Fransa'nın başkenti: Berlin
İtalya'nın başkenti: Washington
Rusya'nın başkenti: Brüksel
Almanya'nın başkenti: Roma
Türkiye'nin başkenti: Atina

Herkesin bilebildiği doğrularda ne kadar yanılabiliriz? Bu durumda yanlış bildiğimiz gerçeklere karşı çıkmamız mümkün mü? Mümkün! Ama nerede, nasıl?

Haiti'nin başkenti: Port-au- Prince doğru mudur? desek "Paris" veya "Ankara" kadar emin olabilir miyiz?

....

Hiçbir bölgesinde kurşun sesi duyulmamıştır. Bırak kurşunu, sözlü kavganın bile esamisi okunmamıştır. Deprem sonrası fırsatçılık yaşanmamış, ekmeğin fiyatı bir iken beş olmamış, istikrar ve ekonomiye gıpta ile bakılmıştır! Dürüstlüğün bir grafiği yoktur kesin, olsaydı emin olun, başı çeken ülke orası olurdu!

Herkes zaman zaman etrafında suçlu arar, muhakkak bulur; fakat orada yok, bulamazsın! Hırsızlık, namussuzluk, kapkaç, kapkaçma, soygun, vurgun, taciz, tecavüzün adını bilen yok bilen! Bilmediğin bir şeyi telaffuz mu edeceksin? Lügatlarında yok!

"H" ile arama yaptığında "helâl, halis, has, hayır, hasenat" gibi kavramlarla yüzleşirsin. "Hı" dersin de "hır" olmaz, hadi diyelim oldu; bu kez "hır" olsa "hırsız" olmaz! Hecelersin hecelersin de hırsızı var edemezsin! "Na" dersin "nam" olur; çünkü şanı her yerde bilinir. "Nam" dersin, "namus" olur da "sız-suz" ekini alıp namussuza dönüşmez! Kelimeyi eğip büküp değiştireceğini mi sanıyorsun? Lügatlarında yok!

Bugüne değin caddeleri, sokaklarında polis gören olmadı! Birisi birilerinden korkup kaçmadı. Çantası parayla dolu adamlar, yazın sıcak gecelerde sokaklarda yatar, para balyalarını yastık yapar, uyur; Allah'ın kulu dokunmaz onlara! Dokunsa dokunsa boynu burkulmasın diye para balyalarını yastık misali sağa sola, aşağı yukarı çekiştirir, mışıl mışıl uykunun devamını getirirler!

Her yıl bir dünya sinema filmi yetiştirilir sinemaya. Seks sahnelerinin ayyuka çıktığı filmlerde orgazm olur başka ülkerin insanları; ama orada yok! Sinema salonları sadece gündüz çalışır. Sinemada erkeklerin rol aldığı, ahlak düzeyi yüksek filmler, halkın edep düsturunu sağlamlaştırır. İnsanlar akşam oldu mu evlerine gider; perdesini örter, abdestini alır, namazını kılar, yatar!

Pazarlarında başka bir tat vardır: kesik tat! Örneğin kabak, patlıcan, salatalık, muz, havuç, çarliston falan; hayal dünyasını dejenere edebilecek ürünleri ya pazara sokmazlar ya da doğranmış, paketlenmiş olarak satarlar. Bulamazsın, çünkü lügatlarında; pardon pazarlarında yok! Yok canım, o kadar da değil, vardır var olmasına da iki kişi aynı anda dokunamaz onlara, birisi dokunurken diğeri gözlerini kapatmak zorunda kalır! Suudi Arabistan diyeceksin diye çok korkuyorum; çünkü birazdan demokrasiden bahsedeceğim.

Demokrasi dedin mi akla gelebilecek yegâne ülkelerden birisidir. Hatta bazen öylesine esnek bir çalışma yürütülür ki şaşırır kalırsın. Mesela mevcut hükümetin başındaki lider, 4 yıllık görevini yaparken eleştirilerini son seviyeye çıkartması için muhalif yazarlara yalvarır yakarır. "Ne olur, bana açık açık küfretmenin dışında her şeyi yazın, çıplak gezmeye razıyım, yeter ki bedenime dokunmayın" diye niyazda bulunur! Muhalif kalemlerin üst üste gelen, bilhassa idareyi yeren yaklaşımlarından sonra hükümetin başındaki lider, halkın önüne çıkar, "evet arkadaşlar, benden buraya kadar, görevimi partimdekilere değil, muhalif partinin liderine devrediyorum" deyip dünyanın görebileceği en esnek siyaseti yerine getirir; yergiye itimadın, söylenen doğruya saygının ne demek olduğunu gözler önüne serer. Muhalefet ile siyasi iktidar arasında ne bir gerginlik yaşanır ne ağza alınmayacak belden aşağı sözlere meyledilir.

Bana bak bana!
Ey bay adam!
Bay kafa!
Bay kişi diyerek şerefsizliğe kadar uzayan hakaret içerikli sözlere asla rastlayamazsın! Çünkü lügatlarında, pardon siyasetlerinde yok!

Açıyorsunuz Avrupa'nın kanallarını, yabancı yayınlarda cinayetlerin sonu gelmiyor! Gazetelerin üçüncü sayfasına gitmenize gerek yok, hususi gazete basılıyor sırf cinayet haberleri yazılsın diye. O da yetmiyor, bir gazete yetmiyor...Her gün köşe bucak, kuytuda, tenhada yüzlerce çocuk istismara uğruyor. Zamanında kocasından kocasının rızasını alarak ayrıldıktan sonra ikinci evliliği için kendine uygun bir damat adayı seçerken kendi rızasıyla ayrıldığı adam tarafından kameralar önünde boğazı kesilerek öldürülüyor kadın. Kimileri adına "Mary" diyor, kimileri "Maria".
Kadının 8 yaşlarındaki oğlu feryat ederken küçücük yavrunun gözleri önünde biricik annesi kan kaybından ölürken duyarsızın biri de ölüm anını telefonuna kaydedip sanırım kişisel İnstagram hesabında paylaşıyor veya birilerinin paylaşmasına vesile oluyor. Kaç beğeni gelir, kaç kişi yorum yapar, takipçi sayım artar mı sevdasına kapılanların adına kimileri Josept kimileri Richard diyor! Bu olay Avrupa'nın altını üstüne getiriyor, günlerce televizyonlarda "kadına şiddet" tartışılıyor. Siyasi iktidar yanlısı nice insan, idam isteriz idam, suçlular idam edilsin deyip koca pankartlara kendi el yazılarıyla "Let the criminals be executed!" yazıp Londra'yı tersine çeviriyor! Çeviriyorlar da ne oluyor, ne işe yarıyor? Batı'nın Suudi Arabistan'dan transfer ettiği ahlakçı din polisleri tarafından tek tek kırbaçlanıp demirin sıcak tarafıyla cezalandırılıyorlar!
Hücrelere atılıp bir parça ekmek yanında bi araba da dayak yiyorlar!

Bu olayların yaşandığı günlerde iktidarın kuklası kimi ekonomist yazarlar; hekimlerin yaptığı işe, sözde katkı mahiyetiyle hücrede dayak yemenin C vitamini sağladığı, bir çeşit kalkan etkisi yaratıp serbest radikallere karşı amansız bir korunmayı desteklediğini yazdı. Bazılarıysa artan dayak miktarında zararı minimize etmeye yarayan mutluluk hormanları serotonin, endorfin, dopamin, oksitosinin hızlıca devreye girdiğini, umuda yürüme hızını artırdığını söyleyip hadiseyi italik biçimde gazetelerin manşet yapmasını sağladı.

Her ülke başta güney kutbu olmak üzere İskandinav bölgesi, ekvator bölgesi, vesaire Batı'dan yana tavır aldı. Bir orası karşı çıktı! Neden mi? Çünkü ekonomilerinde, pardon cezai sistemlerinde yok. Daha doğrusu "Suç ve Ceza" yok! Bu sebeple de Dostoyevski'nin "Suç ve Cezası"nı okuyanlar yazılanlardan hiçbir şey anlamadı. Kitabın çevirisini yapanların sayısı üçü beşi geçmiyordu, onlar da Rusya'da kaldıkları için Avrupai kültüre uzak değillerdi...

Kültür Bakanlığı'na yapılan şikayetlerin ardından zaten tozlu raflarda çürüyen "Suç ve Ceza" apar topar kaldırıldı, kaldırılıp yok edildiğinden emin olmak içinse bir grup gönüllüden apar topar toplatılan kitapların engin bir ovada yakılması istendi. Böylece gereken yapıldı, o ülkede "Suç ve Ceza" büsbütün yanıp kül oldu! "Suç ve Ceza"nın doğabilme ihtimalini dahi yok ettiler senin anlayacağın!

Gelgelelim mafya düzeni içinde, mafyatik sömürünün bir anda zenginleştirdiği acımasızlara. Gangster katillerin güya erkeklik namına bellerindeki silahı gizleyip ellerinde sopalarla onlarca kişinin birleşip savunmasız bir kişiyi dövmesi, yaralaması ve hatta öldürmesi durumuna eğilelim, ne dersin? Hangi topraklarda daha çok filizlenir, ısırgan otuna dönüşür, kimlerin canını yakar, ilkokul mezunu dahi olmayan, düzgün cümle kurma özürlüsü, karanlık alemlerin zifiri yansıması, aslında bu zavallı tiplerin neden o ülkede yaşam alanı bulamadığına bir göz atalım mı? Neden orada üreme imkanları yoktur? Çünkü orada gelişmiş insan yapısının borusu öter; çıtayı yükselten, ekonomiyi büyüten gelişmiş insanların aşkları, sevdaları, sevdaya dair kabadayılıkları ancak şiirlerde geçer, onu da sevgiliye gül olarak armağan ederler. Severken zarar vererek, öldürerek değil.

Büyüyen, istihdam sahası geniş coğrafyalarda insanların silahı, bozuk tabirle mafyası diyebileceğimiz tek güç kalemdir. Kalem tutan güçlü beyinler ülkesinin, atılgan toplumunun özünü oluştururlar. Aksi halde her kaotik yaşam çıkmazında, işsiz, güçsüz, üzgün, bezgin milletlerde mafyatik vurgunlar kolaylıkla yuva yapar. İnsanları vicdanları, şefkatlerine dost girişken, içten, dürüst, ahlaklı sistemlerle yetiştirdiğinizde yüksek oranda adil kalem kuvvetine, doğru insan olma eğilimine uyan pozisyonda bir şekillenme husule gelecektir. Tıpkı orada olduğu, o ülkede görüldüğü gibi! Neden sadece orası? Çünkü kökleri, yetişme tarzlarında yok!

....

Dolar dün itibarıyla 7,08'di. "Dolar dolmaz" deyip doları hafife aldıkları günden beri doldu taştı, kaplara sığmadı dolar. Şimdi de sığmıyor.

Bu toprağın evlatları emzikle büyüdüğü gibi atasözleriyle de büyümüştür. Atasözlerinin gerçeklerden aldığı gücü, sonra mecazileşen soyut etkiyi iyi bilir halkımız, aslında siyasilerimiz.

"Kırık testi su tutmaz" diyen birisi gerçekte "damlaya damlaya göl olur"un ne demek olduğunu iyi bilir. Kırık testiyi onarırsan kırık testi su tutar, bu kez damlaya damlaya göl olur! Siz kırık testinin su tuttuğunu söyleyip kendinizin inanmadığı şeyleri halka inandırmayı denediniz.
Denediniz de oldu mu?
Evet, oldu!
Ne oldu?
Dolmaz dediğiniz kırık testi(dolar) damlaya damlaya göl oldu!

Her yalanınız, büktüğünüz doğrulardan cesur çıktı. Evet, siz kazandınız!
Ama vatandaşın karşısına geçerken unuttuğunuz bir şey var:

Fransa'nın başkenti: Berlin!
İtalya'nın başkenti: Washington
Rusya'nın başkenti: Brüksel
Almanya'nın başkenti: Roma
Türkiye'nin başkenti: Atina DEĞİL!

Dolar bu yüzden dolmuş olmasın?
Sizi gidi yalancı dolmalar!


Engin Yeşilyurt
8 Mayıs 2020