istirhamım, karşılıklı iftarlar tertipleyip birbirinize gösteriş yapmayı bırakın. Onbinlerce Türkmen çalışma izni de verilmediği için sığıntı gibi yaşıyor. Özbekler var, Doğu Türkistanlılar var. "Sen oruç mu tutuyorsun da konuşuyorsun" diyecek ahmaklara da şimdiden küfürlerimi patlatıyorum. Afiyet olsun…