28 Şubat üzerinden bir sorgulama...


12 Eylül 1980'den bugüne tam 14.779 gün geçmiş.

Bu 14.779 günden sadece 3470 günü bir sol parti iktidarda yer almış.
O da ekseri hükümet ortağı olarak (49., 50., 52., 55. ve 57. Hükümet).
Bu 3470 günün sadece 137 gününde Bülent Ecevit ile bir ‚solcu' başbakan olmuş, o da 56. Hükümet.

Yani diyebiliriz ki, 12 Eylül 1980'den bugüne geçen sürecin
%76,52'inde Türkiye doğrudan orta sağ tarafından,
%22,55'inde Büyük Ortağın orta sağ olduğu bir koalisyonda ve sadece
1980'den beri %1 gibi bir zaman diliminde salt sol bir hükümet tarafından yönetilmiş bu ülke.

Milliyetçilik genel olarak kendi milletini sevmek, kendi milletinin çıkarını ön planda tutmak ve milletinin maddi ve manevi refahı için çalışmak olarak tarif edilebilir ve insanımızın zihninde sağ dünya görüşü ile bağdaştırılır.

Geçen sürecin %99'u ağırlıklı olarak orta sağ tarafından yönetilen memleketin, muhalif milliyetçiler tarafından da kabul edildiği gibi, geldiği durum ortada. Hükümet yanlıları ise zaten her hatayı soldan bilirler.

Bu rakamları paylaşmamın sebebi sol propagandası veya solculuk yapmak değil. Kendimi ne sağcı ne solcu olarak görmediğimi geçmişte defalarca da ifade ettim. Yukarda paylaştığım rakamlar ve veriler tarihi gerçekler. Düz matematik. Saptırılacak bir durum yok.

Hal böyleyken milliyetçiler bence bir an önce başlarını avuçlarına alıp kendilerini sorgulamalılar diye düşünürken ilk önce dün 27 Şubat Necmettin Erbakan'ın vefatının ve bugün 28 Şubat, yani 28 Şubat 1997 Muhtırası'nın yıldönümleri tekrarladı.

Ve her yıl olduğu gibi bu yıl da özellikle sosyal medyada karşıma çıkan paylaşımlar, beni tekrar
‚Milliyetçilik nedir?',
,Milliyetçilik sağcılık mıdır?' ve
‚Milliyetçi miyiz, sağcı mıyız?' soruları üzerine düşünmeye sevk etti.

Yapılan paylaşımlardan hareket ederek kendisine Türk Milliyetçileri diyen camianın acilen bu sorular hakkında kafa yorması gerektiği kanaatindeyim. Zira kendini Türk Milliyetçisi olarak adlandıran bir bireyin kendi gibi düşünmeyen, kendi değer yargılarına sahip olmayanları Türk Milleti'nden dışlama hakkı var mı? Varsa buna hala ‚milliyetçilik' diyebilir miyiz?
Beğendiği ve desteklediği siyasiler bilerek veya bilmeyerek Türk Milleti'nin aleyhine davranıyorlarsa onları desteklemek ve savunmak milliyetçilik ile ne kadar bağdaşabilir?
Kendini Türk Milliyetçisi olarak ifade eden bir bireyin hatada ısrar etmek veya hatasını görmemek, geçmişte de olsa savunduğunun sorumluluğundan kaçmak gibi lüksü var mı?

Bu iki tarihten ötürü gerek Necmettin Erbakan paylaşımlarını, gerekse zaten vefatından beri sürekli devam eden ama böyle özel tarihlerde tavan yapan Muhsin Yazıcıoğlu güzellemelerini veya Meral Akşener'in 28 Şubat'taki duruşunu yüceltmelerini görünce, yakın geçmişimizde yaşananları hatırlayarak ve 23 yıldır devam eden AKP hükümetlerinin memleketimizi getirdiği halden sonra bile camia olarak bir arpa boyu mesafe alamadığımızı düşünüyorum.

Hala ortada rahmetli Yazıcıoğlu'nun ‚Namlusunu halka çevirmiş tanka selam durmam.' paylaşımları uçuşuyor. Sözü tek satır olarak alıp değerlendirdiğimizde elbette doğru bir söz, ama bizim yaptığımız hata hala o namlunun halka mı çevirilmiş olduğunu, yoksa hepimizin ortak değeri olması gereken Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hukuk devleti ve demokrasi vasıflarını baltalayanlara mı çevrildiğini sorgulamamak.

Ve işte bu sorgusuz sualsiz tutuma biz ‚Milliyetçlik' diyoruz.

Ama sorgusuz sualsiz 28 Şubat'ı lanetlerken memleketi 28 Şubat'a taşıyan süreci hatırlamıyoruz veya hatırlamak işimize gelmiyor.

Onun için çok kısaca bir özetleyelim;

28 Şubat Muhtırasından önce yaşananlarda benim asla aklımdan çıkmayacak olan dönemin başbakanı Necmettin Erbakan'ın Libya ziyareti esnasında yaşanan Çadır Rezaleti'dir.

Hani daha çiçeği burnunda başbakan olalı üç ay bile geçmemişken, bir tane bile Türk Cumhuriyetine gitmemişken, bizim müteahhitlerimizin Kaddafi'den alamadığı 160 milyon USD bahanesi ile Mısır, Libya, Nijerya turuna çıkması.

Kaddafi'nin o ziyarette çadırda söylediklerini hatırlayalım;

„Bu yaptığımız görüşmeler va bağlantılar Türkiye'nin dış politikasından memnun olduğumuz demek değildir.
Türkiye'nin geleceği Nato'da veya Amerikan üstlerinde veya Kürtlere eziyet çektirmekle değil.
Sizin bağımsızlığınızda Kürtlere eziyet etmek olmamalı.
Araplar da Kürtler gibi harp etmiş ve bağımsızlığını kazanmıştır.
Ortadoğu güneşinin altında o millet de yerini alacaktır.
Türkiye ile aynı zamanda İslam Komutanlığımız vardır. Prof. Dr. Necmettin Erbakan bu komutanlıkta bir üyedir."

Yeri geldiğine 1974 Kıbrıs Harekatı esnasında Libya'nın Türkiye'ye verdiği teknik desteği* Türkiye'nin fakirlikten ağzı kokarken Kaddafi yardımımıza yetişmiş gibi herkesin gözüne sokan orta sağ islamcı zihniyeti, nedense 6 Ekim 1996'da söylenen bu lafları ve Erbakan'ın da bu sözleri yutmasını pek hatırlamaz.

Unutulan sadece bu laflar da değildir. Necmettin Erbakan Libya'da Kaddafi'nin pkk'yı savunmasına ve Türk siyasetine ayar vermesine susarken 6 Ekim 1996'da Ankara'da Kocatepe Camii'nde sakallı, cübbeli, asalı Aczmendilerin ‚Şeriat İsteriz' diye gösteri yapmaları da pek hatırlanmaz.

Elbet Aczmendilerin bu gösterisinin hükümetle ne alakası var diyebilirler. Ama 11 Ocak 1997'de 51 tane ne düğü belirsiz tarikat şeyhi dönemin başbakanı Erbakan'ın iftar davetine icap ederek son model Mercedeslerle Başbakanlık konutuna gelip Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, yani devlet tarafından ağırlandılar. Davet edilen ama davete katılmayanların biri de Fetullah Gülen idi.

Bu kadarla da kalmadı. 30 Ocak 1997'de Sincan Belediyesi ‚Kudüs Gecesi' düzenlemişti. Belediye başkanı Bekir Yıldız'ın davetlilerinden biri ise İran büyükelçisiydi. Gece esnasında sahnede ‚cihat' isimli piyes gösterildi.

Ortamı geren sadece piyesler, davetler değildi elbet.

Bir yandan gazeteciler dövülüyor ve tartaklanıyorken bir yandan da Fatih Camii'nde öğle namazı sonrası toplanan gruplar ellerinde yeşil bayraklarla ‚Şeriat isteriz', ‚Yaşasın Hizbullah' diye yürüyorlardı.

İşte bu ortamda 28. Şubat'ta toplanan ve 9 saat süren MGK toplantısından özetle şu kararlar (Kararların tümünü bu bağlantıya tıklayarak okuyabilirsiniz.) çıktı:

  • 4'üncü maddesi ile teminat altına alınan laiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı
  • Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmalı.
  • Genç nesillerin öncelikle cumhuriyet, Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması bakımından:
    -8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı.
    -Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği Kuran kurslarının Milli Eğitim Bakanlığı'nın sorumluluğunda olamaları sağlanmalıdır.
  • Cumhuriyet ve Atatürk ilkelerine bağlı din adamlarının yetişmesinden milli eğitim kurumları sorumludur.
  • Çeşitli yerlerde yapılan dini tesislerin Diyanete bağlanmalıdır.
  • Tarikatların ve cemaatlerin 677. sayılı yasa kapsamında yasaklanması ve toplumun demokratik, siyasi ve sosyal hukuk düzeyine zarar vermeleri engellenmeli.
  • İrtica nedeniyle askerle ilişkisi kesilenlerin medya tarafından suistimal edilerek askerin dine karşıymış gibi gösterilmesi engellenmeli.
  • İrtica faliyetleri yüzünden TSK ile ilişkisi kesilenlerin kamu kuruluşlarına alınmaması
  • Aşırı dincilerin askeriyeye sızmalarını engellemek için alınan tedbirlerin diğer konu kuruluşlarında da uygulanması.
  • Mezhepçiliğin engellenmesi
  • T.C. Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza Yasası ve Belediyeler Yasası'na aykırı sergilenen olayların surumlularının cezalandırılması
  • Kıyafetler yasasına aykırı davranışların özellikle ve öncelikle kamu kuruluşlarında engellenmesi
  • Çeşitli nedenlerle verilen kısa ve uzun namlulu silah ruhsatlarının, özellikle pompalı tüfek kullanımının kontrol altına alınması
  • Kurban derilerinin mali kaynak olarak saplanmasının denetlenmesi
  • Özel üniforma giydirilen korumaların ve bundan sorumlu olanların yasadışı işlemlerinin sonlandırılması ve bu tür uygulamaların varabildiği sonuçlara dikkat çekilmeli, özel korumalar kaldırılmalı
  • Ülke sorunlarını millet kavramı yerine ümmet kavramı kapsamında çözmek ve bölücü terör örgütüne bu kavram kapsamında yaklaşılmasının önlenmesi
  • Atatürk'e yapılan saygısızlıkların suç olması

Şimdi;
1997'de her ne sebepten olursa olsun, diyelim propagandaya maruz kaldınız, diyelim kararları anlamadınız.., bu kararlara karşıydınız.
Peki bugün neden karşısınız?
Çok mu yanlış kararlarmış?

Tam da bugünlerde anayasanın ilk 4 maddesi tehlikede değil mi?
Birileri durup dururken mi 1923 değil 1921 Anayasası'nı konuşuyor?

Laiklik mi size batan? Hala laikliği dinsizlik olarak mı görüyorsunuz?
Laiklik dinsizlik değildir, tam aksine laiklik dininizi hür vicdanınızla yaşayabilmenizin teminatıdır.
Laiklik, elin yobazı ‚Erkek ölen karısını yiyebilir' veya ‚Erkek ölen karısı ile cinsel ilişkiye girebilir' diye fetva verdiğinde sizin ‚Ha s..tir.' diyebilme hürriyetinizdir!

Hala tarikatlara bağlı yurt ve kurslarda ne tehlikeler var anlamadınız mı?
40 çocuğun ırzına geçilmesi bu kadar mı alışılageldi sizin için?

Yoksa 8 yıl kesintisiz eğitim mi?
Zaten 8 yıl kesintisiz eğitimi uygulamaya kim geçirdi?

Veya Kur'an kurslarının devletin denetiminde olmasından mı rahatsızsınız. Ne idüğü belirsiz yobazların çocuğunuza sözde din öğretmeleri daha mı iyi?

Yeri gelince Sütçü İmam güzellemeleri yapıyorsunuz. Devletine, milletine bağlı yetişecek din adamlarından mı rahatsız oluyorsunuz? Din adamı Şeyh ait gibi, İskipli gibi millet düşmanı, bölücü, yunan sever mi olsun? Bu mu istediğiniz?

Yoksa hala 15 Temmuz'dan ders almadınız da, dini cemaatleri fazla güçlenirse, devlete sızarlarsa ne tür tehlikeler doğuyor anlamadınız mı?

Daha kaç Özel Harekat Polisimiz şehit olmalı, Kurucu Meclis kaç kere bombalanmalı akıllanmanız için?

Veya kamu kuruluşlarında isteyenin istediği gibi cübbeli, sarıklı veya dağdaki pkk'lı gibi gezememesi kişisel özgürlük anlayışınıza mı aykırı?

Belediyelerde işe girmek için Kürtçe bilmenin şart koşulması mı hoşunuza gidiyor? Veya anayasa ihlallerini, ceza kanunu ihlallerini mi savunuyorsunuz?

Dini bir vecibe olarak gördüğünüz kurbanlarınızdan birilerinin maddi gelir sağlamasından hiç mi rahatsız değilsiniz? Sağlanan gelirin sadece hayır işlerine kullanılması için denetlenmesini doğru bulmuyor musunuz?

Veya birilerinin hiç bir yasal meşruiyeti olmamasına rağmen tek tip giyindiği için sizin haklarınızı ihlal edebilmesinden, size zorbalık yapabilmesinden mi memnunsunuz?

Veya en son Azerbaycan Ermenistan savaşında tekrar gördüğümüz ama zaten her zaman bildiğimiz Arapların sergilediği Türk düşmanlığına göz yumup ‚Millet değil ümmet' mi diyorsunuz?

Yoksa Atatürk'e, yani sahip olduğumuz devletin kurulmasına önderlik yapmış olan büyük komutan ve lider Mustafa Keman Atatürk'e sövmek mi hoşunuza gidiyor.

Dedim ya;

Hadi zamanında karşıydınız, aradan koskoca 24 sene geçti ve kararların yerinde olduğu kaç kez ispatlandı, hala neye karşısınız?

Ama efendim Sincan'dan tanklar geçmiş...
Elbette demokratik hukuk devletine yakışmayacak ve demokratik bir toplumun kabul edemeyeceği bir hareket.

Bunu bir milletin gelişmesi ve refahı için hukuk devletinin olmazsa olmaz olduğuna inanan biri olarak yazıyorum.
'En kötü demokrasinin, en iyi cuntadan daha iyi' olduğuna inanan biri olarak yazıyorum.

Ama DEMOKRASİ olacak!
'DEMOKRATİK' bir toplum olacak.

Hukuk devletinin temelinin baltalanmasına sessiz kalan bir toplum olsa olsa çoğulcu olur ama asla demokratik olamaz.

Zaten toplum tanklara verdiği tepkinin 10'da biri 'Hilafet istirüük...' diye bağırarak sokakları çınlatan sarıklı, sakallı, cübbeli asalılara gösterilseydi,
Atatürk'e her fırsatta hakaret edenlere gösterilseydi,
bir çöl bedevisinin bize ayar vermeye kalkmasına susanlara gösterilseydi,
o zaman inanın bana tepki vermemiz gereken tank falan da olmazdı.

Yani demem o ki,
bence karar vermek lazım artık.

Sağcı mıyız,
milliyetçi mi?

___
*(Verilen destek gerçektir. Yardım silah yardımı olarak gerçekleşmiştir, Türkiye bu silahlarının bedelini ödemek istediğinde ise Kaddafi'nin cevabı ‚İslam davası için siz Kıbrıs'ta kan dökerken biz 3-5 silahın bedelini mi alacağız…' olmuştur. Kaynak: Emekli Büyükelçi Sayın Taner Baytok)