Kesin inançlıların dünyasında bağlandığı kişinin dışında gerçeklik kalmaz. Birine kör kütük aşık olunca yanlışını anlamazsınız, inandığınız dine kesin şekilde bağlanırsanız batıl kısmını sorgulamazsınız. Birine çok güvenirseniz ihanet edeceği aklınızın ucunuza gelmez. İşte bütün bu meseleler bir kişiye, nesneye, aileye, partiye, fikire, ülkeye olan bağlılığınızı çok kuvvetlendirmenizden doğar. Kesin inançlı alanlarımız olmazsa ümitsizlikten ölmek isteğimize karşı çıkamayız. Yaşama tutunmak bir şeylerin su götürmez gerçekliğine deyim yerindeyse iman etmek demektir.

Bir yandan da kesin inançlılar kitleselleşince büyük bir hezeyanın kapısı aralanmış demektir. Çünkü bulaşıcı bir hastalık gibidir. O gruba dahil olma eğiliminde olan herkes bir hortumun içinde dönüp durur. Bir gün o hortum öyle bir diner ki savurması, fırlatması rahatsız edici derecede olur.

Türkiye'de kesin inanç kitleselleşmesi dört tane lider üzerinde oldu.

İlki büyük Atatürk etrafında kitleye dönüşen bir kalabalıktı. Atatürk popüler dilde anlatılan bir süper kahraman çünkü. Parasız, pulsuz, memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş ama ortaya öylesine heyecanlı ve umut dolu çıkıyor ki büyüsüne kapılanlar onunla ölüme koşuyor. Atatürk'ün kişisel başarıları ve dayatmaları öylesine rüzgarlı ve hiddetli bir devran yarattı ki izleri halâ sürüyor. Ben bu durumdan memnunum ama enkazı, putlaştırılması ve bittabii anlaşılmamış olması gibi birçok nedenden ötürü tahribatı yüksek alanlara kapı aralıyor.

İkinci kitlesel akın Menderes üstüneydi. Atatürk'ten sonraki CHP 2.dünya savaşının etkileri, ekonomik durgunluğu ve ülkedeki sermayesizlik ve baskı ortamı yüzüne insanları dört duvara hapsetmiş gibi hissettirdi. Bu dört duvarın küçük penceresinden sızan ışık ise Menderes oldu. Türk demokrasi tarihindeki en yüksek oya ulaşan Menderes, halkın gözünde yeni bir süper kahraman oldu. İlk iktidar dönemindeki başarısı ile göz doldurunca bağ çok kuvvetlendi. Fakat 2.dönemindeki durgunluğu ve 3. dönemindeki öfkesi, sabırsızlığı, kibri ve CHP'ye olan sataşması onu hiç de planlamadığı şekilde bir cuntanın eline düşürdü. Cunta ise bu süper kahramanı yok etmek istedi. Fakat hesap etmediği şey kitlelerin içindeki bitmek bilmeyen süper kahraman sevdası... Çünkü bir kişinin sorumluluğu yüklenmesi, milyonların ayrı ayrı yüklenmesinden daha iyi ve rahatlatıcı bir şeydir. Bireyler olarak ne yapabiliriz zaten...

Üçüncü kitlesel akın Özal dönemidir ki... Bu dönem ekonomik patlamanın yaşandığı, sosyal değişimin dört bir yanda kol gezdiği, SSCB rüzgarının dindiği, kültürel batı hegomanyasının dağları deldiği dönemdir. İlk nesil kopmaları, bireyselleşmenin aşırıya kaçması, sanatın ve edebiyatın kurallarının darmadağın edildiği, toplumsal çöküşün zirve yaptığı, kısa yoldan zenginleşmenin keyif verici mutluluğuna kaptırılan dönem. Türkiye 70'lerin yoksulluğunda boğulmuş, sokak çatışmalarından bıkmış, askeri darbenin nirvanasını yaşamış bir ülkeydi. Özal yepyeni şeyler söylüyor, yollarla köprülerle tanıştırıyor, sıcak para insanların yüreğini ısıtıyor ve haksız kazanç popülerleşiyordu. Bu dönem Özal'ın ani ölümü olmasa daha çok su götürürdü. 

Dördüncü kitlesel akın tahmin edeceğiniz gibi Erdoğan'a sel gibi akmıştır. Batı taklitçiliğiyle ünlenmiş başka bir lider yoktur. Diğer üç lider batının değerleriyle savaşmayan liderlerdi. İlk 10 yılında serbest piyasanın kurallarına göre oynaması, hızlı kente göçüşlere neden olması, teknolojik devrimin Türkiye'ye yansıması ve çıkışlarıyla özlenen Müslüman kimliğiyle çıkması yeni bir süper kahraman doğmasının en büyük sebeplerindendir. İlk 2 dönem iktidarında batı taklitçiliği zirve yapar. Oysa bütün kazan rövanşizmle, karşı - devrimle kaynamaktadır. Yeni bir Türkiye sloganı sadece parti propagandası değil inşa edilmesi gereken bir kavramdır. Bu bağlamda diğer üç lidere göre en tutucu olan Erdoğan'dır. Avrupada böylesine kitlesel tutunuşlar 20.yy başlarından ortalarına kadar olmuştu. Birçok tutucu lider ülkesini savaşa, yangına, açlığa sürüklemiş ve SSCB ise birçok ülkenin kaderiyle oynamış, dünya özgürlük inlemelerini çok sonralara bırakmıştı. Batı tutucu liderlerinden etkisinden kısa sürede sıyrıldı. Fakat Çin, Rusya ve Asyadaki birçok ülke o meşhur tutuculuklarını yönetimlerine yansıtıyor.

Türkiye ise akın akın gelen bu marijinal kitleselleşmesinin son 5 yıldır farkında. Ondan önce Erdoğan'ı sadece yönetmeye talip bir lider olarak görüyorlardı. Oysa Erdoğan yönetmekten ziyade bir karşı devrim yaratarak ülkeyi baştan aşağı değiştirmeyi istiyordu. Bunu kısmen başardı. Öyle bir kitle var ki zihinlerinin tutsaklığından olan biteni görmüyor. 

Kesin inançlı gruplar demokratik olmak isteyen ülkelerde bir prangadır. Hükümet, parti, yönetici veya bakan bir araba ya da telefon gibi değiştirilmelidir. Çünkü demokratik sistem serbest piyasa, hak ve özgürlükler ile sınırsız mülkiyetin gölgesinde yaşar. Bunları bulamadığı yerden hızla kaçar. Demokraside kutsallık lidere değil, serbest piyasa ve hür topluma verilmiştir. 

Ufak da olsa bir seçme şansımız varken biz neyi kutsamamız gerektiğine karar vermeliyiz. Yaşam tarzımıza, sosyal kapasitemize ve eğitimi sistemimize bakarsak demokratik toplum sonucu çıkıyor. Fakat siyasi olgunluğumuzun 98 yıldır gelişmemesi yüzüne hep bir parti ya da lider kutsuyoruz. Kesin inancımız hep olmaması gereken yerde tarumar ediliyor. 

Ben kesin inancımı serbest piyasaya şerh koyarak demokrasiden yana koymayı tercih edenlerdenim. 

Ya siz? İnancınızda neyi görüyorsunuz? Bir fırtınanın içinde savrulanlardan olmak mı, yoksa liderlerin geçici olduğunun farkına varıp yaşamın kalıcılığına inananlardan mı olmak istiyorsunuz?

Çok taraflı bir soru mu sordum? O zaman taraf belli demektir. 

Mavi hap mı, kırmızı hap mı?

Karar sizin...