ROBERT KOCH ENSTİTÜSÜ KEHANETİ 

Göz ola dağın ardını göre,
baş ola olacakları olmadan bile...

Türk Atasözü 

Dün akşam Türkiye'den bir arkadaşımla telefonla konuşurken, bana Almanların 2013 yılından bu yana Corona pandemisi ile ilgi bir rapora sahip olduklarını, raporun Robert Koch Enstitüsü tarafından Alman hükümeti için hazırlandığını, pandeminin 3 sene süreceğini belirttiğini ve beklenilen ölüm oranının %10 olacağını söylediğinde kendisine inanmadım.

Bu virüs gündeme oturduğundan beri Robert Koch Enstitüsü her gün güncel açıklamalarda bulunuyor.
Böyle bir rapor hiç söz konusu olmadı.
Robert Koch Enstitüsü salgın hastalıklara uzman ama bağımsız bir devlet kurumudur. Yani devlete aittir ama siyasiler yönetimine karışamaz.
Çalışanları, alanlarında Almanya'nın ve muhtemelen de dünyanın en iyi bilim adamlarıdır.

Arkadaşımın bahsettiği bu rapora Türkiye'de bir gazetenin internet sitesinde rastladım.
Gazete sitesinde arşiv numarası da verildiği için internete girip raporu buldum, gerçekten de varmış.

Aceleyle gezdirince, 2013'de yayımlanmış olan bu raporun günümüzde yaşanan felaket ile olan tutarlılığı gerçekten korkutucu. Ve Allah var, ben de korktum.

Öğle tatilinde daha sakin kafa ile raporu tekrar değerlendirdim ve doktor olan bir arkadaşımla konuştum.

Yani uzun lafın kısası:
Böyle bir rapor var, bu bir gerçek, lakin bu gizli saklı bir rapor değil, Alman meclisinin sitesinde herkesin kolayca ulaşıp indirebileceği ve okuyabileceği ve hatta söz konusu konuya rağmen ortaokul, lise seviyesinde eğitim almış birinin anlayacağı şekilde yazılmış.

Alman devleti her sene uzmanlara gelecekte karşılaşılabilecek felaket tahminleri yaptırır.

Mesela bilim adamlarına, 2012'den sonra tsunami / sel, aşırı ağır geçen bir kış, aşırı kuraklık gibi olayların en aşırı yani en kötü ihtimal senaryolarının tahminini hazırlatmış..

Robert Koch Enstitüsü'nün raporu da bu senaryolardan biri. BU senaryoyu, İsmini 'Modi-Sars-Virüs' koydukları, SARS (Severe Acute Respiratory Syndrome) hastalığına yol açan bir Corona kökenli virüs türevi üzerine kurmuşlar. 

İtiraf edeyim, adamlar neredeyse nokta hedefi, hatta kehanet denebilecek tahminlerde bulunmuşlar.
Ama olayı biraz soğukkanlı incelediğiniz de adamların kahin değil, sadece işlerini çok iyi bilen ve dünyayı çok iyi takip eden bilim adamları olduğu anlaşılıyor.

Bir kere salgının çıkış tarihi verilmemiş, belirtilen bir yıl yok. Sadece hazırladıkları senaryonun gerçekleşme ihtimalini, 100 ile 1000 yıl arasında bir kere gerçekleşebilecek bir ihtimal olarak değerlendirmişler. 

Salgının Uzakdoğu'da bir ülkede, Şubat ayı başında ortaya çıkmasından sonra, Mart / Nisan aylarında yurtdışında okuyan bir öğrencinin tatile gelmesi ve Uzakdoğu'dan bir fuar için ülkeye gelen biri tarafından Almanya'nın kuzey ve güneyinden patlak vereceğini yazmışlar.

Bu konuda Uzakdoğu'da patlak vermesini 2 ay ıskalamışlar, çünkü Çin'de salgın başladığı geçen sene Aralıkta dünya basınında yer almıştı, ama Almanya'ya giriş zamanlaması doğru tahmin edilmiş.

Virüsün sebep olacağı hastalık belirtilerinin hepsi neredeyse %100 doğru. 
Lakin şunu unutmamak gerek. Şu an dünyayı kıskacına almış olan CoVid-19 zaten Corona virüsünün bir türevi olduğu için, yol açtığı SARS hastalığının belirtileri çok gizemli ve öngörülemez bir durum değil.

Ama raporla günümüzde yaşananlar arasında farklar da var. Mesela rapor virüsün toplumda herkese eşit şekilde yayılacağını, yaşlılarda %50'lere varan bir ölüm oranı, çocuklarda ise bu oranın %1'lerde olacağını varsayıyor. Oysa şu anki felakette virüs genç ve sağlıklı insanlarda çok daha hafif hatta kendini bir nezle veya soğuk algınlığından öte belli etmeyebilirken yaşlı insanlarımızda çok daha hızlı yayılıyor. Almanya'da ölüm oranı da rapora göre çok daha az.

Raporda salgın değişik alanlardan ele alınmış. Mesela rapor, "devlet kurumlarının işlevi, finans ve borsa sektörü yürütülebilir halde olur" diyor. Almanya'da gıda, ve hayati ihtiyaç gereken ürünlerinde teminat sıkıntısı çıkmayacağı ama hizmet sektörünün ciddi hasar göreceği yazıyor.

Yine rapora göre salgın yaklaşık 3 yıl sürecekmiş ve 3 dalgada yayılacakmış. Bu dalgalar esnasında virüs farklı mutasyonlara uğradığı için mesela ilk dalgada hastalanıp iyileşen birinin bile 2. veya 3. dalgada tekrar hastalanma tehlikesi varmış.

Raporda telaffuz edilen rakamlar korkunç, önlem alınsa bile 7,5 milyon kişinin öleceğinden söz ediliyor. 
Ve raporda Robert Koch Enstitüsü salgın çıktığında uygulanması gereken yöntemler için tavsiyelerde bulunmuş ve şu an Almanya'da uygulanan yöntemler de bu tavsiyeler doğrultusunda.

Yalnız rapor en kötü ihtimal ve en vahim sonuç üzerine tasarlanmış.
Şimdilik virüsün Almanya'da yayılım hızı, vaka ve ölü sayısı raporun bu süreç için öngördüğü sayıların çok altında olduğunu gösteriyor. Yani gerek süre, gerek hasta ve kayıp süresinin raporda yazdığı kadar korkunç olmayacağı tahmin ediliyor.

Kaldı ki, virüsün gerçekten mutasyona uğrayıp uğramayacağı, uğrarsa bile raporun öngördüğü gibi yeni mutasyonların ilki kadar yıkıcı olup olmayacağı belli değil.

Evet, bu lanet virüs Almanya'da da toplum hayatında bir çok kısıtlamaya sebep oldu ve evet Almanya bile ciddi bir ekonomik darbe yedi ama Alman devleti ilk baştan itibaren kimsenin aç, susuz veya yaşam için gerekli ürünlerden mahrum kalmayacağına dair garanti veriyor.

Bunun yanı sıra serbest çalışanından, kobisine, kobisinden, dünya devine kadar ekonomik çıkmaza izin vermeyeceğini temin ediyor.
AB merkez bankası ECB'nin tüm avro ekonomisi için hazırladığı ve AB'nin üyeleri için sunduğu destek yanısıra Alman devleti kendi ekonomisi için 1,25 trilyon avroluk destek fonu sundu. Bir kaç gün sonra küçük iş yerlerine 15 bin avroluk ilk ödemeler başlayacakmış.

Herkes 'hazırlıksız yakalandık' diyor ama nedense ben bu raporu okuduktan sonra da Almanya'nın o kadar da hazırlıksız olduğunu düşünmemeye başladım. Her alanda çabuk karar veriyorlar ve uyguluyorlar ve toplumun kararlara uyma disiplinin raporda varsayılandan çok daha üst seviyede olduğu söyleniyor.

Almanya yaklaşık 82 milyon nüfusa sahip bir ülke. Türkiye'nin yaklaşık 81 milyon nüfusu var. Bildiğim kadarı ile Türkiye'de bulunan milyonlarca göçmen bu sayıma dahil değil, yani göçmenlerle beraber tahminim Alman nüfusunu geçiyoruz ve bu mukayeseye göçmenleri de dahil etmemiz lazım, çünkü bu insanlar bizim topraklarımızdalar. Hiç kimseyi "sen Türk vatandaşı değilsin" diye sağlık sistemi dışında tutamayız. Avantajımız nüfusumuzun Almanya'dan daha genç bir nüfusa sahip olmamız.

Dolayısıyla yaklaşık aynı nüfusa sahip iki ülke salgının yayılma süreci açısından kıyaslanabilir.

Biz hazır mıyız?
Bizim Almanlar gibi bir planımız var mı veya en azından onların planına bakıp zamanında hiç önlem aldık mı?

Bakın ben bildim bileli Almanların devletlerine karşı en büyük eleştirilerinden biri dışarıdan gıdayı çok daha ucuza alabilecekken, devletin vergi gelirinden tarım ve çiftçilere sübvansiyon sağlaması. Bu Almanlara hep çok pahalıya mal olmuştur ama ister sağ, ister sol hükümet gelsin asla bu stratejilerinden vaz geçmiyorlar.

Ve bu sübvansiyonlar sayesinde böyle bir krizde bile Alman devleti kimsenin aç kalmayacağına dair garanti verebiliyor.

Evet belki insanlar avokado, veya incir veya ejder meyvesi yiyemeyecekler ama açlık veya kıtlık olmayacak. Kendi iklim ve topraklarının el verdiği imkanlar doğrultusunda sağlıklı ve fazlasıyla yeterli beslenecekler.

Adamların ilaç ve aşı araştıran büyük şirketleri var. Harıl harıl aşı üzerine çalışıyorlar. Sağlık bakanı, 'Corona'ya karşı ilk aşıyı bulan bizim olma ihtimalimiz büyük' diye demeç verebiliyor.

Sağlık teknolojisi üreten şirketler yine öyle, istedikleri aleti üretecek fabrika, alt yapı ve her şeyden önemlisi mühendisleri var.

Evet bazı sektörde darbe yiyecekler ama başka sektörlerde eskiye nazaran daha güçlenecekler ama her şeyden önemlisi, kimseye muhtaç olmadan, kimseye el açmadan, yardım istemeden ayakta kalacaklar ve kriz sonrası daha da büyüyecekler...

Ya biz?
Tarımımız ne durumda?
Samandan ete kadar dışarıya bağımlı değil miyiz?

Sanayimiz var mı?
Cumhuriyet tarihinde kurulan her kurum ve fabrikayı "babalar gibi" satmadık mı?

2011'de Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü'nü Türkiye Halk Sağlığı Kurumu'na devrettik. Artık ismi Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü... Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, milletimizin ihtiyacını giderecek aşı üretiyor mu?

Ama duble duble yollar yaptık…
Gerekli gereksiz her yere inşa ettiğimiz havalimanları ile gururlandık, köprüler, tüneller ve itibarın tasarrufu olmayacağı için 1500 odalı saraylar, altın varaklı bardaklarla ejder meyvesi suyu içilen saraylar…
Kuş uçmaz kervan geçmez yerlere camiler.
Okulsuz çok köyümüz var, hep vardı zaten, ama artık köysüz, kasabasız camilerimiz de oldu.

Ama şimdi kendi sağlıkları ve bu lanet salgının yayılmasını engellemek için.insanlarımızı evlere tıkıyoruz, 

Yollar boş,
Havalimanları boş ve evet artık camiler bile bomboş!..

Ben eskiden süper güçtük falan demiyorum.
Ama 2002 ile 2013 yılları arası bu ülkeye oluk oluk para aktı. Bu da yetmiyormuş gibi 2001 krizi öncesinde 100 milyar USD olan toplam dış borcu, resmi rakamlara göre 500 milyar USD'ye çıkardık.
Babalar gibi sattıklarımızdan gelen paralar, Katar'dan şuradan buradan gelen paralar…

Bütün bu paraları bilime, eğitime, AR-GE'ye, üretime yatırmadık.

Tek yaptığımız müteahhitlik oldu.
Ve şimdi bu salgın yüzünden ekonomik varlığı tehlikede olan insanımıza yardım edecek para yok, ama Marmara'dan Karadeniz'e toprağımızı yarıp ikinci bir kanal yapacak kadar çılgın projelerimiz var.

Çünkü artık profesörlerimizi bile okuma oranı arttıkça afakanlar basıyor, hocalarımız artık cahil okumamış halka daha çok güveniyor.
Ve bugün, teknik okulların gittikçe azaldığı, imamhatiplerin gittikçe arttığı ülkemizde insanlarımız büyük bir salgının tehditi altında.
Yaşlılarımız doğrudan birinci sınıf risk grubunda.

Çocuklarımızın okula gidemediği bu günlerde bile, eğitim kanalında tarafsız ve bağımsız bilim değil, Menderes'in idamının ajitasyonu ile meşgulüz.

Kaynak: Alman Meclisi Arşivi (Salgın ile alakadar bölüm sayfa 55'ten sonra)