Şehirde epey zamandır televizyon izlemiyor, hele hele yandaş TV kanallarına hiç bakmıyordum. Ben de birçok okur gibi; yandaş TV kanallarının sabahtan akşama değin aynı haberleri verişi, bilhassa hükümetin çalışmaları ve sayın biricik Cumhurbaşkanımızın dünya lideri oluşunun hiyerarşik başarısını onurlu muhalif yazarların, birkaç saygın gazetenin aktardığı bilgiler sayesinde öğrenenlerden birisiyken köye gittim. Yeşilin, yüksek dağların, tertemiz havanın, harika güzelliklerin iç içe girdiği köyde büyüklerin halini hatrını sormak geleneklerimizin bir gereğiydi, biliyordum. Bu arada köye gitmeden iki üç gün evvel "Barış Pınarı Harekatı" başlamış, harekatın başlangıcıyla terörün kökünü kazıyacağımıza dair haberler yazılı basına düşmüş, "dakika bir gol bir" denilmişti. Her köyde olduğu gibi bizim köyde de yaşlılar var ve o yaşlıların çevresinde, dizinin dibinde büyüdüğümüzün bilinciyle ev ev dolaştım. El öptüm, sarıldım, yeri geldi güldüm, ağladım. Komşuların evindeyken televizyonun açık olması ister istemez dikkatimi çekti. Başlayan harekatın gidişatı terörün ömrünü sonlandırsın diye içgüdüsel olarak Tanrımıza dualar ettim. Azıcık yükselip ardından alçalır gibi olan ara haber sunucusunun sesi kulağımı sıyırıp geçerken gururlanıp Türk askerine ettiğim dualarla kendimden geçip maç içlercesine ekrana bakakaldım. Yandaş kanallardan birisi bir yandan son dakika haberi düşüyor, bir yandan Cumhurbaşkanımızı gösteriyor, görüntüler anında hızlanıyor, Amerika'ya gidiyor, Rusya'ya çarpıp dönüyor. Bir ara Azerbaycan'a uğrar gibi yapıp nihayet harekatın seyrine odaklanıyordu. Hiçbir ülkeden göremediğimiz desteğin yan etkileriyle yüzleşmek, işte burada devreye girdi. Özellikle ümmetçiyiz, din kardeşiyiz diye Arap'tan çok Arapçı kesilenlerin taptıkları Arap devletlerince kınandığımızın acı tablosu karşısında şaşırmasam da beslediğimiz yetimlerin bize düşman oluşuna içerledim. Her zulmü, acıyı, yoksul ülkelere, yoksul ülkelerin çocuklarına, bebeklerine reva gören, çoluğu çocuğu diri diri gömen, bir avuç bedenlere kocaman namluları doğrultan ve tarihleri hırsızlık, işgal, üçkağıtçılık ve palavrayla dolu Batılı ülkelerin bize adeta işgalci, faşist imasında bulunması ise içimi çok acıttı. Komşuyu mu dinlesem televizyona mı baksam karar veremedim bir an. Çok geçmeden hüzünlenen yüreğimle öylece kaldım; sonra kalktım, dışarı çıktım, yukarı çıktım, eve gittim. Televizyonu açtım. Pat pat pat, tak tak tak, tırrr tırrrr, güm güm güm gümmmm...Kuru bir sahada bombalar patlıyor, silahlar yükseliyor, alçalıyor..Kanalı değiştirdim, bir başka kanalda da aynı sesler: tak takk takkk, güm gümm gümm güm, pat pat pat..Alt yazılar geçiyor, son dakika haberleri birbiriyle yarışıyor, harekat sesleri ortalığı kasıp kavuruyor. Amerika'dan birileri geliyor, biz Amerika'ya gidiyoruz, Rus Başkan arıyor, biz Rus Başkan'ı arıyoruz, Pkk destekçisi bazı HDP'liler Türkiye'ye direkt katil diyemese de üstü örtülü katil yorumunda bulunuyor. Hayatlarında bir çocuğun başını okşamamış, halk ve devlete düşmanlıktan başka beslediği hiçbir duygusu bulunmayan, zalimlikte rakip tanımayan, Pkknın sağ kolu birçok HDPli'den insanlık dersini içeren açıklamalar duymanın sahtekârlığına bir kez daha şahit oldum. Büyük büyük seller, heyelanlar, felaketlerin bile sahtekâr insanlar kadar tehlikeli olmadığı bu dünyada reziller, vahşiler, katil ve alçaklar tarafından insanlığa davet edilmek, vefanın merkezine çekilmeye çalışılmak ne iğrenç tezatlıktır dedim. Silah, harekat, kavga, ölüme yönelik her nerede bir olay, matemli bir sızı yaşansa Pkk sevdalısı birçok HDPli'nin yalan yüklü merhamet çığlıklarını duyar, sözün dönüp dolaşıp Türk askeri ve polisini hedef aldığını görürsünüz dedim. Batılı ülkelerin harekatla ilgili söylediği, bizleri işgalci diye nitelediği sözleri sindiremeyişimizden daha zor olanıysa içimizdeki hainlerin fırsatını kollayıp sözlü bir şekilde üzerimize gelmeye çalışmasıydı.
...

Sanki televizyon harekatın ortasındaydı, birazdan bir bomba patlayacak, uçup gidecekti. Sesler sesler, uzayan, taklalar atarcasına yuvarlanan sesler: silah sesleri! Belki dünyadaki en çirkin sesti! Ne yana baksam her yandan bu çirkin sesin geldiği hissine kapıldım. Parmak uçlarım alnımda, düşüncelere dalarak komşunun evinden ayrılıp küçük bir tepenin üzerine çıktım. Çünkü internete girip nelerin olup bittiğini gerçek manada yazılı olarak takip etmem, en azından birkaç makale okumamın faydalı olabileceğini düşündüm. Ne gezer!? İnternet bağlantısı yok denecek denli zayıftı. Hangi çağdayız, hani rekabet, bu nasıl hizmettir deyip mobil operatörümü yerden yere vurup evin yolunu tuttum. Annem akşama hazırlık için yemek yapma faslını gerçekleştiriyordu. Çay fokur fokur kaynıyor, "beni iç" dercesine davetkâr davranıyordu. Dayanamadım, genellikle Karadenizlilere mahsus, dudak payı bırakmadan doldurduğum bardağı kavrayıp televizyonu açtım. Uzaktan kumandanın öncülüğünde kanalları taradım. Komşunun evindeki sahne, kaldığı yerden devam ediyordu. İki üç kanal hariç, tüm kanallarda Barış Pınarı Harekatı, harekattaki bazı görüntüler tekrar tekrar sunuluyordu. Neler oluyordu? Mehmetler bir bir şehit düşüyor, Adıyaman ağlıyor, Kırıkkale ağlıyor, Türk bayrağına sarılı askerler sonsuz yolculuğuna uğurlanıyordu..

Dışarı çıkıp dere boylarında, ağaçların altında, doğduğum toprağın kokusunu duyarak adımlar atacak, huzurla dolacağım; ama olmuyor! Dışarı çıkamıyorum; çünkü ABD Başkan yardımcısı Mike Pence'in Türkiye'ye geleceği, sayın biricik Cumhurbaşkanımız ile görüşeceğinin bilgisi aktarılıyor. Alt yazılar vurup geçiyor, dikkat dikkat dikkat! Mermi sesleri geliyor kiu kiuuu kiuuu, dışarı çıkamıyorum, olmuyor! Bir diğer kanalı açıyorum: gene aynı tablo! Sayın Cumhurbaşkanımızın ABD Başkan yardımcısı Pence ile yapacağı görüşmeye dair detaylar... Acil bir girişle 32 kilometre derine bağlanıyoruz! İlerliyor ilerliyoruz, "durmak yok yola devam" diyoruz demesine; ama ABD kanadından gelen sert bir bariyerle durdurulmaya çalışılıyoruz! Mike Pence, Sayın Cumhurbaşkanımızla görüştükten sonra harekatın fitili sönüyor. Onca emek, onca şehit nereye gitti diyor insan hem de defalarca! Arkası gelmeyen terör illetinin ne kökü kazınıyor ne ucundan bir dirhem kesilip çöpe atılıyor!

Mutfaktan gelen ayak seslerine yöneldim. Annemdi. Çayımı elimden alıp "oğlum soğuttun, tazeleyeyim" dedi. Hayır ana, dışarı çıkacağım. Nihayet dışarı çıktım. İşte karşımda doğa, ninnisiyle büyüdüğüm, kokusunu içime çektiğim topraklar, yalçın yokuşlar, karşımda Kaçkar, üstümde Zigana, bir yarısı baba, bir yarısı ana, gönlüme dokunan sevdam: Zigana...

Yaşadığın yer:

Sabahın erken saatlerinde, hani görme engelli diye sıfatlara layık görülen vakitlerde kalkan, ev hanımı olup çocukları için kahvaltı hazırlayanların fır fır döndüğü yer. İşçi, memur, yönetici, ekonomist, avukat, doktor, hemşire, öğretmen... babanın ya da annenin ekmek uğruna, yaşamın bin bir türlü kasvetine karşı yollara düştüğü, işine gücüne gittiği yer..

Yaşadığın yer:

Köylünün, kasabalının soluduğu havayı ciğerlerinde faziletle hissettiği yer. Özellikle köylülerin altı ay çalışıp altı ay dinlendiği, baharı beklediği, toprağı eşmek, tarlayı bellemek için ruhları ve fiziki ağırlıklarını kendilerinden bir parça saydıkları yer..

Yaşadığın yer:

Türkülerini söylediğin, şiirleri ve romanlarını iştahla okuduğun, kültürünün özü sazıyla nağmelere aşık olduğun kara parçası. Günün ilk anlarında dağlarına altın sarısı güneşin dokunduğu heyecanla var ettiğin, geceleri ay ışığı altında duygulandığın, Ege'de meltemine yaslandığın, sert de olsa Karadeniz'de poyrazına göğsünü dayadığın, Akdeniz'de erguvanların karşıladığı samimi rüzgârları yudumlayan, kıyılardan zirvelere değin seni tanımlayan; adın, sevdan ve umutlarınla yekvücut olduğun yer..

Çocuklar okuldan döner, mini mini bir kuş gelir, cama konar, Ayşe Hanım'ın kızı bahçede arkadaşlarıyla oyuna koyulur. Atlar zıplar, yerden biraz yükseğe çıkıp düştüğünde arkadaşlarının yardımıyla kaldırılır. Bazen bu coğrafyanın çocukları ölüm kadar yaslı; bir o kadar da tebessüm edecek sıcaklık ve huzuru en iyi taşıyan gövde olurlar. Belki annelerinin gençliğindeki gibi yakan topu, beştaş oyna(ya)mıyorlar; ama yeni oyunlarında yaşadıkları yere özgü oyunlar türetmekte gecikmiyorlar.

Yaşadığın yer:

Çocuk olmanın dinamik yapısını toprağının hürriyetine benzetmektir kimi zaman.
En basit tabirle sapanla ava çıkıp eli boş dönmemeye ant içen çocukların öyküsü yatar bu topraklarda. Başa geçen her hükümetin sömürmesi, çocukluğunu yaşamasına mani olması, taştan, tenekeden oyuncaklarla gününü geçirmesine rağmen güçlü tarihinden aldığı kuvveti bedenine armağan etmeyi bilir. Küçücük gövdesinin farkında olmasıyla üzerinde bulunduğu vatanın şanlı geçmişini pekiştirir...

Nasırlı ellerin, çatlak topukların çıkardığı sedayı, onuruna vakıf taşralıyı kentlere getiren, "ben de varım" çığlığını metropollerin içine içine sürükleyen, arka sıralarda otursa da parmağını kaldıran, cesareti, hücumuyla kabuğunu kıranların yaşadığı yer. "Taşı, toprağı altın" diyerek göç edenlerin betonlarla yüzleşmesine karşın hâlen büyük, güçlü ve eşsizdir. Tarikat, cemaat ve şeyhlerin kemirmesine, iktidarın yıllar boyu altını üstüne getirmesine karşın yine ayakta, yine yürüyor. Diyarbakır, Trabzon, Konya, Van, Denizli, Hatay, Bartın'da.. 3 ayda bulamayacağın işi bir hafta, on günde bulabilmene imkân veren şehir. Yolsuzluğa, betonarme yapıya, AVM, rezidans ve gökdelenlere rağmen yenilmeyen kent..

Yaşadığın yer:

Karnının doyduğu, lokmanın tanımı, şekerin ve tuzun tadı gibi... Ege, Akdeniz, İç Anadolu, Doğu, Karadeniz ve Marmara gibi. Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi gibi...

Yaşadığın yer:

Siyasetin, siyasinin, vekilin, hükümetin kendine benzetmeye çalıştığı, yer yer benzettiği, kaderini belirlediği, kör inançlara, boşluklara bıraktığı, aldattığı, zamlara boğduğu, halkını düşünmediği yer..

Memleketimizin varoşları, köy ve dağ köylerinde kötü yönetimin eseri bunca zammın takibini, batık ekonominin durumunu, faizin, enflasyonun gerçek yüzünü yandaş medyanın kanallarına bakarak görmek neredeyse imkânsız...İnsan görmeyince bir şeylere dokunmayınca gerçekliği sorgular ya, işte o hesaptır bu hesap. Yani uzaklarda, kentlerin uzak bölgelerinde yaşam süren yurttaşın hakikatle kurabileceği bağın zayıflığı "tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet" gibi söylemlerle kürsü belagatı üzerinden sürdürülüyor. Şehirle dağ köyleri arasındaki bilinç farkını uçuruma çevirmede yandaş medyanın sahip olduğu avantaj yıllar yılı Ak Parti hükümetinin işine yaradı. Böyle giderse bu acıklı durumun devam edeceği kaçınılmaz olacaktır. Muhalif partilerin yerel alandaki örgütlenme çabalarının yetersizliği, bilinçli vatandaşın takım olabilmesine engel sebeplerin varlığı; İslamcı sağ iktidarların Türkiye'yi yiyip bitirmesine zemin hazırlamaya dün olduğu gibi yarın da devam edecektir...

Yaşadığın yer:

Biraz senden öncesi biraz da sonrası.
Eskittiğin kadar yenileyebildiğin, yenebildiğin kadar mağlup olduğun,
kazandığın, kaybettiğin,
reddettiğin, kabullendiğin,
kim olduğun, kim olmadığın,
söz verdiğin, sözünde duramadığın,
aradığın, yerinde bulamadığın yer...
...

Yaşadığın yer:

Amerikan Başkan yardımcısı Pence ile Cumhurbaşkanımızın yaptığı görüşmenin ardından terörün kökü kazınacak diye umutlandığımız şeylerin ütopyaya döndüğü yer.

Yaşadığın yer:

Ordumuzun kadim gücüyle başlattığın harekatı yarıda kesip Türk halkına zafer naraları attığın yer...

32 km
120 saat!
Uzun bir mola gibi!

Yaşadığın yer:

"Bir gece ansızın gelebiliriz" dediğin yer!


Engin Yeşilyurt