Türkiye Şeriat Devleti Mi Olacak? | 1. Bölüm

Bundan uzun yıllar önce Bandırma'da okuduğum okulda bir öğretmen (veya bir stajyerdi hatırlamıyorum.) kaygılı bir şekilde şunları söylemişti; "Tayyip sırayla Cumhuriyet kurumlarını yok edecek, en son şeriat devletini ilan edip başa geçecek."Açıkcası bu sözler duyduğumda verdiğim tepkiyi pek hatırlamıyorum. Ama ilköğretim ve ortaokul yıllarında yaşadığım ilçesakinleri böyle bir korkuya kapılmışlardı. Yıllar sonra bu anıyı ve Bandırma'nın "tedirgin" laiklerini düşünüyorkenkorkulan o soruyutekrar kendime ve size sorayım "Ak Parti Şeriat mı Getirecek? Şeri Hukuk, Medeni Hukuk'un yerinde mi olacak?" yahut artık klişe olmuş bir soru "Türkiye İran mı olacak?" Türkiye'nin İran olup olmayacağını sona bırakarak önce İran'ıntarihine kısa bir bakış atalım.

Türk Laik'inin Tartarusu; İran

Türkiye ile İran'ın aynı coğrafyada yaşayan uzak akrabalar olduğunu söylersem abartmış olmam. Türkiye Cumhuriyeti Devleti doğup ilk adımlarını atarken İran'da yüz yirmi dokuz yıllık Türk soylu Kaçar hanedanı tarihe karışmıştı. Ülkenin yönetimini ele geçirenbaşarılı komutan Rıza Han aynı Türkiye gibi bir Cumhuriyet kurmak istiyordu. Ancak ulemanınağır baskısı üzerinekendi hanedanını başlattı. 2. Cihan Harbi sırasında Şah'ın savaş sırasında beslediği Nazi sempatisi yüzünden Müttefik devletler İran'ı işgal ettiler. Devri geçtiğini anlayan Şah tahtını oğluna bıraktı. Oğlunun da adı Rıza'ydı. Baba Rıza Şah 1944 senesinde yurt dışında öldüğünde oğul Rıza Şah İngiliz güdümlü iktidarının ilk dönemlerini yaşıyordu.

1951 senesinin İran'ındaİran halkı kendi ülkesindeikinci sınıf konumundaydı. Ülkedeki petrol rezervlerini işleten Anglo-Pers şirketi kazandığı paranın yüksek seviyedeki çoğunluğunu doğrudan İngiliz kasalarına yolluyordu. İngiliz sermayesi ülkede o kadar etkiliydi ki İngilizler Tahran'daki barlara "Köpekler ve İranlı'lar giremez" yazısı yazıyordu. Tüm bu adaletsiz yaklaşımlar İran halkını kızdırdı. İşçiler toplu grevlere gittiler. Kendilerini hiçe sayan bu imtiyazlara karşı mitingler düzenlediler. Şah Muhammed Musaddık'ı başbakanlığa atamak zorunda kaldı. Nisan 1951'de Başbakan Muhammed Musaddık İran'daki petrol rezervlerinin yüzde 16 olan İran payını yüzde 50'ye çekti. Bu milliyetçi tavırbüyük devletlerin tepkilerini üzerine çekmişti. İki yıllıkbir hazırlık sonrasında Musaddık bir darbeyle devrildi. Şah artık ülkede tek söz sahibiydi.

Ülkesinde tek ses olan Şah 1959 toprak reformu başlattı. Bu Şah Rıza ile Mollaların arasını bozan olaylardan biriydi. 1963 senesinde Şah Rıza "Ak Devrim" adını verdiği Batılılaşma hareketini başlattı. Hareket İran halkının inançlara uyuşmayacak unsurlar barındırıyordu. Amerikan askerlerinin suçlarının affı ve kadınlara oy hakkı verilmesi gibireformlar halkı sinirlendirmeye yetti. Muharrem ayının 10'unda Kum merkezli bir isyan başladı. Süren sokak savaşları sert biçimde bastırıldı. İsyancılardan tutuklananlar idam edildiler. Kum şehrinderadikal din adamlarının en sivrileni İmam Humeyni ise sürgüne gönderildi. İmam ülkesine yıllar sonra uçakla dönecekti…

Bundan sonra Şah sıkı bir casusluk ve şiddet düzeni kurdu. Gelişen ekonomiyle beraber Şah'ın etrafında bir seçkinler oluşmuştu. Bu sınıf milli bir hüviyet taşımaktan ziyade Şah'a bağlı yabancı odaklı bir sınıftı.

1971'de Şah Persepolis törenlerini kutlayıp pagan adetlerini Müslüman halkın gözüne sokarken Humeyni, Şiilerin sembol şehri Necef'teİran halkına vaazlar veriyordu. Sekiz yıldır ülkesinden uzaktaydı. Bu sürgünün kendisine kattığı avantaj, imamın baskı görmeden rahatça konuşabilmesiydi. Şah'ındemir yumruğu altında ezilen İran halkı gizli köşelerde, gece yarısı evlerde İmam'ın kasetlerini dinliyorlardı. 1 Şubat 1979'ta İmam Humeyni Tahran'a ayak bastığında Şah Amerika'ya sığınmıştı. 2.500 senelik İran monarşisi yıkılmıştı. Çok geçmeden ülkenin iplerini eline alıp İslam Cumhuriyet'ini tesis etti. Artık İran, bölgesine devrim ihraç eden ve mollaların elinde yönetilen bir ülke olmuştu.

Konun başında İran ile Türkiye'nin aynı coğrafyada yaşayan uzak akrabalar olduğunu söylemiştik. Bu cümle üzerine İran'ın neden otoriter ve sert biçimde Batı karşıtı olduğu, Türkiye'nin ise son beş yılda Tek adam yönetimine evrilse de Batı değerlerine bağlı, kendine özgü bir demokrasi hikayesine sahip olduğunu açıklamamız gerekir. 

Türk Devrimi Ve İran Arasındaki Farklar

Baba ve oğul Şah Rıza İran'ın modernleşmesi için adımlar attılar. Baba Şah ülkesinde yapmak istediği değişimlerde Türkiyeyi model alıyordu. Ancak Şah'ın elinde olmayan ama Atatürk'ün elinde olan bariz iki önemli unsur vardı;

1. İran'ın bir Kurtuluş Savaşı yaşamaması ve bu mücadele içindenbir "Gazi" çıkarması
2. Türkiye'nin modernleşmesinin en azaltmış yıl öncesinden başlamış olması.

Baba Rıza Şah ülkesindeki iç karışıklık sonucunda yönetimi ele geçiren ve çoğu değişim isteği mollalar tarafından sınırlandırılmış bir kraldı. Mustafa Kemal Atatürk içinse durumlar daha farklıydı. Türkiye Cumhuriyetinin doğuşunda rahim görevi gören milli mücadele Türkiye için aşamalı bir kabuk kırılmasıdır. 1919-1920 yıllarında milli direnişin ana amacı vatanı ve halife'yi düşman işgalinden kurtarmaktı. 1922'nin Kasım ayında ise padişah ülkenin düştüğü durumun tek sorumlusu olarak görülüyordu. Milli Mücadeleninana beyni Mustafa Kemal, Milli Mücadele'nin geçirdiği her evreyi kendi zihnindeki ülkeyi oluşturmak için ustalıkla yönetti.

Atatürk ve Türk Devrimine en büyük eleştirilerden biri devrimlerin tepeden indiğidir. Halbuki Mustafa Kemal Atatürk'ün hayata geçirdiği tüm devrimler en az yüz elli yıldır konuşuluyordu. Örneğin; Latin Alfabesine geçiImesi Abdülhamit döneminde düşünülmüştü. Bunun yanı sıra Mahkemelerin şeri ve örfi olarak ayrılması İttihat ve Terakki döneminde uygulanmaya başlanmıştı. İkinci Meşrutiyet'in ilanıyla beraber kadın hareketleri hız kazanmış, İstanbul çeşitli kadın eylemlerine sahne olmuştu. Tüm bunları göz önünde bulundurursak, Türk Devrimini zamana bırakılmış fikirlerin karizmatik bir lider önderliğinde düşünülenden daha kısa bir sürede gerçekleşmesi olarak tanımlayabiliriz.

Pehlevi Hanedanlığı, İran halkını pençeleriyle kavramayan kendi sarayından emirler yağdıran, kendisinin doğal düşmanlarıyla ittifak kurmaya çalışan bir yapılanmaydı. Ancak Türk Devriminin baş mimarı Mustafa Kemal ve onun yönettiği kadrolar tüm askeri ve sivil bürokratik kanallardan Anadolu'yu avuç içine aldılar. Ayrıca Türk Devrimi, düşmanlarını önce anlamsız hale getirdi sonra da yok etti. Zaten karşısında güçlü, tek blok halinde olan bir düşman yoktu. Cumhuriyet 1923'te ilan edildi, tüm ülkeye ise 1925 senesinde hakim oldu.

Atatürk'ün Ölümü Ve Devrimin Durması

Türk Devrimi tek bir kişiye bağlı olarak gerçekleşen bir devrimdir. Modern Türkiye yaratımında bulunan kadrolar sadece Atatürk'ün emrine uyan emir kullarıydı. Herşeyi Atatürk tasarlıyor, hayata döküyor, emrindeki memurları kafasındaki Türkiye için yönlendiriyordu. 10 Kasım 1938 sabahı Modern Türkiye yegane kaynağının kaybetti. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten boşalan yeri İsmet İnönü doldurdu. 1.Dünya Savaşında önemli mevkilerde bulunmuştu. Senelerce Atatürk'le beraber çalışmıştı. Aralarında çeşitli sorunlar yaşansa da Mustafa Kemal Atatürk' e hep sadık kalmıştı. Gazi Paşa'nın ölümünden sonra Türkiye'nin başına geçen İnönü, kucağında yeni yaratılmış bir modern ulusu taşıyordu. 

Devrim önemli kazanımlar kazanmıştı. Ancak atılması gereken daha çok adım vardı. Dış politika ise koşar adım savaşa gidiyordu. 1. Dünya Savaşında yenilgiyi tatmış Almanya, Hitler önderliğinde yenilginin acısını çıkarmak için hazırlanıyordu. Çok geçmeden savaş başladı. Devrim ister istemez katılaşmıştı. İnönü Devrim için adım atmak yerine Dünya Savaşı' nın seyrine göre siyasi pozisyon almaya dikkat kesilmişti. Savaş sona erip Berlin, ABD ve SSCB askerleri ile dolduğunda dünya siyaseten ikiye ayrılmıştı. Türkiye bu kutuplaşmada Batı bloğunda yer aldı. 

Bu yer almanın sonuçları gözükmeye başladı. 1945 senesindeki Toprak Reformu tartışmaları Demokrat Parti'yi doğurdu. Beş yıl sonra Demokrat Parti iktidarı ele aldı. CHP'nin içinden çıkan bu hareket liberal ve muhafazakar bir kimlikteydi. Partinin önemli kurucularından biri Atatürk'ün görev arkadaşı Celal Bayar olmasına rağmen DP zaten iyice zayıflamış Türk Devrimini durdurdu. Tüm muhalif güçler partide birleşmişlerdi. Türk Devrimi siyasi gücünü kaybetti. Bundan sonra Devrimin güçleri artık bürokrasiye sıkışmıştı.