Bu başlık ve rapor Cumhurbaşkanlığı hukuk kurulunun Türkiye tasavvuruyla ilgili raporudur.

Bu rapor aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminin Türkiye'yi götüreceği girdabı da gösteriyor. Türk milliyetçiliği adına siyaset yaptığını ifade eden Sayın Bahçeli'ye bu rapor ithaf olunur.

Raporun daha girişinde Anayasa ihlali ile işe başlıyorlar.

"Türkiye toplumu çok kimlikli bir toplumdur. "Yanı geçmişte Marksistlerin Türkiye halkları daha sonra ihanet sürecinde otuz altı etnik grup söylemlerinin yeniden servis edilen ve yalanlanmayan bu raporla bir daha şahit olmaktayız. Bu rapor hukukçu değilim ama her vatandaşın anlayabileceği kadar açık seçik Anayasa ihlalidir. 

MADDE 66. – Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür.

Anayasa maddesinde herhangi bir kan bağı ifadesi kullanılmadığı, vatandaşlığın esas alındığı ifade edildiği, yine Cumhuriyetin ve milli devletin omurgası olan bir madde olduğu halde resmen bölücülük ve milli devletin temellerine bomba atmayla eşdeğer bir rapor olarak karşımızda durmaktadır. AKP iktidarının bu raporuyla vatan coğrafyasında, devlet kurumlarında Türk ibarelerini, andımız neden kaldırdığını hala kavramayacak mıyız?

Neden Türk milleti kavramını kullanmadıklarını ve Türkiye toplumu, Türkiye bayrağı gibi Türk adının bir coğrafya terimine indirgemeye çalıştıklarını, milli bayramlarını adlarını dahi yanlış yazarak itibarsızlaştırdıklarını hala göremeyecek miyiz?

Raportörler bu iddialarını sosyolojik istikrar , siyasal istikrar ve Yönetim istikrarı şeklinde aklın ve bilimin kabul etmeyeceği saçma sapan gerekçelere dayandırmışlar.

Lozan ile tapusu alınan Türk milletinin egemenliğine dayalı; milli, üniter ve laik sosyal hukuk devleti anlayışını istikrarı sağlamadığını toplumsal mühendislik oyunuyla şöyle izah ediyorlar.

"Türkiye toplumu ve onu oluşturan bireyler çok kimlikli olmakla birlikte başat aidiyetini tek kimlik üzerinden ifade edilmesi ihtiyacı doğduğunda hiçbir kimlik mensubu grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturamamaktadır. Hepsinin tabanı yüzde elinin altındadır."

Buna akıl tutulması denir. Seçmen tercihlerini toplumun kimlik problemleri varmış gibi dile getirerek Partili Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi gibi ucube bir yapıyı meşrulaştırmak adına kanla kurulmuş ve egemen güç olarak Türk milletinin tarif edildiği, Anayasamızın değiştirilmesi dahi teklif edilmeyen lafzını sulandırmaktan başka bir gayesi yok bu ucube raporun. Gelişmiş modern devletlerde seçilen her devlet başkanı için kimlik esası mı öne çıkarıldı yoksa özgür bireylerin tercihi mi esas alındı? Milletleşemeyen bu arkaik zihniyet bir türlü cemaat, tarikat, aşiret gibi alt öbeklerin hastalığından da kurtulamıyor. Kendi koltukların ve gizli ajandalarını tahkim adına milleti otuz altı kimliğe ayırmak mı lazım ya da Ortadoğu rezaletini ülkemize taşımak mı lazım diye sormadan da edemiyoruz bu toplum mühendislerine.

Partilerimize ya da adaylara oy veren insanlarımız kimlik hassasiyetlerinden mi yoksa birçok unsuru içinde barındıran dünya görüşlerinden mi oy veriyorlar? Bugün AKP, MHP, CHP ve İYİ PARTİ seçmenleri kimlik aidiyetlerine göre mi yoksa Türk devletini kuruluş felsefesine uygun politik duruş adını verdiğimiz laik sosyal hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, Türk milletinin egemenliği ve üniter devlet anlayışına göre mi oy veriyorlar diye sormadan edemiyoruz. Modern hukuk ve devlet anlayışını bir türlü içine sindirmedikleri ve bu coğrafya da Türk milletini otuz altı etnik gruptan biri olarak kabul etmek, gereğini yapmak için her türlü hileye başvurmaktan çekinmeyecekleri bu raporla bir daha anlaşılmaktadır.

Bu coğrafyada bir tek başat kimlik var o'da Türk milletidir. Bu böyle biline. Bu kimlikte sosyolojik bir aidiyet kimliği olan Türk milleti kimliğidir. Bu paradigma değişikliği nasıl kurulduysa öyle ancak değiştirilebilir. Bunu da herhalde muarızlarımız anlar diye temenni ediyorum.

"Sosyolojik istikrar" adı altında iddiaları hem çok gülünç bir o kadar da toplumun sosyolojik gerçekleriyle uzaktan yakından ilintili değildir. Katılımcı demokrasiyi istikrarsızlık olarak gören halkı tek tip düşünmeye zorlayan ve bunu da sözde çok kimlikli durumu öne çıkararak ölümü gösterip sıtmaya razı etmektir. Yönetimde istikrar kadar adalette temsil ilkesi de çok önemlidir. Yönetimde istikrar adı altında milletin temsil kabiliyetini yok eden bir haksızlığı da beraberinde getiriyor. Kuvvetlerin ayrılığı devre dışı kalınca tek kişi hem Yürütmenin hem Yasamanın hem de Yargını başı haline geldiği bir sistemde demokrasi ve hukuk değil başka şey çıkar. Yönetimde istikrar tek başına esas alınınca farklı düşünen bireylerin özgürlüğü ve hayat tarzı da de ipotek altına alınmış oluyor.

"Siyasal İstikrar" Yönetimde istikrar hedeflenirken yargı sisteminin olmadığı ya da yürütmenin güdümünde bulunduğu bir sistemde demokrasi değil monokrasi ve tek kişi diktası çıkar. Zira Yasama Yürütme ve Yargı arasındaki kontrol-denge mekanizması tam oluşmamışken böyle bir sistemin başına evliya geçirirseniz bile karşınıza totaliter bir anlayış çıkar. Beylerin bu maddede de Türk toplumun ne demokrasi kültürünü ne de sosyolojik ve felsefi alt yapısını düşünmedikleri de ortaya çıkmaktadır. Tek dertleri Türk milletinin başat güç olmasını devre dışı bırakmaktır. Yoksa bu saçma sapan anlayışın Türk toplumun derdine deva olmayacağını kendileri de bilmektedir.

"Yönetim İstikrarı" Tek kişinin keyfi ve hukuksuz politikalarını yönetim istikrarı olarak sunmaktadırlar. Objektif kriterlerin bürokraside devre dışı kaldığı militanların yeğlendiği, hukuğun ve teamüllerin yerle yeksan olduğu bir anlayışta yönetimde istikrar değil zorbalık ancak geçerli olur.

Evet, bu rapor uzun bir süreden beri devam eden Türk milletini egemen güç olmaktan çıkarmak, Türk devletinin üniter yapısını sonlandırmak ve Türk vatanında Türk'e ait ne varsa yok etme için servis edilen bir rapordur. Hangi parti ya da kuruluşlarda olursak olalım bu vahim duruma karşı Türk'ün tüten son ocağına kadar meşruiyet ve hukuk içinde kalarak tepkimizi göstermek zorundayız.