15 Temmuz derken....

251 kişinin şehit olduğu, yüzlerce insanın gazi ve mağdur olduğu 15 Temmuz ihanet kalkışmasından; "Bu bize Allah'ın bir lütuf dur" diyerek pay çıkarmak; rezervde tutulan ve aynı amaca matuf bir hevesin gerçekleşmiş olmasının itirafıdır. Allah isterse kulun hesaplarını altüst eder, suç mahallinde de böyle bir delil bıraktırır.

Yani, kontrollü mü kontrolsüz mü, millet olarak bilmemiz mümkün değil ama anlaşılan o ki; Allah'tan böyle bir lütufu hazır bekliyorlarmış.

İstediğiniz kadar kendi gönlünüze göre, yaşanan süreçleri bizlere dayatabilirsiniz. Bunu azatlık kabul etmez, iflah olmaz, algılarla iradelerini teslim aldığınız biatcı kölelerinize istediğiniz şekilde dayatıp, yutturabilirsiniz ama bizlere asla.

İbadet sadece namaz kılmak, oruç tutmak vs. değildir. Aklımızı kullanmak da bir ibadettir; hele ki toplumu ilgilendiren bir konuda belki de en güzelidir. Dolaysıyla, 15 Temmuz ihanetini sizlerin dayatması üzerinden degil, elbette "15 Temmuz Allah'ın bize bir lütfu dur" sözü üzerinden okumayı; kullanılmasının Allah'a ibadet olduğuna inandığım aklım gereğidir.

Fetö cemaat olarak yıllardır vardı. Ancak AKP siyasi olarak iktidara gelmiş olmasına rağmen yeterince muktedir olmadığını düşünüyordu. Buna mani olanın da "Ordu vesayeti" olduğunu düşündü. Dolaysıyla ordu vesayetini ortadan kaldırmak ve muktedir olmak için onların kadrolarını devletin rahmine yerleştirmiştir. 16 Temmuz günü 3500 fetöcü hakim ve savcının anında görevden alınmaları bir anlamda bunun tescilidir. Sonuç olarak 15 Temmuz bu izdivacın peydahladığı çocuktur.

Anası da belli, babası da belli olan çocuğa sahip çıkmamak; sadece izdivacın yaşattığı zevkin dışında diğer veballerine sahip çıkmamaktır.

Vallahi ne kadar kaçarsanız kaçın; uygarlığın sağladığı bunca imkanlar dahilinde çocuk büyüdüğünde sizi bulacak ve kendisini nüfusunuza kaydettirecektir bilesiniz.

Yasaklanan Andımız ve Ayasofya

Andımızın okullarımızda okunmasını kaldıranlar Ayasofya'yı camiiye çevirdiler; umurumda bile olmaz.

Türklüğüm ile problemi olanlarla işim olmaz. Andımız tekrar okunana kadar Ayasofya'da namaz kılmayı düşünmüyorum.

"Andımız" her sabah okunduğunda körpecik Türk çocuklarının zihinlerine Türklük şuuru nakşediliyordu. Bundan niçin rahatsız olundu.

İslamiyet ruhumuz ise Türklük bedenimiz dir. Ruhumuzun bedenimizi terk etmesine özel çaba gösterenler biliniz ki; o ruh o bedende olmasaydı siz ne İstanbul'u alır, ne de Ayasofya'da da namaz kılardınız.

Başımıza çuval geçirilmesinden Süleymanşah Türbesi'ne, oradan papazın bostanında eğleştikten sonra Almanya'ya fetöcü gazeteci teslimatına, oradan bir başka Nasa'lı fetöcü piçine ABD'ye yolculuk için nezaret etme ve nihayetinde Ayasofya'nın kubbesine tünemek...

Tüm bunlar Türk milletine Emevi zihniyeti parelelinde yaşatılan savrulmalar dır. Siyasal İslamcılık adına emevi mantalitesini her vesile ile dayatacaksın ama Türklük şuurunun pekişmesi ve perçinlenmesi için ihtiyaç duyulup metin haline getirilmiş olan ANDIMIZ'ı Türk çocuklarının okumalarını gereksiz görüp kaldıracaksın. Ve en kahrolası olan da; sözde Türk milliyetçiliği kurumsal lığının bu savrulmalarda rüzgar gülü ile vazifelendirilmiş olmasıdır.

Andımızla problemi olanın Türklüğümüzle de problemi var demektir.

Andımıza karşı çıkanlar, etnik kaşıntısı olan kriptolar dır.

Soylarını soplarını araştırın göreceksiniz. Bunlar tüm azınlıklara sahip çıkarlar, onların gönlüne hoş gelecek şeyler söylerler ki; Türklük karşıtlığında potansiyel bütünlük oluşsun diye.

Bunun o kadar çalışmasını yaparlar ki; "Kurbağanın kızgın saçta haşlanması" misali her Türk'ü "Ne var canım, biz de bu halkın genelinde diğerleri kadar aynı oranda varız " kabulüne doğru sürükleyip, nihayetinde bunun tüm Türkler nezdinde içselleştirilmesini murad ederler. "Osmanlıcılık" depreşmesinin altında da bu gizli niyetleri vardır.

Türk milliyetçileri olarak bu sinsi niyetin takipçisi olup, Başbuğ Atatürk'ün Türk milleti adına kurduğu bu devlete ve onun değer ve kazanımlarına sahip çıkmak boynumuzun borcudur.

Türk milliyetçiliğini kendi uhdelerinde bilip cumhur ittifakının birleşeni olanlar; Türklüğümüz fetih ruhundan çıkarıldığında Ayasofya'da namaz kılıyor olmanın ne anlamı kalır.

Şimdi buna mukabil daha önce milliyetçi aklın, fikrin ve mantığın kabul etmediği; Adımımızın Türk çocukları tarafından mani olduğunuz okunmasına tekrar dönülmesini sağlamak boynunuzun borcudur.

Ya yeni ikametgahınızı güncelleyin, ya da andımızın okunması için gereğini yapınız. Türk milliyetçileri açısından andımızın okunmasının kaldırılmış olmasının arka planındaki düşünce; Türk Devletinin değiştirilmesi ve dönüştürülmesine karşı Türk milliyetçiliği doğal refleksini daha önceleri çeşitli vesilelerle yapılmış olan testlerden en sonuncusudur. Türk milliyetçileri, İYİ PARTİ projesi ile bu ve benzer diğer testlere karşı oldukça güçlü bir mukavemet göstermiştir.

Dolaysıyla, Türk milliyetçiliğini istedikleri gibi dizayn etme, terbiye etme düşüncesi bugün için akamete uğratılmış olsa da yarınlar için bundan kesinlikle vaz geçilmiş değil dir. Bu bilinç ile duruşumuzu her halükarda muhafaza etmek zorundayız.

AKP'leşmiş devletin bizlere dayattığı resmi fetö görüşü

Tabi bu arada AKP'leşmiş devlet kendi belirlediği hatta dayattığı politikalar doğrultusunda fetö'yü anlatıyor bizler de dinliyoruz.

"Hayır bu izah tarzınız makul ve mantıklı değil, tatmin olamadık" diyecek olsak, anında fetöcü ithamına maruz kalmanın da tehdidi altındayız.

Mesela hep merak ediyorum; Fethullah Gülen'nin kendisi veya etrafındaki ilk halkada yer alan birisi ile ülkemizden bir gazeteci gidip röportaj yapacak olsa; o kişi acaba fetö'nün AKP ile ilişkileri hakkında neler anlatacaktır. Mesela "Ben falanca kişi ile fianca tarihte başbaşa oturduk, hatta yanımızda Manisali ağlak da vardı; şu şu kararları almıştık" şeklinde bir cümle kullansa... değil mi.

Hiç bir zaman, hiç bir gazeteci AKP iktidarda kaldığı sürece böyle bir röportaja cür'et edemeyecektir. Velev ki etti; yeni ikametgahı anında Silivri olacaktır. Adı da ne olacak; "fetö'nün medya yapılanmasının yeni bir oyunu" olacaktır.

Vallahi ben fetö ile ilgili yaşanmış ve yaşanmakta olan süreçle ilgili olup bitenleri; AKP'leşmiş devletin dayattığı şekliyle belki gözlerimle takip ediyor gözükebilirim ama aklım çok çok başka yerlerde, başka sorularla başka cevaplar peşinde.

15 Temmuz'da darbe olacak ama 16 Temmuz'da Cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlar kurulu kimlerden oluşacaktı bilinmiyor öyle mi. Bunun cevabının olmadığı şeklindeki bir ifadeye inanmak; Allah'ın bana bağışladığı en büyük nimet akıl'a ihanet, Allah'a da saygısızlık olur.

''Çoklu Baro'' yarım kalmış bir fetö projesi mi dir.

Evet, yaşadığımız tecrübelerden çıkardığım sonuç o ki; "Çoklu Baro" dayatması fetö'nün yarım kalan işini tamamlaması gibi görünüyor. Neden mi; çünkü Ergenekon ve Balyoz kumpaslarına meşruiyet kazandırmak için fetö'nün basın ve medya ordusu ile beraber canhıraş çalışmış olan AKP'li milletvekili aynı zamanda avukat olan C. Özkan, yine aynı inanmışlık ve adanmışlıkla bugün de "Çoklu Baro" yasasının ete kemiğe büründürme çalışmasının mimarı olan isimdir.

Haddime düşmez ama mevcut avukatlara ve bundan sonra yetişecek avukatlara tavsiyem; AKP'nin yönlendireceği hiç bir baroya üye olmayın.

Geçmişte ne olmuştu; AKP'ye yakın olup, dağıttığı iltimaslardan yararlanmak isteyenler fetö'nün(Cemaat) dernek ve sendikalarına üye oldular, 15 Temmuz ihanet sürecinden sonra onların ne niyetle üye olduklarına bakılmaksızın alayı işlerinden güçlerinden oldular, hatta hapislere atıldılar. Muktedir olanlar "Kandırıldık" deyip kendilerini kurtardılar ama kalanlar bedel ödemeye devam ediyorlar.

Siz siz olun AKP'nin yönlendirmesi ile O'na güvenip orada burada gruplaşmayın başınıza ne geleceği belli olmaz, gün geldiğinde menfaatleri gereği "Kandırıldık" deyip kendilerini kurtarırlar ama sonra da alayınızı satışa getirirler.

Çoklu baro ile İstanbul'da ayrımcı Kürt avukatlardan 2000 kişiyi bir araya getirip "Mezopotamya Avukatlar Barosu" adı altında teşkilatlandıklarında kim itiraz edebilecek.

PKK'nın milli bütünlüğümüz içine itelediği HDP, O'nun da içimize iteleyeceği aşikar olan "Mezapotamya Avukatlar Bürosu"

Sonra, siyasi olarak mecliste, yargı süreçlerinde baro yapılanması ile mahkemelerde kendini gösterecek olan etnik ayrımcı Kürt yapılanması; emperyalistlerin el atabileceği en kıvamlı hale geldiğinde cumhur ittifakının ebeliğinde Türk milletinin kucağına nur topu gibi bir sorun verilmiş olacak.

Sonra söz konusu baronun her kuruluş yıl dönümlerinde protokolün en ön sırası minnet ve şükran duyguları ile Devlet Bahçeli, Recep Tayyip Erdoğan'a tahsis edilirken, konuşma metinlerinin ilk cümlelerinin mana ve önemi de her iki isime atfen söylenecek sözler olacaktır.

''Kılıç Hakkı'' çağ dışı olmaz. O zamanın ruhuna uygun düşen bir kavramdır

"Kılıç hakkı" muhabbeti olunca beni afaganlar basıyor. Çünkü zamanında bu tanımın hakkını vermiş olan iradenin zamane torunu olarak utanç içindeyim de ondan.

Bu ifadenin söylendiği cağda elbette büyük bir anlamı, karşılığı vardı ve kullanılıyordu. Çağa hükmetmenin bir öz güveni vardı ve söyleyen de sözünün arkasında duracak dirayete sahipti.

Yahu bu medeni dünya sana beleşten verdiklerinden kılıç hakkı istese ne yapacaksın Allah aşkına. Bunu hiç düşündün mü.

Bugün "Kılıç hakkı"ından bahsedebilmen için medeni aleme, dünya ekonomisi ve kalkınmaya katabildiğin dikkat çekici bir katma değerin olması lazım. Aynen AB, Çin, Japonya, Güney Kore, ABD ve dahaları gibi olup dünya devletlerini sana bağımlı hale getiren patenti sana ait bilim, teknoloji ve sanayi ürünlerinin çokça üretimi ve bunların dış dünyaya satımının olması lazım.

Çağlar öncesi gereği yapılmış, hakkı verilmiş bir dönemin kazanımları üzerinden tatmin yoluna gitmek size çok beleş gelebilir ama farkında mısınız; çok da gülünç oluyorsunuz.

Gavur dediklerinizin himmetine muhtaç halde corona'nın ilacını bulacaklar bizler de kullanabileceğiz diye kıvranıp, beklerken; "Kılıç hakkı" diyerek sahiplendiğin değeri gerçek anlamda manası ile bir bütün olarak koruyabilmem için bu meredin ilacını bulmuş veya bulmaya namzet konumda olman gerekmezmiydi. Sen bugün neredesin; "Gavur" ilaç bulacak diye bekliyorsun.

Daha papazı bile elinde tutamamış bir irade ile hangi "Kılıç hakkı"ından bahsediyorsun.

Aydın ili tapu kayıtlarında olup da Yunanistan'ın işgal ettiği ege adalarından bihaberken mi "Kılıç hakkı"ndan bahsedeceksiniz.

"Başımıza çuval geçirilmesi" gibi bir utancın yıl dönümünde hangi yürekliliğe binaen "Kılıç hakkı"dan bahsedebiliyorsun.

Cumhuriyet tarihinin en büyük ihanet örgütünün tezgahına gelip devleti onlara kaptırma gibi bir aciziyetin müsebbibi olarak mı "Kılıç hakkı"ndan bahsedeceksiniz.

Devamını getirmeyeceğiniz bir yiğitliğe niçin efeleniyorsunuz. Artık hiç bir "Duruşunuzun" sahiciliği kalmadı, kimse de inanmıyor zaten.

Adam bir oda içinde bir "Chip" ütetiyor senin tarımdaki bütün üretimine eşdeğerde gelir elde ediyor. Bu adamlara karşı mı "Kılıç hakkı"ndan bahsedeceksin.

En azından sesini kes; dedelerimizin kredisini heba etme yeter.

İYİ PARTİ İstanbul İl Başkanlığı seçimi yaklaşırken

İYİ PARTİ İstanbul il başkanlığı seçimlerine yönelik adaylar isimlerini açıklıyorlar. Şimdilik iki adayın ismi belli oldu. Bir tanesi kurucu il başkanımız Sayın Ersin Beyaz ve diğeri ise mevcut il başkanımız Sayın Buğra Kavuncu.

Zaman zaman bu konuda adaylara ilişkin düşüncem sorulduğunda; il delegesi olmadığım, dolayısıyla da fikir beyan etmemin ne derece doğru olduğu hususunda şüphelerim var diyerek geçiştirmeye çalışıyordum.

Ancak camiamızdan fikir ve düşüncelerine değer verdiğim arkadaşlarımın "İYİ PARTİ'nin fikri alt zemininin oturduğu temellerin gözle görünür ve sonra da güvenilir hale getirilip tanıtımı ve devamında kurumsallaşmasında yazı, söylem ve telkinlerinizle büyük katkılarınız oldu. Dolayısıyla, mevcudiyetine ortak olduğunuz bir hususa dair olup bitenler üzerine kanaatinizin olması beklenir" denilerek, bir anlamda kanaat açıklamaya zorlanmış durumdayım.

Buğra Kavuncu Bey'in karizmatik bir tarafının olduğu aşikar. Bu özellik elbette siyasetçi için bir avantaj. Ancak beni daha çok ilgilendiren tarafı; İYİ PARTI'nin kurulma gerekçesi ve üzerine oturtulduğu temel argümanları içselleştirerek, siyasi arenada yaratılmak istenen farkındalığın farkında olduğunu gözlemlediğim bir insan olmasıdır. Bu da şahsen partimiz için sürekli yapmak, başkalarının da buna vakıf olmalarını istediğim bir husus.

Buğra Kavuncu'yu; ülkemizde düşünce, eylem ve mantalitesi ile varlığını hissettiren "Z kuşağı" sürecine kendi kuşağının alan açanlarından olduğunu düşünüyorum.

Çağdaş siyasetçi modelini üzerinde taşıyan birisi. Bu gün Danimarka'da herhangi bir partinin Kopenhagen il başkanı olsa, onun da hakkını verecek, başarılı olabilecek öz güvene sahip olduğu görüntüsünü verebiliyor.

Ersin Beyaz kardeşimi de oldukça başarılı geçen ilk İstanbul il kongremizden tanıyorum. Meral Hanım'ın özellikle kendisi ile ilgili değerlendirmesi ve takdirinin; İstanbul İl başkanlığından ziyade genel merkezde kendi yanında olması kararına kesinlikte "Biat etmelidir" demiyorum ama abi sıfatımla da dikkate almasını naçizane tavsiye ediyorum.

Evet, kanaatim budur, arz ederim efendim.

Gülen sadece Necmettin Erbakan ile yanyana gelmemiş öyle mi(!)

Efendim neymiş; liderler içerisinde sadece Necmettin Erbakan Fethullah Gülen ile yanyana gelmemiş.

Niçin gelmemiş; devletin ve milletin geleceği için bu yapıyı tehlikeli gördüğü için mi. Bu gün olmuş bitmişleri o günlerde tahmin ettiği şeklinde kedisine bir üstünlük ve kahramanlık atfetmek elbette mümkün değil.

Peki "Keşke Yunan galip gelseydi" diyen aşağılık zihniyeti tehlikeli görmemiş de; yine aynı dönemde "Namazında niyazında; kurban derileri toplayan, yurt dışında istiklal marşımızı okutan ve ülkemizde bütün Türk dünyasından çocukları toplayıp, Türkçe olimpiyatları düzenleyen" "Cemaat"in mi tehlikeli bir yapı olduğunu düşünmüş. Şimdi Necmettin Erbakan'a helal mı olsun diyeceğiz.

Vallahi ben zamanın cemaatini o günlerde hem dini anlamda hem de Türklük anlamında eleştirebileceğim tarafını pek görmedim diyebilirim. Ama şunu gözlemliyor ve çok da emindim ki; dünyanın hiç bir yerinde arkasında emperyalist destek olmadan bu denli teşkilatlanmış Türk menşeli bir sivil toplum örgütünün olması mümkün değildi. "Cemaat"in arkasında da ABD'nin olduğunu düşünmüştüm. Benim "Tehlikeli oldukları" şeklindeki kanaatim bu acizane tespitime dayanıyordu.

Dolaysıyla belgeye dayanmayan ama kesine yakın şüphem nedeniyle ve de sivil toplum örgütçüsü birisi olarak sürekli bana çengel atma düşüncesinde olmalarına rağmen hiç bir zaman sempati duymadım, şüphelerimle daima direttim.

O zaman kendime basit bir soru sormuştum. Rahmetli Prof. Dr. Turan Yazgan'ın başkanı olduğu "Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı" zaman zaman devletimizin desteğini aldığı halde Türk dünyasında ve dünyada bu kadar dikkat çeken tanınırlığını artırıp, etkinliğini yayamamışken; nasıl olur da "Cemaat" bu kadar hatırlı, güçlü ve yaygın bir sivil toplum örgütü olabilmişti.

Velhasıl kelam demem o ki; Necmettin Erbakan, Fettullah Gülen'i; kendisinin dini otoritesini paylaşmak ve yine kendisine ait tarlaya ekin ekmek isteyen bir kişi olarak gördüğü için yanyana gelmek istememiştir.

Cumhurbaşkanı Baş Danışmanı M. Akış fetö'yü görsel çizimlerle anlattı

Cumhurbaşkanı baş danışmanı Mustafa Akış Bey CNN Türk'de fetö'nün yapılanmasına ilişkin organizasyon şemasını o kadar konuya vakıf şekilde anlatıyor ki; yapılan katolog evliliklerde seçilen kızların bile A,B ve C grubu kızlar olarak katagorize edilip onların aracılar vasıtasıyla talipleri ile buluşturulmalarına kadar süreçleri detaylı bir şekilde anlattı ama topu evirdi çevirdi bir türlü siyasi ayağı anlatmaya gitirmedi.

Dolayısıyla, bizler de anlatılanları dinleye dinleye tam da ikna olup, inanacağız ki; hay Allah, hemen de aklımıza "Yahu bu işin siyasi ayağı olmadan, bütün bunlar nasıl olmuş" diyoruz. Haylaz çocuklarız ya...

Bu şeytan yok mu, bu şeytan; hep bu abuk subuk soruları aklımıza getirir durur.

Bir diğer aklımıza takılan husus ise; bu şerefsiz fetö il imamları her türlü puştluğu yapmayı becerebilmişler ama her ne hikmetse kafaya almak için bir tane olsun "NAMUSSUZ" bir siyasetçi bulamamışlar(!)

E, o zaman diyebiliriz ki; fetö ile irtibatı olmayan en şerefli kurum siyaset kurumuymuş(!)

"Siyasi ayağını da bir daha ki programda anlatacağım" demediğine göre varılacak hüküm bu dur.

Kısa kısa

Bugün Recep Tayyip Erdoğan isteyip AKP ne yapıyorsa, MHP'de tereddütsüz bütün bunlara uyuyorsa, hatta Erdoğan'a olan bu inanmış ve adanmışlığı daha da ileriye taşıyıp cengaverliğine dahi soyunuluyorsa bu, MHP'nin kurumsal varlığına ve kimliğinin temellendirildiği Türk milliyetçiliğinin tanımına bilerek ve isteyerek yapılan suikastır.


Mehmet Soral

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.