Türkiye'nin köklü içtimai ve siyasi meseleleri hakkındaki düşüncelerimi uzun uzun yazdığım için artık Türkiye'nin gündemiyle alakalı yazabilirim. Açıkçası yazmam da gerekir. Çünkü Türkiye, AKP-Erdoğan'ın 20 yıl boyunca izlediği şahsi-ideolojik politikalar hasebiyle cumhuriyetin yüzüncü yılında bir mukadderat evresine girmiştir. Bu mukadderat evresindeki sorunların temelini de Türk Milletiyle hiçbir etnik, dil, kültür, inanç, değer, yaşayış ortaklığı olmayan, Türkiye'nin onda birlik nüfusuna tekabül eden, çeşitli ülkelerden gelen, 8 milyonluk sığınmacılar oluşturmaktadır. Eğer Türk Milleti aklını başına devşirerek ulusal iradesini eline almazsa, Çözüm Süreci ve FETÖ mevzularında gösterdiği alıklı devam ettirirse cumhuriyetinin ikinci yüzyılı boyunca uğraşacağı, nelere sebep olacağını kestiremeyeceği, çok açık uçlu bir sorunlar ebesiyle karşı karşıya kalacaktır. Bunun içindir ki, günümüz Türk milliyetçileri, bu hayati meseleyi ne olursa olsun birinci gündem maddeleri yapmaları gerekmektedir.

Bu mukadderat evresindeki Türkiye'ye baktığımızda kitle siyaseti güden hiçbir partiden dişe dokunur bir çözüm veya vaat işitilmemektedir. Erdoğanland'ı devirmesi beklenen Millet İttifakı'nın tek derdi parlamenter sisteme dönmek ve bu sistemin bakanlıklarını paylaşmak görünmektedir. Bunun tek istisnası, yaklaşık yedi ay önce kurulan ve kendini Atatürk çizgisinde Türk milliyetçisi olarak tanımlayan Zafer Partisi'dir. Zafer Partisi, sığınmacılar meselesini Türkiye'deki Türk egemenliğini yıkmaya ve Türk yurdunu bölmeye yönelik emperyalist bir müdahale olarak değerlendirerek, iktidarında her ne pahasına olursa olsun sığınmacıların geldikleri ülkelere gönderileceği üzerine ant içiyor. Kendini bilinçli bir Türk milliyetçisi olarak gören ben de, bu yeni kurulan milliyetçi parti hakkında düşüncelerimi ifade etmeyi gerekli görüyorum. Zafer Partisi kimdir, gayesi nedir, kendini nerede konumlandırmaktadır? Bunlar mühim sorulardır. Ancak asıl değinmek istediğim, yaklaşık yüz yirmi beş yıllık Türk milliyetçiliğinin siyasi gelişiminde Zafer Partisi'nin nerede olduğudur.

Zafer Partisi, Ümit Özdağ'ın mensubu olduğu İyi Parti'den istifa ederek başlattığı Ayyıldız Hareketi'nin siyasi örgütlenmesidir. Özdağ ve Zafer Partisi, kendilerini Atatürk çizgisinde Türk milliyetçisi olarak tanımlıyorlar. Mevcut iki "milliyetçi"-kitle partisi olan MHP ve İyi Parti'ye nazaran daha fikir temelli bir parti görüntüsü veriyorlar. Diğer iki "milliyetçi"-kitle partisi, muhafazakar-ümmetçi veya sosyal demokrat-sol kitle partilerinin ortağı olurken Zafer Partisi, hiçbir ittifaka ortak olmayacağını, Türk milliyetçiliğinin bağımsız politikalar gütmesi gerektiğini, Türk milliyetçiliğini tek başına iktidara taşımak istediğini ifade ediyor. İstemesi bence başarmasından daha mühim.

MHP, daha taşralı milliyetçi tabana, İyi Parti daha şehirli milliyetçi tabana otururken Zafer Partisi fikri önceleyen bir parti olarak daha şehirli, daha eğitimli, daha genç bir tabana kuruluyor. MHP genel politika olarak daha devletçi-güvenlikçi, İyi Parti ise daha demokrat, görece özgürlükçü söylemlerde bulunurken, Zafer Partisi özgürlükçü düşüncelerini güvenlikçi söylemlerle destekliyor. Ayrıca Zafer Partisi, hükûmet karşıtlığının ötesinde hem hükûmet, hem muhalefet, hem sistem, hem sığınmacı, hem küresel düzen karşıtlığıyla alelade bir partiden ziyade bir ülkü partisi izlenimi veriyor. İyi Parti, Türkiye'nin daha müteşebbislerine yönelip serbest piyasayı özümserken Zafer Partisi, serbest piyasayı kabullenmekle birlikte devletin ekonomideki etkinliğini üretim alanında arttırmayı vaat ederek, Türk işçi ve köylü kesimine yakın duruyor. MHP'nin kendince bir ekonomi politikası var mı, bilmiyorum. Kısaca Zafer Partisi'nin kurumsal görünümü budur. Fakat mühim olan yaklaşık yüz yirmi beş yılı bulan Türk milliyetçiliğinin siyasi gelişiminde Zafer Partisi'nin yeri neresi olduğudur. Buna bir bakmaya çalışalım.

Matbaanın yaygınlaşması, sanayi devrimin şehirleşme etkisi, bu devrimin ulaşım ve iletişim olanaklarını inanılmaz derecede kolaylaştırmasıyla şekillenen bilinçli ulusçuluk düşüncesi, özellikle Fransız İhtilâli'yle başta Avrupa'ya zaman içerisinde tüm dünyaya yayılmış, geçen iki yüz elli yıl içinde ve bugün de başat toplumlaşma biçimi olmuştur.

Osmanlı Türkleri de on dokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren ulusçuluk düşüncesiyle tanışmış, genellikle şehirli, okumuş, genç kesimce benimsenmiştir. O dönem insanlıktan kopuk, fakir, hasta, yarı sömürge ve dağılmakta olan Türklerin baskın olduğu beynelmilel bir imparatorluğu, Türklerin egemen olduğu, sanayileşmiş, şehirlileşmiş, insanlığa eklemlenmiş, bağımsız bir devlete dönüştürme gayesi güden Türk ulusçuluğu, I. Türk Devrimi (1908) ile bunu uygulayacak dar bir alan bulmuş ancak I. Umumî Harp nedeniyle hem ülkü sapması yaşamış hem de toplumsal ve kurumsal ıslahatları gerçekleştirememiştir. Umumi harp sonrası soykırım tehlikesiyle karşı karşıya kalan Osmanlı Türkleri yine Türk milliyetçisi subayların önderliğinde, ilk ulusçu denemenin yanlışlarından ders çıkarıp -ulusçuluk, dogmatik bir doktrin değildir. Daima kendini yeniler.- II. Türk Devrimini (1919-23) gerçekleştirerek, demografik yoğunlukta oldukları topraklarda laik ve halkçı bir cumhuriyet inşa etmişlerdir.

İnşa edilen bu cumhuriyettin en keskin düşünce temeli Türk milliyetçiliği olmuştur. Atatürk dönemi, Türk milliyetçiliğinin tek başına iktidar olduğu ilk ve tek dönemdir. Bu dönemin Türk milliyetçiliğinin hedefi, Türk Milleti'ni kısa zaman içerisinde sağlıklı, eğitimli, çağdaş kılmak ve uluslaştırmaktı. Türk milliyetçiliği, Atatürk'ün bilgeliğiyle bu denemesinden büyük ölçüde başarıyla çıkmıştır. İnönü döneminde ise Türk milliyetçiliği, devrimci vasfını yitirerek daha çok mevcut devrimleri muhafaza edici, daha devlet milliyetçiliğine dönüştürülmüştür. Buna karşın sivil Türk milliyetçilerinin gerçekleştirmiş olduğu 3 Mayıs 1944 Nümayişi, o tarihe kadar bürokratik bir fikir olan Türk milliyetçiliğini sivilleştirerek, kitleselleştirmiş ve politikleştirmiştir. İnönü döneminde devlet milliyetçiliğine dönüştürülen Türk milliyetçiliği,1950'ler boyunca süren Demokrat Parti iktidarında da bir Anadolu muhafazakarlığına dönüştürülmüştür. III. Türk Devrimiyle (1960) birlikte Türkiye idaresini ele alan Millî Birlik Komitesi başta kendini partiler üstü tutmaya, Atatürk dönemindeki devrimci Türk milliyetçiliğine dönmeye niyetlense de çeyrek asırlık bürokratik yapılanma buna müsaade etmeyerek, devlet milliyetçiliğini devam ettirmiştir.

Dünyada detantın olduğu, Avrupa'da özgürlükçü mücadelenin biçim değiştirdiği, Türkiye'de demokratik düzenin hakiki manada yerleşip basın-yayının altın çağını yaşadığı 1960'lı yıllarda, Türk milliyetçiliğinin en tanınır siması olan Alparslan Türkeş, yurda döndüğü 1963-65 yılları arasındaki eylemlerinden sonra Türk milliyetçiliğinin devlet içerisinden iktidara getirilemeyeceğine kani olarak, Türk milliyetçiliğini siyaset içerisine dahil etmiştir. Böylelikle Türk milliyetçiliğinin hedefi, Atatürk'ten sonra vazgeçilen kalkınmacı ve ilerlemeci Türk milliyetçiliğini, demokrasiyle iktidara taşımak, diğer Türk cumhuriyetleri bağımsız olana kadar Türkiye'yi bir Almanya veya Fransa seviyesine ulaştırmak olmuştur.1969 yılında CKMP'nin MHP'ye dönüşmesiyle Türk milliyetçiliğini esas alan ilk büyük siyasi parti kurulmuştur. Türkeş ve ihtilâlci subay arkadaşları her ne kadar ithal ideolojilerden, demokrasinin oy halkçılığından uzak, Türk Milleti'ne millî bir düşünce, mefkure ve dinamizm verecek bir siyasi parti oluşturmak isteseler de 1970'ler boyunca var olan sosyalist terörizm ve Anadolu kırsalının ithal dinci örgütlere kayma endişesi, onları bulundukları dönemin ve toplumun şeklini almak zorunda bırakmıştır. Bu dönemin Türk milliyetçiliğinin gayesi, son ve tek bağımsız Türk cumhuriyetinin bağımsızlığını muhafaza etmek olmuştur. Bu zorunluluk MHP'yi kısa zamanda bir taşra partisine dönüştürmüştür. O dönem sosyalist terörizme karşı mücadele veren Türk milliyetçileri, basındaki sol hegemonyadan ötürü kırsalda Alevi ve Kürt düşmanı, şehirlilerce faşist ve mafya olarak görülmüştür. Bu intiba MHP'nin uluslaşmasını büyük ölçüde zedelemiştir.

12 Eylül İhtilâli ile idareyi ele alan MGK de devlet milliyetçiliği geleneğini sürdürmüş, daha çok korumacı ve güvenlikçi uygulamalar gerçekleştirmiştir. 1983 yılından sonra MP/MÇP olarak örgütlenen Türk milliyetçileri, 1992 yılına kadar taşralı muhafazakar-milliyetçi söylemleri devam ettirmiştir. 1991 yılından sonra Türk milliyetçiliğinin hedefi Türkiye'de iktidar olarak Türkiye'yi hızla kalkındırmak, bağımsız olmuş ama egemen olamamış Türk cumhuriyetlerine verilen destekle onları egemen kılmak, Türkiye ile bütünleştirmek olmuştur. Böyle bir dönemde yeniden açılan MHP, soğuk savaşın bittiği, bir dünya gücü olan komşumuz Sovyetler Birliği'nin dağıldığı, sosyalist terörizmin kılık değiştirerek ayrılıkçı terörizme dönüştüğü, Türk cumhuriyetlerinin bağımsız olduğu, Türkiye'de ümmetçiliğin yükseldiği bir dönemde özellikle Türkeş'in söylemleriyle yenilenmeye yönelmiş (1993 BBP) ancak parti kadrosunun dönüşmesi mümkün olmamıştır.

Türkeş'in Hakk'ın rahmetine kavuşmasıyla birlikte MHP'nin yeni genel başkanı olan Devlet Bahçeli döneminde, sokak kavgalarından uzak duran, daha çok eğitime önem veren, saygın, önce ülkede huzur isteyen bir söylem benimsense de bunlar çoğunlukla söylemde kalmıştır. MHP, yirmi beş yıl boyunca Anadolu'da bir bölge partisi olarak kalmış, geçmişin kendi üzerindeki karalamalarını silememiştir. Görece mafya, sokak işlerinden uzaklaşılsa da Türk milliyetçiliğinin arzuladığı kültürel olgunluğa kavuşulamamıştır. İçerisinde kültürlü, bilinçli Türk milliyetçileri bulunsa da particilik nedeniyle bu kişiler hakkettikleri kıymeti görememişlerdir. Bu yıllardaki MHP'nin oy değişimleri de kendi gayretleriyle değil, kendi dışında gelişen sosyal olayların etkileriyle olmuştur (Apo'nun yakalanması oyları arttırmıştır, Ecevit'in saçmalıkları oyları düşürmüştür, DYP-GP'nin çözülmesi oyları yükseltmiştir, AKP'nin gayri millî politikalarından doğan rahatsızlık oyları arttırmıştır). 1997-17 yılları arasındaki sürede milyonlarca milliyetçi de vefa duygularıyla, Kıbrıs'ı vermeyi, PKK ile anlaşmayı, FETÖ ile yeni anayasa yapmayı düşünen AKP'den nefretleri nedeniyle sayısız rahatsızlıkları da olsa MHP'yi desteklemişlerdi. MHP de bu dönemde hareket vasfını yitirmiş, bürokratik bir kurum halini almıştı.

MHP'nin bu durağanlığının Türk milliyetçiliğini neredeyse meclis dışına itecek hale getirmesi, bilinçli Türk milliyetçilerinde bir değişim talebini doğurmuştur. Bilinçli Türk milliyetçileri 2015-17 yılları arasında, uğruna şehitler verilen, kendi içinde mitleri bulunan bir siyasi parti olan MHP'yi kurtarmak isteseler de, bunun engellenmesi ve Bahçeli'nin Erdoğan ile ortaklaşması artık bilinçli Türk milliyetçilerini yeni bir parti kurmaya zorlamıştır.

Türk milliyetçiliğinin siyasi gelişiminde yaşanan bu tarihi kırılmayla birlikte, MHP'nin yüklerinden kurtulan Türk milliyetçileri, iktidar olmayı hedefleyen bir parti kurma sürecine girmiştir. Böylece merkezine Türk milliyetçiliğini ve milliyetçilerini alması, AKP'nin muhafazakar-milliyetçi tabanına, CHP'nin sol-milliyetçi tabanına seslenmesi, kendini mevcut siyasi partilerde göremeyen kitleleri kendine çekmesi, daha demokrat, daha şehirli, daha eğitimli, daha bilinçli bir kadroya sahip olması, fikir olarak daha güncel ve geniş söyleme yönelmesi beklenen İyi Parti kurulmuştur. Klasik MHP seçmeninin ötesindeki kitleleri de kendine çekecek bir milliyetçi parti doğmuştur.

Şenlik halinde kurulan İyi Parti'nin başlarda izlediği siyaset, hem Anadolu kasabasından hem şehir merkezinden oy alabilecek, Türkiye'nin önüne bir ülkü koyabilecek, kendini tarihi-ideolojik çekişmelerden uzak tutan, cumhuriyetin ve toplumun değerleriyle barışık bir parti izlenimi olmuştur. Ancak zaman içerisinde Türk milliyetçiliğini merkeze alması, AKP'nin yönetiminden rahatsız muhafazakar kesimi, CHP'nin yönetiminden rahatsız ulusalcı ve sosyal demokrat kesimi kendine çekmesi beklenen, iktidar olmanın ötesinde bir Türk yüzyılı yaratması düşlenen İyi Parti, çok kısa sürede bu istikametten sapmıştır. İyi Parti, Türk milliyetçiliğini geri plana atmış, kendini merkez sağ denen yere oturtmaya gayret etmiş, CHP tabanına "bana neden oy atasın ki, ben zaten CHP yönetimiyle iş yapıyorum", AKP tabanına "sakın AKP'yi bırakıp bana oy verme, benim CHP'den farkım yok" diyen, bırakınız bir Türk yüzyılı düşlemeyi iktidar olma vasfını bile kaybetmiş, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibi isimlerle tokalaşmayı hazmetmiş, 6 partili bir hükûmetin güçsüz başbakanlığına razı olmuş, acınası bir hâl almıştır. "Hayır böyle olmadı" diyen sözüm ona Türk milliyetçisi arkadaşlar, develerini çekerek Ömer'in adaletini dağıtmaya devam edebilirler.

İyi Parti'nin kendinde iyiliğini kaybederek göreli bir hal alması, Kıta felsefesinden koparak Analitikçi/Atlantikçi felsefeye eklemlenmesi, Türk milliyetçiliğini yeniden partisiz bırakmıştır.

Bu ahval ve şeraitin neticesi olarak kurulan Zafer Partisi, asırlık Türk milliyetçiliğinin son ve yeni halkası oldu. Partinin kurucu ve genel başkanı Ümit Özdağ, Türkiye toplumuna göre seçkin bir aileden gelmektedir. Dedesi 1920'ler Türkiye'sinde, babası 1950'ler Türkiye'sinde iyi eğitim almış subaylardır. Kendi de iyi eğitim almış, üniversite eğitimini Almanya'da siyaset, felsefe ve iktisat alanında tamamlamıştır. Uzun yıllar akademisyenlik, yazarlık yaparak hem dünyadaki eğitimi hem de Türkiye'deki eğitimi yaşayarak tecrübe etmiştir. Siyasi yaşamı boyunca genel başkan yardımcılıkları, milletvekilliği görevlerinde bulunmuştur.

Özdağ önderliğinde kurulan Zafer Partisi, şimdilik bir Yeni-Kemalizm görüntüsü vermektedir. Öncelikli olarak Türkiye Devleti'nin şahıs ve ideolojik politikalardan kurtarılarak yeniden Türk Milleti'nin çıkarlarını merkeze alan bir hale getirilmesini savunan Zafer Partisi, yazımın girizgahında ehemmiyetinden bahsettiğim sığınmacı meselesini gündemden düşürmeyen ve kesin çözüm öneren tek partidir. Karşıtları tarafından Zafer Partisi, yalnızca sığınmacı meselesine odaklanan bir parti olarak sunulsa da parti ve programı mercek altına aldığında, bunun böyle olmadığı hemen anlaşılmaktadır. Zafer Partisi hiç de iddia edildiği gibi toplumdaki sığınmacı karşıtlığını oya çevirmeyi hayal ederek kendini meclise atmaya çalışan bir parti değildir. Zafer Partisi, her şeyden öte Türk milliyetçiliği fikrinin en iyi uygulama örneği olan Kemalizm'i, yirmi birinci yüzyıla uyarlama gayesi güden, yüz yirmi beş yıllık Türk milliyetçiliği mücadelesinin tecrübelerinden damıtılmış bir partidir.

Türkiye'yi 20 yıllık kasıtlı politikalarıyla bir ulusal muammanın içine gark etmiş olan AKP ve son 10 yıldır Yeni-AKP olmak için çabalayan CHP'ye eklemlenme ihtiyacı duymaması bile Türk milliyetçiliği açısından paha biçilmez bir değerdir. Türk milliyetçisi bir parti vardır, projeleri vardır ve tek başına iktidara taliptir. Parti kadrosu diğer partilere nazaran yoğunluk olarak daha çok şehirlilerden, eğitimlilerden ve gençlerden oluşmaktadır. Ancak partinin yönü Türk köylüsüne ve Türk işçisine dönüktür. Türk tarımını ve bu doğrultuda Türk hayvancılığını kendi kendine yeter hâlin ötesinde bir ihracat devi yapma hedefindedir. Zafer Partisi, üretici devletçi ekonomiyi yeniden canlandırmak istemekte bunun temeli olan Devlet Planla Teşkilatını yeniden kuracağını vaat etmektedir. Bu yönüyle Türk sosyal demokratlığını kendinde barındırmaktadır. Zafer Partisi, Atatürkçülük çizgisinde laik, kadroları seküler olsa da Türk Anadolu Müslümanlığına ve Türk Anadolu muhafazakarlığına karşıt değildir. Genel Başkan Ümit Özdağ'ın Hoca Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaşı Veli'nin kabirlerini ziyareti bunun bir göstergesidir. Türk milliyetçiliği, Türk muhafazakarlığını, Türk'ün maneviyatını, Türk'ün tarihini de içine alan bir fikir olduğundan, Zafer Partisi Türk muhafazakarlığının da temsilcisidir. Türk halkına Anadolu Kalesi projesiyle bir güvenlik politikası sunarken aynı zamanda bir özgürlük politikası da sunmaktadır. Güvenlik ve özgürlük meseleleri iç içedir. Kendinizi güvende hissetmediğiniz bir toplumda özgür de hissedemezsiniz. Zafer Partisi'nin bu güvenlikçi politikaları sadece sığınmacılara yönelik de değil, Türkiye'deki uyuşturucu kaçakçılarına, şehir magandalarına, tacizcilere, mafyalara da yöneliktir. Günümüz Türkiye'sinde bilinçli bir Türk'e verilecek herhalde en ileri vaat, hiçbir endişe duymadan yollarda yürümektir.

Ayrıca Zafer Partisi, Türkiye gibi baştan sona yanlış yapılaşmış bir ülkeyi, yeniden doğru yapılandırmayı da hedeflemektedir. Bunu hedeflemek dahi kanaatimce başarıdır. Birçok ülke nüfusunu geri de bırakacak kadar çok nüfusun yaşadığı büyükşehirlerdeki demografiyi, 4 Bölge 4 Deniz projesiyle Anadolu'ya yaymayı, büyükşehirleri yaşanmaz hale getiren betonlaşma, çarpık kentleşme, mimari iğrençlik, trafik, ulaşım, sağlık vb. gibi sayısız sorunu da çözmeyi öneriyor. Zafer Partisi, bin yıllık Türkiye Türklüğünün abidesi olan İstanbul'a ayrı bir önem vererek, İstanbul'un nüfusunu en kısa zaman içerisinde 10 milyonun altına indirmeyi, depreme dayanıklı, ulaşımı kolay, bir kültür-sanat şehrine dönüştürmeyi planlıyor. Türklerin ne denli plansız, programsız, disiplinsiz bir toplum olduğunu bir toplu ulaşım beklerken gözlemleyebilirsiniz. İnsanlar sıraya geçemiyor. Zafer Partisi, Türk Milleti'ne yitirdiği ordu-millet disiplini, iş etiğini yeniden kazandırmayı, Devlet Planlama Teşkilatını yeniden açarak Türkiye'yi yeniden önüne ülkü koyarak yürüyen bir ülke yapmayı tasarlıyor.

Bu zaviyeden bakılınca Zafer Partisi sıradan insanın gördüğü gibi sığınmacı karşıtlığından oy devşirmeye çalışan Avrupa'daki aşırı sağ partilerin bir benzerinden ziyade, arkasındaki yüz yirmi beş yıllık Türk milliyetçiliğini süzen, içinde bulunulan dönemin ne denli çetin, Sakarya Savaşı'na eş olduğunu bilen, henüz ilk çeyreği dahi tamamlanmamış yirmi birinci yüzyılın Türklük için ne gibi büyük ve sayısız fırsatlara açık olduğunu gören, oldukça genç, oldukça eğitimli, oldukça ilkeli, fazlasıyla duyarlı, ülkülü bir Türk milliyetçisi parti, görüntüsü veriyor.

Her parti gibi Zafer Partisi'nin de eksikleri, eleştirilecek yanları vardır. Olmaması zaten eşyanın tabiatına aykırıdır. Böyle değerlendirdiğim Zafer Partisi'ne benim dahi eleştirilerim mevcuttur. Bunları bir dahaki yazımda ele alacağım.