Geçen gün her zaman gittiğim berberime traş olmaya gittim-Herhalde erkeklerin ekseriyeti berber konusunda oldukça muhafazakardır- Berber koltuğunun arkasındaki duvarda asılı bulunan televizyonda "Fetih Şöleninden" kesitler gösteriliyordu. O sırada Akp seçmeni olan berber arkadaşım "Bunlar hep hikaye. Ayasofya'yı cami yapın da o zaman görelim fethi" dedi. Ülke toplumu ve siyasetinde güçlü bir karşılığı olan bu söylemin ne kadar adil, akılcı ve pratik olduğunu tartışmak gerekiyor aslında. Namazla niyazla arası çok da sıkı fıkı olmayan bu arkadaşın talebi teolojik olmaktan çok psikolojik. Meseleyi bir gurur meselesi olarak görüyor.

    İnsanoğlunun kolektif bir şekilde örgütlenerek "Kültür" üretmesi ile birlikte zaruri ihtiyaçları karşılayan ve belli bir fiziki alanı kaplayan yahut yapısal bir varlığı olan "mekanın" yüzyıllar içerisindeki toplumsal,ekonomik,siyasal dönüşümlere paralel geçirdiği farklı mahiyetteki kavramsal örgütlenmeler mekanları anlamlandırma biçimlerimizi de şekillendirmekte ve bu farklı anlamlandırma biçimleri toplumsal gruplar arasında yoğun ihtilaflara yol açabilmektedir.

   Ulus devlet ve milliyetçilik fikriyatının tatbikat sahası bulduğu 20.yy'a kadar tüm siyasal ve askeri örgütlenmelerin itici gücü dindi. Hem siyasal erkin meşruiyet kaynağı olarak hem de girişilen genişleme-yayılma hareketlerinde en başat unsur din olgusunun getirdiği yüksek motivasyon ve dinamizmdi. Örneğin Roma imparatorluğunun emperyal maksatlarını gerçekleştirmede eksikliğini hissettiği "global bir mesaj" ihtiyacını tedarik edecek memba Hristiyanlıktan başka bir şey değildi. İnebahtıda Müslüman kadırgaların bayraklarında ayetler, Hz.Ali'nin Zülfikar kılıcı, Hristiyan bayraklarında haç dalgalanıyordu. Ortaçağ insanı için öteki inanç sahiplerini şu veya bu şekilde kendi inancına sokmak kutsal bir ödevdi. Hal böyleyken kılıç zoruyla ele geçilen bir yerde sembolik olarak fethi hikaye eden eylem, fethedilen kültüre ait dini mabetlerin fatihin mensubu olduğu dinin mabedine çevrilmesiydi. Bahsettiğim gibi halihazırda inandığı din ,Tanrı ve peygamber için savaşan bir ordu manevi bir taltif olarak bu seremoniyi görmek ister. Bu tüm kültürlere ait bir pratiktir. Tıpkı Hristiyanların Endülüs'ü ele geçirdikten sonra tüm camileri kilise yapması gibi. Dolayısıyla İstanbul'un fethi akabinde şehrin en önemli mabedi olan Ayasofya Türk tarihinin en entelektüel hükümdarlarından biri olan olan 2.Mehmet tarafından Camiye dönüştürüldü. 1930 yılına dek cami olarak hizmet veren yapı 1935 yılında Mustafa Kemal Atatürk'ün takdiri ile müzeye çevrildi. O günden bugüne mevzu bahis yapının tekrar Cami olarak ibadete açılması talebi sık sık gündeme geldi. Şu aralar fethin sene-i devriyesi münasebetiyle tekrar gündemimizde   

   Bu sorunsalın pratik açıdan yanıtını Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan birkaç sene önce vermişti aslında.(Kitleleri etkileyebilme gücü açısından Tayyip Erdoğan'ın bu demecini önemsiyorum) Konu ile alakalı ısrarlı sorulara "Önce bir Sultanahmet'i dolduralım" şeklinde bir yanıt vermişti ki yerinde bir cevaptı. Nitekim Sultanahmet vakit namazlarında dolmuyor. Toplumumuzun en kronik hastalıklarından biri olan şov yapma , goygoy, hamaset bu meselenin güncel kalmasında etkili olan faktörlerden birkaçı aslında.

   Sorunun kavramsal tarafına gelince; Ayasofya imgesinin Müslüman Türk ve Ortodoks Yunan toplumlarının zihinlerinde taşıdığı kıymetin mukayesesini yapmakta fayda görüyorum. Eğer Türklerden İstanbul'u ziyaret etme sebeplerini sıralamalarını istersek büyük olasılıkla Ayasofya ilk üçe ve hatta ilk beşe giremeyecektir. Yunanistan'ı ziyaret eden herkes hemfikir olacaktır ki Türk olduğunuzu öğrenen tüm Yunanlar size ilk evvele Ayasofya'yı soracaklardır, Ayasofya'yı anlatmanızı rica edeceklerdir; hem de gözleri parlayarak. Bu bir hakikat ki bu adamlar için burası gerçekten çok kutsal. O yüzden Ali Bulaç birkaç yıl evvel "Ayasofya ibadete açılacaksa hakkı kilise olmasıdır "demişti.   

   Bu meselenin diğer boyutları Türk devlet gelenek ve kültürü ve uluslar arası ilişkiler ayağıdır. Askeri dinamizmleri , teşkilatçılıkları ve bilhassa askeri teknojiye yüksek merakları ve geniş tecessüsleriyle atalarımız Bizans kültürü karşısında hiç kompleks yapmadılar. Binlerce yılın yerleşik kültür birikimini sahiplendiler ; tekamül ettirdiler. Cumhuriyet Türkiye'si bu konuda sınıfta kalmıştır. Alabildiğine bir Gayri-müslim alerjisi topluma zerk edilmiş ; memleketteki eşitsizliklerin , naadil gelir bölüşümünün vb. menfi vaziyetlerin müsebbibi olarak gayrimüslim vatandaşlar işaret edilmiştir. (6-7 Eylül olayları gibi )Bugün sayıları birkaç bin olan Rum vatandaşların hissiyatlarını dikkate almamız hem demokratik-çoğulcu prensipler hem de bizim köklü devlet geleneğimiz icabı elzemdir. Uluslar arası ilişkiler boyutunda ise komşumuz Yunanistan ile dostane ilişkiler kurmamız ve bunları geliştirmemiz herkesin yararınadır. Her iki tarafın da gerilim yaratacak siyasetten uzak durması faydalı olacaktır.

   Sık sık gündeme gelen Ayasofya'nın cami olarak ibadete açılması tasavvuru toplumuzda bir enerji kaybına yol açmaktadır. Konunun ancak ucundan tutan büyük halk kitleleri durumdan bir gurur meselesi çıkarmakta; vaziyeti obsesif-kompülsif bir hale sokmaktadır. Dolayısıyla toplumsal özgüvenimizi kendi kendimize tahrip etmekteyiz. Kanaatimce yapının müze olarak kalması hem Müslümanların hem Hristiyanların hayrınadır. Yapıyı ziyaret etmek suretiyle Her iki dinin mensupları bu görkemli yapının atmosferinden beslenebilir , feyz alabilir ,keyfini yaşayabilir. Dün Fatih Sultan Mehmet Ayasofya'da Cuma namazı kılarak "Burası bizim" dedi. Bugün buna ihtiyacımız var mı ?