Doğayı sonlandırmanın insanı sonlandırmak olduğunu bilmiyorum diyebilir miyiz? Yeşili yok etmenin eşiğine geldiğimiz bugünlerde kentlerin merkezinde ağaca, bitkiye rastlamak neredeyse imkânsız. Her türün bir yapay uzantısıyla yaşamlarımızı etkileyenlerin âsi, hodbin, sömürgen çıkarcılıkları yüzünden her gün biraz daha betona gömülüyor; betonların soğuk, itici, sert duruşundan payımızı alıyoruz..

_Beton, taş, duvar!
_Gül, pamuk, ekmek!

Haydi, bir bağ kur deseler kuramazsın! Yaşamak; insani durumların özünü barındırırken kendine kalbin, düşüncenin eritebileceği ölçekte yer edinebilir. Sevgiyi betonda, hassaslığı taşta, özgürlüğü duvarlarda hissedemezsin. Hepimiz beton kaplı, duvarlarla çevrili alanlarda yaşıyoruz. Odalarımız, salonlarımız var; yattığımız odalar aslında dört duvardır; fakat biz onlara duvar değil de oda diyoruz. Deprem olduğunda, enkaz altında kaldığımızda oda üstümüze yıkıldı demiyor; duvarlar, beton çöktü diyoruz. İnsanlar mahpusa düşüyor; sağda solda üstte altta duvar, beton; ama adına mahpus diyoruz. Esasında oda ve mahpus diyerek yumuşattığımız şeylerin adı duvardır. Gereksinmelerimiz ölçüsünde üstümüzü örten, içine girdiğimiz duvarlar hayatidir. Lakin ölçünün dışındakiler, birilerinin menfaatine hizmet edip halkın yeşilini yok eden gökdelenler, AVM'ler insan hayatını kemiren, bitiren birer canavardırlar. Yine de bunca duvara karşı yeşiline sahip çıkmaya çalışan doğa aşıkları var, botanik bilimi doğa için gereken kibarlığı gösterebiliyor. Ama yetersiz! Ama aklına takılan, beynini yoran, illerin caddelerinde, meydanlarında sorumsuzca harap edilen yeşili gördükçe sualler sormadan edemiyorsun!

Bazen sokaklara onlarca, yüzlerce soru soruyor; cevabını alamadığım hengamenin çarklarında yitip gidiyorum. Kapitalist, vurguncu, sosyal dengesizliğin girdaplarındaki ömürlere baktıkça ilenç dolu sözlerin muhatabı oluyorum. Şaşaanın göbeğinde, pahalı dünyaların sahnesinde işe yaramaz, kainata ve varlığa faydası olmayanları, rezillikleri, düpedüz sahtekârlıkları seyrettikçe iğrenç gövdeleri kargışlıyorum. Canlının dünyaya gelme gerekçesini, kadını, çocuğu, itilen toplumu, işlevi güçlü, zengini koruyan yasaları düşünüyorum. Her soluduğum nefeste, ince detayların böğründe Tanrı'yı, ilahi adaletin yerin dibine gömemediği pislikleri; İslamcıların, tarikat ve cemaat sisteminin soyguncu düzene payanda oluşunu, dini, imanı adeta bir oyuncak gibi kullanma cüretini gösterenleri, takındıkları maskenin masumiyet dağıtan üçkağıtçılığını düşünüyor, milyonlarca nüfusa tanrılaştırılan para dışında gayri bir değer biçemiyorum..!

Bazen bütün olumsuzlukların tersini, güzelliklerin cennetini de düşünüyorum.
Hastalık ve böcek barındırmamasıyla bilinen begonvilleri, Toroslar'da, seralarda yetişen, tek yıllık, çok yıllık yapısı, narin dokusuyla zinya, diğer adıyla kirlihanım çiçeklerini ve yine Toroslar'ın zirvesine doğru yer yer yayılan menopoz dönemi sıkıntılarını giderebilen, stresle düğümlenen duyguların ipini çözmeye yarayabilen, iştahı açabilen, romatizmayı önleyebilen, irinli yaraların iyileşmesinde öncü olabilen sarı kantoran çiçeklerini de..
"Düşünüyorum, o halde varım" diyen iyi kalpleri, tabiatı, sükunete sığınıveren hasta gürültülerin sağaltımla bütünleşen yüzünü..

Toroslar'ın çıplak tepelerinde eşsizliğin rengini sunan görkemli manzarayı görüyorum. Göçmen kuşlarının getirip toprağa, yaylalara döktüğü bitki tohumlarının yeşermesini, Akdeniz'in kuzeyine sıra sıra dağların ördüğü setlerin kaderiyle şekillenen bitki çeşitliliğini, bu endemik fıtratın bölgeye kazandırdığı özgün kimliği..Yörükler'in Toroslar'a taşıdığı sevgi, şefkat ile çoban olup koyun olup sürüyü umudun düzlüğüne, göklerin mavisine gütmeleriyle bambaşka canlanan zemin var ya, işte onu düşünüyorum. Gidip görebilirsen içindeki ressamın eline fırçalar verebilirsen belki en güzel sanat eserini sen sunarsın insanlığa. Orada, o temiz havayı, nazik çimenlerin astar astar serildiği platoları seyrettikçe ruhunun edebiyatına dokunan şairleri belki sen çıkartırsın gün yüzüne. Fakat gidemem, şartların engeliyle boğuşup açık hapishanemde dünyalı canavarlarla savaşıyorum diyorsan da sorun değil! Toroslar'ı; oralara ayak basmadan sosyal medya ve internette paylaşılan binlerce fotoğrafın ihtişamıyla Karadeniz'e benzeyen dik yamaçları, bol ağaçları, orman dokusuyla da yazabilirsin. Tıpkı benim yaptığım, yazdığım; doğaya, çiçeğe, kuşlara, derin vadilere tutkun gönüller gibi..

Ah Toroslar!
Ne güzeldir sevgiyi hissetmek, içinde merhamete, inceliğe yer vermek! Farkındalıkların özetini çıkartan, bin bir iletiyi diplerde yaşatan; vatan, memleket, bağımsızlık, onur, şeref kokan hüviyetini hissetmek, ne güzeldir! Her ne düzeyde bozulursa bozulsun mega kentler, leş kokan ayak izleri her ne kadar şehirlerin, insanın vicdanını kirletirse kirletsin zalimin eli değmediği müddetçe Toroslar'ın yüzeyi, rengârenk dorukların yaydığı enerji o kadar pozitif olacak, sapasağlam kalacaktır!

Toroslar çiçekleriyle büyüyor, şöhretine, erişilmez gücüne kelep kelep sarılıyor. Heyulası yığınları bürümüş eşkallerden uzakta, esrarlı nezaketin kollarında ihtiras düşü yaratan sonsuzluğu ile namına nam katıyor. 2500'ün üzerindeki türüyle preslenip kurutulan çiçeklerin herbaryumlardaki adıdır Toroslar. Toroslar'da bir gülü sevmek, Tanrı'yı algılama kuvvetini tazelemeye, rüzgârların geceleri uyuttuğu fısıltıyı duymaya benzer! Toroslar'da müşkürüm, sümbülcük, acıçiğdem, süsen, sağırkulağı, şakayıklara..dokunabilmek kalplerin evrene yolladığı frekansa ait olabilmeye benzer!

Ah Toroslar!
Seni bu denli insancıl yapan vasıfların binde birini bitkileri yolunan, betonlara gömülen, her şeye sahibim diyebilen şu büyük şehirlerde göremiyoruz. Doğruluğun paramparça edildiği, sadakatin nihayete erdiği bir çağın pençesindeyiz..
Şimdi uzayan, birbirine kenetlenircesine yürüyen şu kalabalıkların arasında, köşe başlarında, pasın, pisliğin aktığı yerlerde mendil satarak karnını doyurmak isteyen çocukların hazin öyküleri var. Bazıları evine, ev yerine geçebilen kuytulara, oyuklara bir ekmek götürürken bazılarının peşinde gezen, sırtından geçinenler var. Karanlık bir yüzeyde yürüyüp zulmü üstünlük sayanların kelepir niyetine kullandığı çocukların desteğe, okula, ilime bilime ihtiyaçlarını bilmeyenler; bilse de onları o bataklıktan çekip çıkartmaya yanaşmayan merhamet yoksunları var. Ben aldım bir mendil, sen aldın iki. Neye yarar, söyler misin? Bir günlük yaşama değil, ömürlük yaşama duyulan isteğin hesabıdır bu. Bugünü yarınlara götürmeye kudreti yeten, kudretini merhametle karanların yapabileceği bir iş bu. Servetinden bir çöp eksilmesin diye varyemez kılığında gezen nice zenginin etkisi altına alabildiği siyasete, ticarete, ekonomiye, sosyolojiye sor! Bağır çağır, bul bulabilirsen! Sor başlara, sor diplere: nerde merhamet? Belki bu yüzden en çok arada kalan, ezilen, bir kalıba bürünmesi imkânsız olan şeydir merhamet!
..

MERHAMET


Açılır kafesi, yükselir bir an
Kuruyan dallara konar merhamet.
Zemheri ayları geldiği zaman
Dayanır duvara, donar merhamet.

Gün gelir, gecenin gamına küser
Girdiği yuvanın damına küser
Kırılır şamdanı, mumuna küser
İtişir kakışır, söner merhamet.

Vicdansız olanlar başından savar
Her biri güneşi balçıkla sıvar
Kimisi pataklar, kimisi kovar
Çekilir köşeye, siner merhamet.

Bir yanı karanlık, karası vardır
Bir yanı cehennem, çırası vardır
Ne kadar gizlese yarası vardır
Tepeden tırnağa kanar merhamet.

Bilmezler hâlinin nedir sebebi
Beş kuruş görmeden delinir cebi
Uzanıp ikiye böldüğü gibi
Acıyı acıya banar merhamet.

Yerküre değişken; mevsim soğuk, buz
Direnir zamana ekmek, şeker, tuz
Ne sabah el verir ne akşam omuz
Hep kendi sırtına biner merhamet.

Engin Yeşilyurt