"Tarih boyunca akıl ve gerçeklik bütün mücadelelerden eninde sonunda zaferle çıkmıştır. Zafer, yalnızca akıl ve gerçekliğindir. Bu düşüncemizi somutlaştırmak için üç gün önce doksan beşinci yıldönümünü kutladığımız Türk Kurtuluş Zaferini ele alalım. Kurtuluş Savaşı'nı yürüten Türkiye Büyük Millet Meclisi içerisindeki merkez hizip olan Kemalistler, dönemin gerçekliklerini sağlıklı bir biçimde tahlil ederek, teokratik-monarşik bir devleti, cumhuriyetçi, laik ve milliyetçi bir devlete dönüştürmeyi başarmışlardır. Bu başarının en büyük nedeni, Kemalistlerin aklı, içerisinde bulundukları gerçekliğe yorumlama kabiliyetleridir. Akıl, yirminci yüzyılın başında teokratik-monarşik bir devletin hayatta kalamayacağını, bunun yerine toplumun ilerlemesini sağlayacak bilimsel gelişmelerin yalnızca laik bir devlet düzeninde vuku bulacağını ortaya koyuyordu.
Eğer Kemalistler, dönemin gerçekliklerini hiçe sayarak, 4 Eylül 1919 tarihindeki Sivas Kongresinde 'başlatılan mücadeleyle saltanatın, hilafetin kaldırılıp, hanedanın yurtdışına sürgüne gönderileceğini, dini toplumsal bir yapıdan seküler toplum düzenine geçileceğini' kabul edip, meclisi bu program ile açsalardı, ikinci oturuma kalmadan kendi milleti tarafından idam edilirdi. Bunun için aklın ürünleri, içinde bulunduğu zaman, yer ve olayın gerçekliğine uygun bir biçimde üretilmelidir. Bunu iyi derecede kavramış olan Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları, yeri geldiğinde inandıkları düşüncelerden büyük ölçüde tavizler vererek Kurtuluş Savaşı'nı yürütmüş ve savaşın zaferle sonuçlanıp, gerçekliği lehlerine döndürdükten sonra aklın ürünlerini, yine toplumsal gerçeklik gözönüne alarak hayata geçirmişlerdir. Modern insanlık tarihinde Mustafa Kemal Paşa'nın 13 Kasım 1918 tarihinden 10 Kasım 1938 tarihine kadar ki izlediği yirmi yıllık yol haritası, akıl ve gerçekliğin zaferi üzerine en büyük örnektir. Bu tarihi misal şu hakikati açıkça ortaya koymaktadır: İlerleme akıl rehberliğinde olduğu kadar, aklın mevcut gerçekliğe tutarlılığı kadardır. Peki günümüz Türkiyesi'nin gerçekliği nedir ve bu gerçeklik bize neyi öğütlemektedir? Bu soru, Türkiye'nin asli unsuru olan Türk Milliyetçilerinin de görevlerini belirleyecektir."

İnsanlık, insan türünün iki bacak üzerinde ilk adımlarını atmasından itibaren ebedi bir yürüyüş içerisindedir. İnsanlık, bu yürüyüş süre zarfında defalarca düşmesine rağmen ayağa kalkıp yürüyüşüne devam ederek, bugüne ulaşmış ve geleceğe koşmaktadır.

İnsanlığın bu kutlu yürüyüşündeki en büyük başarısı, gözlemler ve deneme-yanılma sonucu edindiği bilgiyi, gelecek kuşaklara bırakabilmiş olmasıdır. Yeni kuşaklar, geçmişin tecrübelerini kendine dayanak alarak, hataları tekrarlamaktan kurtulmuş, eldeki bilgiyi daha da çoğaltmayı başarmıştır. İnsanın, toplumların ve insanlığın; doğasını, bugününü anlamak, geleceğini tahmin etmek ve geleceğe hazırlanmak için insanın tarihsel evrimi bilinmelidir. Bunun içindir ki, her kuram kendine tarihsel dayanak bulma mecburiyetindedir. Bu disiplin dahilinde insanlık tarihi incelendiğinde iki temel hakikat kendini göstermektedir: Akıl ve gerçeklik.

Tarih boyunca akıl ve gerçeklik bütün mücadelelerden eninde sonunda zaferle çıkmıştır. Zafer, yalnızca akıl ve gerçekliğindir. Bu düşüncemizi somutlaştırmak için üç gün önce doksan beşinci yıldönümünü kutladığımız Türk Kurtuluş Zaferini ele alalım. Kurtuluş Savaşı'nı yürüten Türkiye Büyük Millet Meclisi içerisindeki merkez hizip olan Kemalistler, dönemin gerçekliklerini sağlıklı bir biçimde tahlil ederek, teokratik-monarşik bir devleti, cumhuriyetçi, laik ve milliyetçi bir devlete dönüştürmeyi başarmışlardır. Bu başarının en büyük nedeni, Kemalistlerin aklı, içerisinde bulundukları gerçekliğe yorumlama kabiliyetleridir. Akıl, yirminci yüzyılın başında teokratik-monarşik bir devletin hayatta kalamayacağını, bunun yerine toplumun ilerlemesini sağlayacak bilimsel gelişmelerin yalnızca laik bir devlet düzeninde vuku bulacağını ortaya koyuyordu.

Eğer Kemalistler, dönemin gerçekliklerini hiçe sayarak, 4 Eylül 1919 tarihindeki Sivas Kongresinde 'başlatılan mücadeleyle saltanatın, hilafetin kaldırılıp, hanedanın yurtdışına sürgüne gönderileceğini, dini toplumsal bir yapıdan seküler toplum düzenine geçileceğini' kabul edip, meclisi bu program ile açsalardı, ikinci oturuma kalmadan kendi milleti tarafından idam edilirdi. Bunun için aklın ürünleri, içinde bulunduğu zaman, yer ve olayın gerçekliğine uygun bir biçimde üretilmelidir. Bunu iyi derecede kavramış olan Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları, yeri geldiğinde inandıkları düşüncelerden büyük ölçüde tavizler vererek Kurtuluş Savaşı'nı yürütmüş ve savaşın zaferle sonuçlanıp, gerçekliği lehlerine döndürdükten sonra aklın ürünlerini, yine toplumsal gerçeklik gözönüne alarak hayata geçirmişlerdir. Modern insanlık tarihinde Mustafa Kemal Paşa'nın 13 Kasım 1918 tarihinden 10 Kasım 1938 tarihine kadar ki izlediği yirmi yıllık yol haritası, akıl ve gerçekliğin zaferi üzerine en büyük örnektir.

Bu tarihi misal şu hakikati açıkça ortaya koymaktadır: İlerleme akıl rehberliğinde olduğu kadar, aklın mevcut gerçekliğe tutarlılığı kadardır.

Peki günümüz Türkiyesi'nin gerçekliği nedir ve bu gerçeklik bize neyi öğütlemektedir? Bu soru, Türkiye'nin asli unsuru olan Türk Milliyetçilerinin de görevlerini belirleyecektir.
Türkiye, rey hakkına sahip herkesin yaşayarak bildiği üzere son on beş yıllık dönemde, her alanda büyük bir tahribat yaşayarak/yaşatılarak ne yazık ki, ciddi bir beka sorunu ile karşı karşıya getirilmiştir. İktidar Partisinin genel başkanı da bu hakikati, 'biz gidersek ülke yıkılır' sözüyle ifade etmektedir.

Türkiye'nin beka sorunu yaşadığına dair daha güvenilir kanıt isteyenler için; Türk Milletinin Türkiye üzerinde egemenliğinin teminatı olan Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yönelik 2007-17 yılları arasında iki büyük operasyonun gerçekleştirilerek, TSK'nin etkisizleştirilmesi ve Türkiye'nin bilinçli bir biçimde uluslararası alanda yalnızlaştırılması, üzerine düşünülmesi gereken konulardır.

ABD dünyaya sırtını dönerken, Avrupa içine kapanırken, Rusya ve İran yakın doğu coğrafyasını kuzeyden ve güneyden bir kıskaca alırken, orta doğuda Çin'in dahil olup bizim dahil olmadığımız yeni bir düzen kurulurken, Türk Milliyetçileri daha ne kadar oyunun dışında kalabilir?

Bölücü Terör Örgütü PKK, hem yurtiçinde terörizm faaliyetlerini yürütüp, hem uluslararası alanda diplomatik temaslar gerçekleştirip, Suriye'de devletleşirken, bir yandan Fethullahçı Terör Örgütü ile mücadele edilip bir yandan Türkiye bir parti devletine dönüştürülürken, komünistliği tescilli isimler dahi Fethullahçılıktan tutuklanacak biçimde Türk Hukuku yozlaştırılırken, ülkemiz büyük bir Arap istilasına maruz kalırken Türk Milliyetçiliği, gerçekliği daha ne derece görmezden gelecektir?

Ülkemizin mahkum olduğu bu gerçekliğini göremeyen kişiye, kişilere, kurum veya kuruluşlara Türk Milliyetçisi denebilir mi?

İşte tüm bu ahval ve şerait Türk Milliyetçilerini, tarihi bir göreve çağırmakta ve Türk Milletine rehberlik etmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.

Günümüz Türkiyesi'ndeki mevcut muhalefet partileri, yaşanan bu tahbirat karşısında bir türlü varlık gösteremeyerek, Türk Milletini on beş yıl boyunca iktidar partisine mahkum etmiştir. İktidar partisi de şahsi çıkarlarını, Türk Milletinin çıkarlarının üstünde tutarak ülkeyi bu noktaya getirmiştir. Bugünün Türkiyesi'nde akıl, Türkiye'nin demokratik bir sistemle tarihsel sorunlarını çözmeyeceğini, topyekûn milli kalkınmanın yalnızca bir kadro iktidarı ile olacağını açıkça önümüze koysa dahi Türkiye gerçekliği, buna ihtimal vermemektedir. Bunun için, günümüz Türk Milliyetçileri, Kurtuluş Savaşı'nı zaferle sonuçlandıran Kemalistler gibi Türkiye gerçekliğini sağlıklı bir biçimde tahlil etmeli ve Türkiye'yi bulunduğu uçurumun kenarından kurtarmalıdır.

Türkiye'de yıllar yılı yapılan anketlerde vatandaşlara 'ikinci partiniz hangi partidir, oy attığınız partiye atmasanız hangi partiye oy atarsınız' sorusu sorulmuş ve iktidar partisinin milliyetçi muhafazakar tabanı ile anamuhalefet partisinin milliyetçi seküler tabanı, bu soruyu Milliyetçi Hareket Partisi olarak yanıtlamıştır. Türkiye, yüzde altmışdan fazlası milliyetçi olan bir toplumdur. Fakat buna rağmen milliyetçilik fikriyatının temsilcisi olan MHP, son on yıldır mecliste bulunmasına rağmen bu kitleyi kendine çek(e)memiş, muhalefetini basın açıklaması metinleri ve Twitter'dan attığı tweetler ile yapmıştır. Tarihin Türk Milliyetçilerini göreve çağırdığını idrak eden MHP içerisindeki muhalifler, bu yönetim anlayışını değiştirmek için 1 Kasım 2015 tarihli genel seçim hezimetinden sonra kutlu bir yürüyüşe çıkmışlardır.

Muhaliflerin, parti içi yenilenme ve dönüşüm çağrıları, parti yönetimi tarafından kabul görmemiş, iktidar partisinin yardım ve yataklığı ile hukuksuz kararlar çıkartılarak parti delegelerinin iradesi hiçe sayılmıştır. Muhalifler tüm bunlara rağmen parti içinde kalmaya gayret ederken, MHP yönetimi 16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Sistem Referandumunda, ülkenin yaşadığı on beş yıllık tahribatın faili olan ve 'Çözüm Süreci' adı altında yüce Türk Devleti'ni Bölücü Terör Örgütü PKK ile masaya oturtup, örgüt elebaşı İmralı Canisi'nin kaleme aldığı on maddelik bildiriye devlet bakanlarının imza atmasına neden olan iktidar partisine tam destek vermiştir. MHP bünyesinde Türk Milliyetçiliği fikriyatında siyaset yapamayacağına kanaat getiren muhaliflerin büyük bölümü, Meral Akşener Hanım liderliğinde yeni bir parti kurmaya yönelmişlerdir.

On beş yıl boyunca yaşananlar bütün mevcut partileri eskitmiş, iktidar partisi genel başkanın deyimiyle 'mental bir yorgunluğa' sokmuştur. Türk Milleti'nin 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde ve 16 Nisan 2017 Referandumundaki iradesi de, Türk Milleti'nin yeni bir parti arayışı içerisinde olduğunu somut bir biçimde ortaya koymuştur.

Yukarıda uzun uzun tahlilini yapmaya çalıştığım Türkiye gerçekliği ve akıl, bugünün Türk Milliyetçilerini kurulacak olan yeni partide bütünleşmeye mecbur kılmaktadır.

Uluslararası dünyada yalnızlaşan, silahlı kuvvetleri iki kez tahribata uğrayan, ekonomik krizin eşiğinde olan, yargı başkanlarının iktidar partisi genel başkanına topuk selamı verdiği Türkiye için en akılcı ve en gerçekçi çıkış yolu, yeni parti oluşumudur.

Kurulacak olan yeni parti, Türk Millet ve Devletini düştüğü bu vahim durumdan kurtarmak için siyaset gereği, Türk Milliyetçiliğine uygun olmayan birtakım açılımlar gerçekleştirebilir. Bu gibi durumlar, günümüz Türkiye şartlarında sorun etmemelidir.

Yeni partinin kuruluş ve iktidara yürüyüş sürecinde vereceği tavizleri daha sağlıklı tahlil etmek için, ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün, 1919-27 yılları arasında izlediği siyaseti anlattığı Nutuk eseri birkez daha okunmalıdır.

Ve meydana gelecek her nahoş durumda; Kırım, Kerkük, Doğu Türkistan, Barzani'nin bağımsızlık ısrarı ve PKK/PYD'nin Kuzey Suriye'de devletleşmesi düşünülmelidir.

Üçüncü milenyum ve yirmibirinci yüzyılın başında, yedi bağımsız Türk Cumhuriyeti'nin bulunduğu çağımızda, Milliyetçi Türkiye'ye olan ihtiyaç, her dönemden daha fazladır.


'Erimişken o kanlı demir perde,
Bozkurtlar, bu yüzyıl bizim olacak!
Hürken; Kazak, Özbek, Azer, Türk, Türkmen,
Bozkurtlar, bu yüzyıl bizim olacak!'

- Orhun