1944 yılındaki meşhur Türkçülük-Turancılık davasında Türk Milliyetçisi akademisyenler, yazarlar, askerler başta olmak üzere bir çok değerli isim tutuklanmış, Turancılık fikri vatana ihanet olarak nitelenmiş ve tutuklananlar da hainlikle suçlanmıştı. Ancak 3 Mayıs 1944 günü ortaya koyulan müthiş irade aslında Türkçüler'in ne kadar dik duruşlu ve ne kadar kararlı olduklarını göstermişti. Suçlananlar beraat ettiler.

12 Eylül 1980 Amerikancı darbesi, Ülkücülerin ve Ülkücü Hareket'in üzerinden adeta bir silindir gibi geçmişti. Liderinden hiçbir makamı olmayan mensubuna kadar binlerce Ülkücü tutuklanmış ve birçoğu için de idam istenmişti. Alparslan Türkeş'in görüntüleri internette bulunabilecek olan müthiş savunmasında dimdik duruşu ve adeta kükremesi, çilelerin çekilmesini engelleyemese de idamların sayısını azaltan en önemli etkenlerdendi.

Oysa 1960 ihtilalinde Adnan Menderes, mahkeme karşısında ezilip büzülmüş ve idamı da yemişti. Sevip sevmemek ya da hak edip etmemesi ayrı mesele olmakla birlikte Menderes daha dik durup meydan okuyabilseydi asılmaktan kurtulabilirdi.

Hayvanlar aleminde, kendi cinsinden veya farklı bir cinsten hayvanla ya da bir insanla karşılaşıp tehlike sezen bir hayvan tüylerini diker, diş gösterir, tırnak gösterir, dikenlerini çıkarır yani kısacası güçlü görünmeye çalışır ve meydan okur. Bu şekilde bir çok zaman tehlikeden kurtulmayı başarır.

Yani açıkçası, sadece siyasette ya da insan topluluklarında değil, doğanın tamamında geçerli olan bir kanun işlemeye devam ediyor: Dik durmayanı ezer, diş göstermeyeni yerler!

Bugün kötü haberler aldık. Yavuz Selim Demirağ, Servet Avcı, Adnan İslamoğulları, Kürşad Zorlu, Turan Yaldır, Şevket Talha Apuhan, Kerim Çoraklık ve isimlerini bilmediğimiz bazı diğer ülkücüler gözaltına alındılar. Hem de FETÖ operasyonları kapsamında. (Bu yazıyı yazdığım şu anlarda Y.S.Demirağ, S.Avcı ve T.Yaldır'ın serbest kalmış durumdalar)

İsimleri tek tek anlatmayacağım. İçlerinde Fetullahçı yapılanmayı anlatan kitap yazan da var, köşe yazılarında ya da en azından sosyal medyadaki paylaşımlarında Fetullahçı yapının ve Fetullah Gülen denilen sapkın ve adi teröristin ne olduğunu yazan insanlar da...

Dolayısıyla burada önemli olan bu isimlerin Fetullahçı olup olmadıkları şüphesi değil de neden, nasıl ve neye güvenerek gözlaltına alındıklarıdır. İşte burada bahsi geçen isimlerin ortak özellikleri bizi hiç zorlamadan dikkatimizi celbediyor: MHP Genel Merkezine ve Devlet Bahçeli'ye muhalif oluşları, AKP iktidarına karşı en akılcı ve sert eleştirileri yapanlardan olmaları ve FETÖ ile hiçbir alakaları olmaması... Anlaşılan o ki hedeflenen bir taşla bol sayıda kuş avlamak.

Haber duyulduğu andan itibaren Ülkücüler sosyal medyadan tepkilerini koymaya başladılar. Bu isimlerin ülkücülüklerine kefalet eden onlarca, yüzlerce mesaj atıldı. Bu sırada içten içe bir bekleyiş vardı. Ne kadar kızılsa da, herkesin gözü, kulağı, kalbi MHP Genel Merkezi ve Devlet Bahçeli'deydi. Çıkıp kameralar karşısında konuşmasını kimse beklemiyordu elbette ama bir basın açıklaması ya da en azından birkaç tweet ne de güzel olurdu. O hep söylenen "devlet adamı", "bilge lider", "devlet baba" gibi tabirleri haklı çıkartabilecek bir tavır, bir tepkiydi beklenen."Bir şey olacağı yok da insan bekliyor işte..." dedirtecek tarzda bir bekleyişti bu. Tabii yine boşa çıktı bekleyişler. Üstelik o saatlerde bir ilimizden kapatılan teşkilat haberleri geliyordu.

Bahçeli'den ya da başka bir pek yetkiliden ses çıkmadığı gibi benim Bahçeli manyakları dediğim kişiler de (Bahçeli'yi samimi olarak seven ve nasıl olduğunu anlayamasam da hâlâ onu destekleyenleri kastetmiyorum) sosyal medyadan bu ülkücüler hakkında "Kefil olamayız", "Kim bilir ne yaptılar, kimlerle görüştüler", "Devlet Bey kime sahip çıkacağını bilir", "Devlet Bey açıklama yapmıyorsa bir bildiği vardır" gibi laflarla iftiralara üstü örtülü destek verdiler. Bu kadar adileşeceklerini cidden düşünmüyordum.

Peki FETÖ ile uzaktan yakından ilgisi olamayacak olan bu isimleri nasıl oldu da 3 sayfalık bir ihbar mektubuyla hemen gözaltına aldılar? Cevap çok net: Devlet Bahçeli'ye güvenerek... Şöyle ki, seneler önce yazdığım "Biz Varken, Bize Rağmen" başlıklı yazımda, Bahçeli'nin ülke gündemiyle ilgili açıklamalarında sürekli "Biz varken / bize rağmen ... yapılamaz, biz buna izin vermeyiz" dediğini ancak onun "yaptırmayız ve izin vermeyiz" dediği hemen her şeyin gerçekleştiğini ve bunlar gerçekleştiğinde de hiçbir tepki göstermediğini yazmıştım.

O zaman tahmin edemediğim şey, o günlerin iyi zamanlarımız olmasıymış. Çünkü o zamanlar en azından palavra da olsa bir şeyler söyler, bari göstermelik de olsa tavır koyardık. Gerçi zaman içerisinde bu balon tavırlar sadece Bahçeli'nin değil, maalesef onun yüzünden MHP ve Ülkücülerin de inandırıcılık ve caydırıcılıklarını kaybetmesine neden oldu. Artık ülkücüler birilerini uyarmak istediklerinde önemsenmiyorlardı. Ne de olsa arkalarında duracak bir liderleri ve kurumları da yoktu. Hatta onları ilk satacak olanın arkalarında durması gerekenler olacağını birileri çok iyi biliyordu.

Hakaretlere devam ettiler, aşağıladılar. Yetmedi Diyarbakır mitingi öncesi bazı ülkücüler gözaltına alındılar. Bahçeli o gün o isimlere sahip çıkar gibi yapsa da sonra bunun hesabını sormadı. Kaset kumpası kuruldu (bir diğer açıdan en tepelere kadar sirayet eden rezillikler ortalığa saçıldı) ama bunun sorumlularından hesap sorulmadı. Kaçak Saray diye yok sayılan yere, Yüce Divan'a göndereceğim denilen kişinin davetiyle gidilip gülücükler saçıldı. Bu da yetmedi, bir de "oraya gelmem" diyenlere karşı davet edenden önce tepki konuldu.

Gezi'de İl Başkanı ve yöneticileri basın açıklaması yaparken tazyikli su yediler, aynı dakikalarda "orada hiçbir MHP'li yoktur" açıklaması geldi. Toplumsal olaylarda veya MHP'nin, Ülkücüler'in şerefini doğrudan ilgilendiren olaylarda bulunan ülkücüler tek kalemde silinip "bizimle bir ilgisi yok" deniliverdi.

Miting miting koşup fotoğraf çeken gazeteci Cengiz Akyıldız şehit edildi, hesabı sorulacak dendi. Genç bir üniversiteli Hasan Şimşek şehit edildi, unutuldu gitti. Sadece ülkücü hareketi değil, bütün Türkiye'yi ayağa kaldıran, hiç umulmayacak isimlerin dahi taziye yayınladığı bir ülkücü genç, Fırat Yılmaz Çakıroğlu okulunda PKK'lılarca şehit edildi, cenazesine bile gidilmedi.

Velhasıl, önce boş tehditler savurarak, Ülkücünün caydırıcılığı yok edildi, ardından Ülkücüler katledildiğinde, namuslarına laf atıldığında, zulme uğradıklarında bile onlara sahip çıkılmayarak yalnızlaştırıldı ve ülkücüler adeta çakalların önüne atıldı.

İşte bugün bu yüzden Ülkücüler bu kadar rahat gözaltına alınabildi. Ne de olsa Balgat'ın sahip çıkmayacağını çok ama çok iyi biliyorlardı. Maksat bu isimleri belki biraz sindirmeye çalışmak, belki sadece huzurlarını bozmak, ama en önemlisi tepkiyi ölçmekti. "Biz Ülkücülere dokunursak, ülkücülerin tepkisi ne düzeyde olur?" sorusunun cevabını aradılar, kendilerince belli cevaplar aldılar. Şimdi serbest bırakmalar başladı ve devam edecek. Ancak farklı alanlarda çalışırken görevden alınan, Fetullahçı terör örgütüyle ilgili kitap yazan, yazılar kaleme alan, bunlarla mücadele eden Abdullah Mollaoğlu, Harun Anay gibi isimlerin mağduriyeti devam edecek.

Ülkücüler, birbirlerini sevmedikçe, birbirlerinin fikirlerine saygı göstermedikçe, birbirlerini her daim desteklemedikçe ve ülkücü görünümlü işgalcilerden kurtulmadıkça itilip kakılmaya, ezilmeye ve bir av gibi yenilmeye mahkumdur. Ne zaman ki dik durulur, sırtlar birbirine dayanır ve dayanılan sırttan emin olunur, ne zaman ki dişler ve pençeler gösterilir, ne zaman ki "kardeş bilinenler uğruna gelen ölüm olsa baş üstüne" denilir, o zaman Ülkücünün kılına dahi kimse dokunmaya cesaret edemez.

Son olarak bugün bir kez daha gördük ki birilerinin asıl düşmanı şu bu değil doğrudan Ülkücülerdir ve "Ülkücülerin istiklâl ve istikbâlini, yine ülkücülerin azim ve kararı kurtaracaktır."