Geçtiğimiz günlerde değerli gazetecimiz Yavuz Selim Demirağ yıllardan beri süregelen bir söylentiyi yalanlayınca Milliyetçi camianın bir bölümünde kıyamet koptu!

Söylenti diyorum çünkü bir olay hakkında herkes farklı bir şey anlatıyorsa o söylentidir.

Bir çoğunuz anlamıştır, konumuz "Boraltan".

Yavuz Selim Demirağ ve Alper Aksoy tartışmasına gelmeden önce toplumda yaygın olarak anlatılan Boraltan hikayesini hatırlayalım.

Yaygın olarak anlatılan hikaye, Tayyip Erdoğan'ın ara ara kürsüden anlattığı hikayedir. Erdoğan'ın anlatımı şöyle:

"1945'te 146 Azerbaycanlı aydın Stalin zulmünden kaçıyor. Aras Nehri üzerinden Boraltan Köprüsü'nü geçiyorlar ve Türkiye'ye sığınıyorlar. Azeriler öz gardaşlarının yurduna gelip, öz gardaşlarıyla kucaklaşıyor. Stalin bu Azerilerin derhal iade edilmesini istiyor. Dönemin CHP hükümeti, Aras Nehri'nin kenarındaki karakola telgraf çekiyor. İnönü başında o zaman ve mültecilerin iade işleminin gerçekleşmesini istiyor. Boraltan Köprüsü'nü geçen Azeriler, köprünün hemen karşısında Türk askerlerinin, Türk subaylarının gözleri önünde elleri bağlanmış olarak infaz ediliyor. Karakol Komutanının bu elim manzara sonrasında intihar ederek canına kıydığı söyleniyor. Bu olay bir ağıt oluyor:

Boraltan bir köprü, aşar geçer Aras'ı,
Yuğsan Aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası.
Düşman bekler karşıda, önüne kattı beni,
Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni.
Dönüp seslendim geri, merhametsiz birine,
Beni siz vursaydınız, şu gavurun yerine."

İşte CHP budur. Bugün CHP Azerbaycan'a Kırım'a göğsünü gere gere gidemez."

Şimdi Erdoğan'ın anlatımındaki yanlışlara gelelim:

1- Coğarafyamızda Boraltan isminde bir köprü yok.
2- 146 Azerbaycanlı aydının toplu halde Türkiye'ye giriş yaptığı tamamen rivayet. Genelde girişler beşer onar kişilik gruplar halinde olmuş ve gelenler savaş sonlanana kadar mülteci kamplarında tutulmuş.
3- Türkiye'ye 146 kişilik bir giriş olmadığı için, 146 kişinin öz gardaşlarıyla kucaklaştığı da yalan.
4- Bu üç maddeyi yazdıktan sonra hikayenin geri kalan kısmının da yalan olduğunu yazmaya gerek yok sanırım.

Gelelim Erdoğan'ın kürsüde okuduğu Boraltan Ağıdına. Bir çok sosyal medya sayfasında şöyle bir iddia var: Rivayete göre Boraltan Köprüsünde katledilen 146 aydın ölüme yürürken toplu halde bu ağıdı söylemiş! Oysa ağıdı yazan şair Ümit Murat Darga ve kendisi 1960 doğumlu! Yani bu efendilere göre Boraltan'da katledilen(!) aydınlar doğmamış şairin şiirini ağıtlaştırıp okumuşlar. Keşke birileri hikaye anlatırken tarihlere dikkat etse.

Peki Boraltan iddiasını ilk ortaya kimin attığını biliyor musunuz? Ben de bilmiyordum Alper Aksoy'un sosyal medya hesabında ki paylaşımından öğrendim. Bu iddiayı ilk ortaya atan kişi Atatürk düşmanlığıyla tanıdığımız Kadir Mısıroğlu'ymuş! Kadir Mısıroğlu'na göre güya İsmet Paşa Karabağ Ermenisiymiş ve bu yüzden Azerbaycan Türklerini ölüme göndermiş!

Ne yazık ki birileri bizim bu iddiaları ciddiye almamızı bekliyor. Hatta öyle ki ciddiye almadığımız için neredeyse bize vatan haini diyecekler! Kadir Mısıroğlu'nun delil olarak gösterdiği belge ise Meclis Tutanaklarıymış.

Oysa Meclis tutanakları delil falan değildir. Meclis konuşmalarından delil mi olur? Partilerin siz şunu yaptınız, biz bunu yaptık demesinin neresi delil? Meclis tutanaklarına bakarak sadece şu kişi şu iddia da bulunmuş diyebilirsiniz.

Meclis tutanaklarından herkes istediği bölümü almış. Ama iddia sahiplerinin hiç birisi şu bölümü almamış.

"Bakanlar Kurulunun 1.IX.1947 tarihli toplantısında incelenerek, komisyon raporuna göre işlem yapılması uygun görülmüş ve böylece Yozgat kampının dağıtılarak yurdumuzda kalmayı arzu edenlerden Türk ırkından olanların vatandaşlığımıza alınması esası kabul edilmiştir."

İçişleri Bakanı
Ruknettin Nasuhioğlu

Zaten Türkiye'de tarih böyle yazılır. Herkes bir tutanaktan veya metinden işine gelen kısmı alır.

243 Rus Askerinin iadesiyle ilgili İçişleri Bakanı Hilmi Uran'ın soru ve görüşlerinin yazılı olduğu bir tutanak da ortalıkta dolanıyor. Ama birileri o belgeden bu mültecilerin hepsinin Azerbaycan Türk'ü olduğunu nereden çıkarttığını anlayamadım!


Alper Aksoy yazısında İnönü Vakfı'nın olayı kabul ettiğini yazmış. Oysa İnönü Vakfı etik bir tavır sergileyerek Prof. Dr. Hakkı Uyar'ın yazısını olduğu gibi yayınlamış. Kesip kırpma işine girmemiş. Aynı yazı bir çok sosyal medya mecrasında da var. (Alper Aksoy'u bu sebepten kınamıyorum, gözden kaçmış olabilir.)

Delil olarak gösterilen meclis tutanakları CHP'li Ruknettin Nasuhioğlu ve Demokrat Partili Şevket Mocan'ın soru ve cevaplarından ibaret. İşin ilginç yanı Meclis Tutanaklarında İnönü'yü katliam yaptığı iddiasyıla yerden yere vuran Demokrat Partili Şevket Mocan, bu iddialarından kısa bir süre sonra CHP'ye geçmiş ve daha sonra tekrar Demokrat Partiye transfer olmuş. Benim anladığım kadarıyla Şevket bey klasik sağ siyaset anlayışına sahip!

Boraltan rivayetlerinin gerçekliğini hınca hınç savunan bir internet sitesi de dikkatimi çekti. Sanırım bu arkadaşlar "teyit.org" sitesine özenmişler ve kafalarına göre bir "Teyit" sitesi kurmuşlar. Bu site Yavuz Selim Demirağ'ın yazısını yayınlamış ve altına "Yanlış Bilgi" yazmış.

Ha bir de Tıhmıs Köprüsünü, Boraltan Köprüsü yapmışlar! Nasıl mı? Tıhmıs'ın yanına parantez içerisinde "Boraltan" yazmışlar, bizim Tıhmıs köprüsü olmuş size Boraltan köprüsü!

Bu site eline ne geçmişse belge(!) diye yayınlamış.

Mesela canlı tanık olarak Bekir Doğan'ı göstermiş. Ben Bekir Doğan'ın konuşmasını dinledim. Bekir Doğan konuşmasında, Sovyetlere teslim edilirken ağlayan kadınlardan, çocuklardan, yaşlılardan bahsediyor!" Sonra kendilerince bir delil daha koymuşlar, orada ise 195 askerin teslim edildiği yazıyor!

Şimdi, çocuk mu, kadın mı, yoksa asker mi? Bu iddialardan birisinin kesinlikle yalan olduğu ortada. Bunların ikisi birden nasıl delil olabilir? Allah aşkına tarih böyle mi okunur?

Bekir Doğan kim mi? Verdiği bir röportajda "Türkeş yaşasaydı AKP'li olurdu, Türkeş memleketini severdi" diyebilecek kadar Erdoğan aşığı bir amcamız.

Oysa belge diye yayınlanan tutanaklardan çıkarılacak tek sonuç var, o da muammalı bir sonuç.

Biliyorsunuz Türkiye ikinci dünya savaşının neticesi belli olduğunda bir siyasi manevra yaparak, Sovyet ittifakına katıldı ve Almanya'ya savaş açtı. Asker mültecilerin iadesi yapılmışsa bu sebepten yapılmış. Çünkü o dakikadan sonra biz de Almanya'ya (güya) savaş açtığımız için o askerler bizim için de savaş suçlusu sayılması gerekli. Bu askerler teslim edilmişse ve kurşuna dizilmişse bu elbette bir dramdır. Lakin bunun sorumluluğu İsmet Paşa'ya yüklenemez. Savaş böyle bir şeydir, savaşlarda dramlar yaşanır, ikinci dünya savaşını İsmet Paşa çıkartmadı. Fakat şu bir gerçektir, Türk milleti böyle dramlar yaşamasın diye Türkiye'yi İkinci Dünya savaşından uzak tutan ve o kaostan sağ salim çıkmamızı sağlayan kişi İsmet Paşadır.

Şimdi buradan İsmet Paşa'nın Türk düşmanı olduğu sonucu çıkar mı?

İşin bir ilginç tarafı daha var. Azerbaycan'da bu Boraltan hikayesini bilen yok. Alper Aksoy'da sosyal medya hesabında bunu dile getirmiş. Gerçi bunu söylediğimizde bir çok kişi Elmas Yıldırım'ın şiirini önümüze sürüyor. Arkadaşlar Elmas Yıldırım 1936 yılında Türkiye'ye iltica etmiş ve geri kalan ömrünü Türkiye'de geçirmiştir. "Dönek Kardeş" şiiri Azerbaycan'da yazılmadı, Türkiye'de yazıldı.

Gelelim İsmet Paşaya

Ben İsmet Paşa hakkında yalan yanlış ithamlarda bulunmaktan hicap duyarım. Çünkü Kurtuluş Savaşında top seslerinden kulağı sağır olan ben değilim, İsmet Paşa!

Ben artık Merkez Sağ denilen yapıdan, Siyasal İslamcı siyasetten ve bunların etkisinden çıkamayan Milliyetçilikten gerçekten nefret ettim.

Siz hiç sağ cenahın, Türk gençlerini ölüme gönderen sağcı siyasetçilere iki kelam ettiğini duydunuz mu?

Mesela bizim Kore'de ne işimiz vardı? Hiç bilmedikleri topraklarda 721 gencimiz can verdi.

Neymiş NATO'ya girmek içinmiş! Türk gençlerinin kanı ne zamandan beri pazarlık malzemesi oldu?

Bu sağ siyasetçiler böyledir, iktidarları döneminde hem Türkiye'nin uçuşa geçtiğini iddia ederler, hem de büyük devletlerle garibanın çocuğunun kanı üzerinden pazarlık yaparlar!

Şimdi de Afganistan çıktı başımıza ve orada ne olacağı belli değil. Ne işimiz var bizim Afganistan'da? Yazık değil mi gençlerimize? Pırıl pırıl gençlerin canı üzerinden pazarlık yapılır mı?

Sağ siyasetçilerin yanında İsmet Paşa pür-ü pak kalır.

Başı sıkışınca Mehmetçiği oraya buraya gönderenlere kimse "Katil" demiyor. Ama ülkemizi ikinci dünya savaşına sokmamış İsmet Paşa "Katil" öyle mi? Bu iş mi yani? Bu adaletli bir söylem mi?

Sonra derdiniz İsmet Paşa deyince kızıyorlar!

Boraltan türü rivayetlerin bir çoğu 1940 ile 1960 arasında Siyasal İslam ile Milliyetçilerin elele vermesiyle çıkmış.

Çoğu insan sanır ki Milliyetçiliğin içerisine Siyasal İslam'ı 1969 kongresinde Türkeş soktu. Bu da tamamen hikaye. Hiç bir dönemde 1940 ile 1960 arasındaki kadar içiçe değildi.

İnanmayan Osman Yüksel Serdengeçti'nin "Yıkıldılar" yazısına baksın.

Vahdettin'in Atatürk'e altın verip Samsun'a gönderdiği yalanı da o döneme ait.

Komünizmle Mücadele Derneğinde Amerikan bayrağıyla verilen pozu bilmeyen yoktur herhalde?

Dindarlıktan en uzak olduğu söylenen Atsız bile "Dalkavuklar Gecesi" kitabında ipe sapa gelmez iftiralarda bulunmuş. Merak eden kitabı okusun ve Yamzu karakteriyle kime iğrenç bir iftira atıldığını araştırsın.

Bu yalanlardan kurtulmak için illa her şeyi dökelim mi yani?

Yıllardır diyoruz ki, o dönemin milliyetçi yazarları hatalar yapmış olabilir, hatalarını bırakın doğrularını alalım.

Ama yok, hataları da, yalanları da illa dayatıyorlar!

Kardeşim bizim kuşağımız bu yalan yanlış hikayelerle ziyan oldu gitti. Çünkü bizim büyüklerimiz de hatalarından gerekli dersi çıkartmamıştı. Biz bir Falih Rıfkı Atay'ı otuzumuzdan sonra okuduk, İlhan Selçuk'un" Yüzbaşı Selahaddin'in Romanı" gibi muhteşem bir eserini otuzumuzdan sonra okuduk, Şevket Süreyya Aydemir'i otuzumuzdan sonra okuduk... Böyle nice önemli kalem bize öcü olarak gösterilmişti.

Ben yeni yetişen neslin doğru düzgün bir tarih okuması, yalanlardan uzak durması için elimden geleni yapacağım.

İsteyen sövsün, isteyen kızsın. Benim vatanperverlik anlayışım da böyle.

Okan Kilit