Kazakistan ve kurucu cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev hakkında bilgisi asıllı asılsız sosyal medya paylaşımlarından ibaret olan bir çok kişi güncel olayları okumakta zorlanıyor ve zorlandıkları için de hazır kalıp kategoriler içinde kalarak kendilerince açıklamaya çalışıyorlar.

Her ne kadar bozkıra dikilen devasal Bozkurt heykeli veya Nazarbayev'e mal edilen Türkçü ve Turancı sözler (ki bunların ne kadarı gerçekten Nazarbayev'e ait, ne kadar uydurma tartışılır) daha düne kadar ‚her türlü milliyetçiliğin ayaklar altına alınmasını' alkışlarken şimdi sakalsız Aksakallıların peşinde Turan hayali kuranların milli gururunu okşasa da, olaylar "sokağa çıkanlar Sorosçu" veya "Putin'in Turan'ı engellemek için kurduğu bir oyun" söylemleri ile açıklanabilecek kadar basit değil.

Çünkü en geç Rusya'nın asker göndererek resmen müdahil olmasıyla beraber olaylar Kazakistan'ın iç meselesi olmaktan çıktı ve uluslar arası siyaset boyutu kazandı. En son Azerbaycan - Ermenistan savaşından sonra Rus güçlerinin kendi sınırımızda Azerbaycan topraklarında konumlanmasını „Turan'a giden zaferde gereken önemsiz bir etken" olarak gören ve bundan zerre kadar rahatsız olmayanlar, Kazakistan olaylarında Rusya'nın dahil olmasını Putin'in Turan'ı engellemek için tasarladığı hamle olarak değerlendirmeleri kendilerinin manipülasyona ne kadar müsait olduğunu göstermekte. Zira iki olayı mukayese ederseniz temelinde ikisinde de Rus askerinin ülkenin yönetiminin isteği üzerine o bölgeye yerleştiğini görebilirsiniz. Azerbaycan'da Aliyev Rusya'yı güvenlik sağlaması için bölgeye davet ederken günümüzde Kazakistan'da Tokayev güvenliğin sağlanması için davette bulundu.

Dolayısıyla kimsenin Turan falan engellediği yok. Çünkü, bunu üzülerek söylüyorum, engellenmesi gereken bir Turan yok ortada. Bence Turan'a Soğuk Savaş döneminde bile bu kadar uzak değildik. Zira o zaman Turan'a karşı engeli Sovyetler Birliği oluştururken bugün en büyük engelin Putin veya her hangi başka bir yabancı lider veya güç değil kendi yöneticilerimiz ve onların adaletsiz, ufuksuz, liyakatsız ve gayri milli yönetimini meşrulaştıran kitleler olduğunu görmekteyiz.

Ve bir noktadan sonra halk adaletsizliğe ve ekonomik çöküşe isyan edince zerre sorgulamadan "Sorosçular", "Putinciler" diye damgayı yapıştırıyoruz.

Bu birilerinin kendi basiretsizliğimizden oluşan yaramızı deşmeyeceği manasına gelmez. Elbette kendi çıkarları için, kendi hedefleri doğrultusunda gerekeni yapacaklardır ve yapıyorlar da. Ama yöneticilerimizin görevi bunu engellemek veya en azından zorlaştırmak iken, el aleme daha rahat müdehale edebileceği zemini hazırlıyorlar.

Kazakistan'da yaşananları anlamak ve ders çıkarmak istiyorsak gazımızı alan boş laflara kanmayı bırakıp, siyasal veya ideolojik toz pembe gözlüklerimizi çıkarıp bir kenara koyarak evvela bu gerçeği kabul etmeliyiz.

Kazakistan Sovyetler Birliğinin çöküşünden sonra 16 Aralık 1991'de bağımsızlığı ilan edilen bir cumhuriyettir. 1989 yılında Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Komünist Partisi birinci sekreteri seçilen Nursultan Nazarbayev günümüzdeki Kazakistan Cumhuriyeti'nin kurucu cumhurbaşkanıdır. Nursultan Nazarbayev 19 Mart 2019 yılında istifa edene kadar da bu görevi üstlendi. Sovyetler dönemini de sayarsak Nazarbayev'in 30 yıldan fazla Kazak halkına önderlik yaptığını görürüz.

Nazarbayev'in Kazakistan'ın kurucu cumhurbaşkanı olarak görevi teslim alması dünya siyasetinde ne kadar temel değişim ve belirsizliğe gebe bir döneme denk geldi ise, görevden istifa etmesinin de o kadar şaşırtıcı olmasa da çok kritik bir döneme denk gelmesi dikkat çekiyor.

Dönemin barındırdığı risklere gelmeden evvel istifasının aslında genel anlamda bir istifa olmadığını netleştirmekte fayda var. Çünkü istifasını televizyondan halka duyuran Nazarbayev bir yandan önderliği esnasında ülkenin başardığı ilerlemeyi vurgularken ve gençlikten daha parlak bir gelecek kurmalarını beklediğini ifade ederken diğer yandan da istifasına rağmen siyasete uzak kalmayacağını açıklamaktaydı.

O tarihte Nazarbayev'in istifası Kazak halkı için her ne kadar beklenmedik olsa da geriye dönüp baktığımızda kendisinin görevden sonra ki konumununun uzun bir süredir titizlikle hazırlanmış olduğunu görmek ve Nazarbayev'e 2000 yılında ‚Kurucu Cumhurbaşkanı', 2010 yılında ‚Ulusun Lideri' ve 2017 ‚Elbaşı' ünvanlarının resmen verilmesini bu kapsamda değerlendirmek mümkün. Nazarbayev bu resmi ünvanların yanı sıra istifasından sonra 15 Ekim 2019 tarihinde Azerbaycan'da 15. Türk Kurultayında (Türk Keneşi) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın teklifi üzerine ‚Ömür Boyu Türk Devletleri Teşkilatı Onursal Başkanı' ilan edildi.

Peki bu ‚istifa ediyorum ama siyasete uzak kalmayacağım' açıklaması ne manaya gelmekteydi?

Nazarbayev'e ‚tarihi görevinden ötürü' devletin yapılanması, iç ve dış siyaset ve ulusal güvenlik konularıyla ilgili girişimler sunma hakkı tanındı. Ve Kazak devleti kurumları ise bu girişimlerini uygulama mecburiyetindelerdi. Ayrıca Kazak Halkı Kurultayı ve Kazak Güvenlik Konseyi'nin başkanlığına devam edecekti. Kazak Güvenlik Konseyi'nin ise 2018'e kadar sadece danışmanlık görevi varken 2018'den sonra anayasal bir kurum haline getirildiğini ve Anayasa konseyinin üyesi olarak kabul edildiğini belirtmek önemli.

Yani Nazarbayev her ne kadar görevinden resmi olarak istifa etmiş olsa da istediği her şeyi yaptıracak güce sahip olmaya devam edecekti.

Olay sadece bu kadarla da kalmadı ve Nazarbayev ve ailesine, tüm mal varlıklarına ve banka hesaplarına dokunulmazlık tanındı.

Ne güzel istifa ama değil mi?

Eminim böylesi bir çok başka ‚tek adamın' hayallerini süsleyen bir görevden ayrılıştır.

Nazarbayev Singapur'u her zaman ilham kaynağı olarak gördüğünü ve Singapur'un kurucu başkanı Lee Kuan Yew'in felsefesini çok saydığını hiç bir zaman gizlemedi. Nazarbayev ile arkadaşlık bağlarının olduğunu vurgulayan Yew Kazakistan'ı bir çok zaman ziyaret etmiş, Kazakistan Cumhurbaşkanı'nı da defalarca Singapur'da ağırlamıştı. 2008'de yayımlanan ‚The Kazakhstan Way' (Kazakistan Tarzı veya Kazakistan Yolu) isimli kitabında eski Fransa başkanı Charles de Gaulle ve Lee Kuan Yew hakkında „önemli kurucu devlet adamları" ifadesini kullanan Nazarbayev'in Yew'i layık gördüğü ‚Dostluk Nişanı' Singapur'un kurucu liderine resmi bir törende 21 Şubat 2012'de Kazakistan Büyükelçisi Yerlan Baudarbek Kozhatayev tarafından verildi. Daha önce BM Genelsekreteri Ban Ki-mun'a verilen bu nişana Yew'in de layık görülmesinin gerekçesi olarak „Singapur'un stratejik gelişme tecrübesini Kazakistan ile paylaşarak sağladığı değerli katkı" olarak gösterildi.

Evet, Singapur tecrübesini paylaşarak ‚değerli katkısını(!)' sağlamıştı sağlamasına, fakat Nazarbayev ile Yew'in yönetimi arasında yine de çok ciddi farklar vardı.

Yew ekonomik hürriyet ve refah sağlanmadan önce güçlü bir yönetim sisteminin oluşturulmasının gerekliliğine inanarak 1965'te bağımsızlığına kavuşan Singapur'da kurumların güçlenmesini sağladı. Her ne kadar aslında bugün bile Singapur hala ‚otokrat' bir rejim ile yönetilen bir modele sahip olsa da devletin gücü şahıslar tarafından değil, devlet kurumları tarafından halka yansıdığından dolayı Singapur halkı bu otokrasiyi doğrudan hissetmiyor. Yöneticilerin yargıya karışmamaları bağımsız bir adalet sistemi yansıtıyor. Uluslar arası hukukçular tarafından adalet sistemi hakkında beyan edilen ‚olumlu bir görüş' hem ülkenin kendi halkının hemi de yabancı yatırımcıların güvenini sağlıyor. Yani Singapur böyle bir sistem sayesinde sadece bir nesillik bir süre içinde bir 3. Dünya Ülkesi konumundan sanayi ülkesi konumuna sıçramayı başardı.

Oysa Nazarbayev'in yönetiminde güç devlette değil, Nazarbayev ve yakın çevresinde odaklandı. Nazarbayev ülkenin zengin petrol kaynaklarından elde ettiği gelir sayesinde vergileri düşük tutarak zaten Komünist dikta rejimine alışkın olan halkın otokrasiye karşı boyun eğmesini uzun bir müddet sağlasa da sürekli artan yolsuzluk ve adaletsizliğe karşı halkın birgün tepki vermesi kaçınılmazdı.

Halkın tepki göstermesi aslında yeni bir olay değil. Ciddi tepkiler çok daha erken başladı ve iktidarın protestolara aşırı sert tutumu tepkilerin bastırılmasından ziyade gittikçe büyümesine yol aştı.

Örneğin 2011'de Mangistav eyaletinde Kazakistan devletine ait KazMunayGaz ile bir Çin şirketinin bölgede ortak işlettikleri petrol rafinerisinde çalışan yabancı yönetici ve uzmanlar çok yüksek para kazanırken yerli işçilere verilen para ancak fakir bir hayat sürdürmelerine yetecek kadardı. Almatı ve Astana gibi şehirlerde yaşayanlar petrolün geliri ile sağlanan zengin bir hayat sürdürebilirlerken zor şartlar altında ülkenin petrol gelirinin %70'ini sağlayan yerel işçiler ancak sefalet içinde yaşayabiliyorlardı. 26 Mayıs 2011'de maaşlarına zam ve tehlikeli işlerde ödenen primin artması için başlattıkları grev yerel mahkemeler tarafından ‚yasalara aykırı' ilan edildi ve KazMunayGaz 1000 kişiyi işten çıkardı. İşsiz kalan bir çok inan Janaözen şehrinin en işlek caddesinde oturma eylemi başlattılar. Protestolar kolluk kuvvetlerinin müdehale etmemesi ile aylarca devam etti. Ta ki Kazakistan'ın bağımsızlık günü 17 Aralık için hazırlıklar yapılmasını rahatsız ediyorlar diye 16 Aralıkta yerel polis ve özel kuvvetler şehir meydanında gerçekleşen protestoları sonlandırmak isteyene kadar. Olaylardan sonra polis „protestocuların arasına haydutlar karışarak isyan başlattı" derken, protestocular polisin hiç bir uyarıda bulunmadan savunmasız protestoculara ateş açtığını iddia edeceklerdi.

Ve gerçekten de internette petrol işçisi kıyafetinde kim olduğu bilinmeyen bazı serserilerin aniden ertesi günki kutlamalar için hazırlık yapanları itip kakmaya başladıklarını gösteren bir video var. Bu saldırıyı başlatanların kim olduğu bilinmezken olaylar esnasında resmi rakamlara göre 14 protestocu hayatını kaybetti ve 68 kişi yaralandı ve bir çok kişi polis tarafından tutuklandı.

Tarihe 2011 Mangistav Ayaklanmaları diye geçen bu olay o yıllarda bile ülkedeki sosyal gerilim ne kadar yüksek olduğunu gösterirken 2014'te petrol fiyatının 100 USD'den 50 USD'nin altına düşmesi Kazakistan Tengesi'nin USD'ye karşı %50'den fazla değer kaybetmesine sebep oldu. Bir anda gelir seviyesi petrol üretiminin başlamadığı döneme gerilerken diğer yandan da özellikle gençleri etkileyen işsizlik fırladı.

Daha önceden mevcut olan toplumsal gerilim ekonomik buhran ile daha da tetiklendi ve devlet kurumları artık en temel güvenliği sağlamakta bile zorlanıyorlardı. 2018'de buz pateni olimpiyat şampiyonu Denis Ten Kazakistan'ın en büyük şehri Almatı'da gündüz gözü arabasının aynalarının çalınmasına engel olmak isterken öldürüldü.

Özellikle iyi eğitimli gençler Transparency International'ın 180 ülkeden oluşan yolsuzluk endeksinde 124. sırada yer alan Kazakistan'ı terk etmek istiyorlardı.

Böyle bir ortanda Nazarbayev istifası ile belki de halkın gazını almak, gerilimi azaltmak istedi ama başarılı olamadı. Çünkü halkı isyan ettiren yönetimin değişiminden öte gerçek toplumsal reformlara duyduğu hasretti. Hiç bir gerçek reform içermeyen, sadece ‚cumhurbaşkanı' ünvanından vaz geçen ama hala her türlü yetkiyi kendide barından ve terk ettiği koltuğa da en sadık adamlarından birini yerleştiren bir istifa, bağımsız, adil bir yargı, hür basın ve gerçek manada demokratik katılıma hasret duyan halkın belki bir şey değişir umudu ile beklemesine sebep olduysa da bu bekleyiş fazla sürmedi.

Süremezdi zira Nazarbayev bir adım geri atmış gözükse bile sistem hala aynı eski aktörlerin elindeydi. Cumhurbaşkanlığına Kazakistan Parlamentosu Senatosu Başkanı Kasım Cömert Tokayev geldi ve onun yerine senato başkanlığına Nazarbayev'in kızı Dariga Nazarbayeva atandı.

Aslında hiç bir şeyin değişmemesi yetmiyormuş gibi yeni cumhurbaşkanı Nazarbayev'in şahsına yaşatılan kültü daha da artırdı. Yeni cumhurbaşkanı teknokrat otokrasi ve feodal sadakata dayalı rejim sürdüren Nazarbayev'e ne kadar sadık olduğunu ispatlamak istercesine kendi yemin töreninde parlamentoya ülkenin başkentinin adının ‚Nursultan' olarak değiştirilmesini öneren bir teklif sundu ve asırlık Astana 23 Mart 2019 itibariyle Nur-Sultan oldu.

Her ne kadar son günlerde yaşanan ayaklanmalara sebep olarak enerji fiyatlarında yapılan zamlar gerekçe olarak gösterilse de gürüldüğü gibi sebep çok daha derinde. Bu kadar gergin br toplumda buna benzer bir ayaklanma için her zaman bir sebep bulunur. Bazen Tunus'ta bir seyyar manav üzerinde benzin dökerek kendini yakar, bazen de enerji fiyatlarına zam gelir.

Ama dış güçlerin hiç mi etkisi yok?

En büyük hedefi Rusya'yı tekrar Sovyetler Birliği'nin gücünün doruğundaki konuma getirmek olduğunu defalarca alenen açıklayan ve her hamlesini bu hedef doğrultusunda yapan, dünya kamuoyunun gözü önünde Kırım'ı işgal eden ve Ermenistan'ı Azerbaycan'ı kullanarak hizaya getirirken bunu da bize ‚Turan zaferi' diye yutturan Putin'in Kazakistan gibi bir ülke ile ilgilenmemesinin ihtimali var mı?

Elbette yok.

Ben yine de olayların Rusya tarafından tetiklendiğini düşünmüyorum. Rusya'nın Kazakistan'a asker yerleştirmesi için böyle bir ‚bahaneye' ihtiyacı yok çünkü. Kazakistan aynı Rusya gibi ŞİÖ kurucu üyesi. ŞİÖ şimdiki ismi ve şeklini almadan evvel, yani daha Şanghay Beşlisi olarak anılırken bile Kazakistan 1996'da ilk kuruluş toplantısına katıldı, hatta ikinci toplantı 1998'de Almatı'da yapıldı. Hala bir çok insanımızın ŞİÖ'nün işlevinin ekonomik işbirliğinden ibaret sandığını biliyorum fakat yanılıyorlar. ŞİÖ'yü araştırın, ekonomik işbirliğinden çok daha öte bir kuruluş olduğunu, hatta Demir Perde Sonrası Varşova Antlaşması'nın yerini aldığını göreceksiniz. Dolayısıyla Rusya Kazakistan'a asker yerleştirmek isterse onun için çok daha kolay yolları var.

Ortaya atılan diğer bir iddia ise Kazakistan'In 2025'ten sonra Latin alfabesine geçmek istemesinden ve hatta Türk Devletleri ile ilişkisinden Rusya'nın rahatsızlık duyuyor olması. Bunu da zayıf bir ihtimal olarak görüyorum. Çünkü Latin alfabesine geçilmesinin planı benim bildiğim Kazakistan'da zaten 2006'dan beri yapılıyor. Yani yeni bir olay değil, artı Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan gibi bir çok ülke çoktan Latin alfabesinde. Alfabeden dolayı bunların hiç birine baskı uygulamayan Rusya Kazakistan'da alfabesini değiştirecek diye mi böyle bir arka kapıdan işgale teşebbüs edecek?

Bu konuyla alakadar yine sosyal medyada güya Lavrov'a ait bir demeç dolanıyor.

„Kazakistan'da Latin alfabesine geçilmesi ve Türk milliyetçiliğinin desteklenmesi sonucu ortaya çıkan bu olaylar…." diye başlayan bir demeç. Lavrov'un açıklamalarını Rus ajanslarının İngilizce sayfalarından takip ettim ve böyle bir demeçle karşılaşmadım. Lavrov Kazakistan'da yaşan Ruslara yönelik saldırılarla Rusya ile Kazakistan'ın birbirine düşmesini isteyen dış güçlerden bahsediyor ama ne Latin Alfabesi hakkında ne de artan Türk milliyetçiliği hakkında tek kelimeye rast gelmedim.

Kazakistan'ın diğer Türk devletleri ile olan ilişkisinden Rusya'nın duyabileceği muhtemel bir rahatsızlık da bence zayıf bir ihtimal, çünkü kendisinden en ‚bağımsız(!)' olan Türk devletine bile işine yaramayacak olan S400leri gönderebiliyorken, gerçekten Kazakistan'ın kendi yörüngesinden kayıp Türk devletlerine yöneleceğine dair bir endişe hissettiğini düşünmüyorum.

Kaldı ki, kendisi şu anda Ukrayna ile uğraşırken zaten kendi çizgisinde olan bir ülkeye böyle bir operasyon çekme ihtiyacı neden duysun?

Ama ortada Rusya'nın lehine doğan bir fırsat var.

Bu fırsat milletinin istikbalinden ziyade kendi otokrat gücünü düşünen bir zihniyet tarafından hazırlandı ve kendi halkına karşı Rus ve Ermenilere sığınacak kadar alçak bir yönetim tarafından yaratıldı. Tabii ki Rusya böyle bir fırsatı kaçırmayacaktır.

Gelelim diğer ihtimale, yani işin içinde AB veya ABD parmağının olmasına…

Çin'in büyüklüğünü bölmek için Sincandaki Müslüman Uygurlara sahip çıkan Batı, Rusya'yı zayıflatmak için böyle bir şey düşünebilir mi?

Elbette düşünebilir.

Kaldı ki olayların tam da Ukrayna ve Nato'nun doğu genişlemesi yüzünden ABD ve Rusya'nın arasının iyice gerildiği bir döneme denk geliyor olmaları pek tesadüfmüş gibi durmuyor.

Batı bunu Nazarbayev ve ekibini düşürmek için tasarlamış olma ihtimali var mı?

Evet var, lakin tasarısı hükümeti düşürmek üzerinden olsa hükümetin karşısına güçlü bir alternatif koymalıydı, o da olmadığına göre bence bu da zayıf bir ihtimal. Kaldı ki, bu tür bir operasyonda başarısızlık Kazakistan'ı artık resmen Rusya'nın kucağına itmekle sonuçlanır. Ne demek istediğimi daha küçük çapta Beyaz Rusya örneğine baktığınızda görebilirsiniz.

Evet aslında düşünebilir, lakin bu tezgahı batı kursaydı Kazakistan'ın nüfus yapısı aslında son derece uygun olduğu için bence etnik çatışma üzerinden yürürdü. Kazakları Ruslara karşı kışkırtarak Rusya'yı müdehale etmeye zorlayıp, belki Kazakistan'ın bir parçasının Rus işgaline düşmesine göz yumma mecburiyetinde kalır ama Kazakistan gibi önemli eski bir müttefiği Rusya'nın yörüngesinden uzaklaştırma fırsatını kaçırmazdı.

Böylece sadece Rusya'ya değil, Nato'nun karşısında duran ŞİÖ'ye de önemli bir darbe vurmuş olurdu. Kaldı ki ben Kazakistan'ın bu Tonga'ya düşen yeni Ermenistan yönetimi veya Ukrayna kadar aptal olduğunu da düşünmüyorum.

Rus askerinin müdehalesi ile olaylar bir etnik gerilime dönüşebilir mi?
Evet dönüşebilir, işte bu çok ciddi bir ihtimal.
Bu da Kazakistan'da kısa vadeli bir parlama değil, uzun süreli bir yangın istiyorlar demektir.
Bunun için halkın ayaklanması asla kafi gelmeyecektir, Kazak güçlerinin halkla beraber Rusya'ya karşı direnmesi gerekir.

O zaman gelişmeler Batı'nın Rusya'nın zaten kendi yörüngesinde olan Kazakistan'a saplanmasını ve zaman ile güç harcamasını amaçladığını gösterir. 1979'dan 1989'a kadar süren Afganistan savaşının Sovyetler Birliğinin çöküşünü gerek ekonomik açıdan gerekse toplumsal açıdan nasıl hızlandırdığını unutmamakta fayda var. Rusya'nın tekrar böyle bir savaşa batması hem dikkatinin Ukrayna ve diğer kuzey doğu Avrupa ülkelerinden çekerek o bölgede rahatça Nato'nun batı genişlemesini sağlamasına sebep olur, hemi de Rusya'ya uzun vadede genel olarak güç kaybettirir.

İster kendi tasarlamış olsun, ister olaylar kendi planı dışında gelişmiş olsun;
Batı bu kargaşaları kendi için bir fırsata dönüştürmek isteyecek midir?
Muhakkak ki ister.

Ama öyle, ama böyle;
Olayları bu boyuta getiren şu gerçeği asla unutmamak gerek.
Kazak halkının „Yetti artık!" demesi için ne ABD'ye, ne AB'ye, ne Çin'e, ne de Rusya'ya ihtiyacı var.
30 senedir uygulanan tek adam rejimi ezilen insanların isyan etmesi için fazlası ile yeterliydi.

Hüner, buna ister milliyetçilik deyin, ister devlet adamlığı, ister feraset…, hüner olayları bu aşamaya getirmemekle.

Bu da gösteriyor ki Bozkır'ın ortasına devasal Bozkurt heykelleri ile,
facebookta, sosyal medyada paylaşılan Türkçü, Turancı laflarla veya her biri başka bir Türk Devleti'nin bayrağını geren savaş gemilerinin resimleri ile Turan hayalleri kurmakla ne devlet adamı olunur, ne de Türk Birliği kurulur.

Ben bu makaleye yazmaya başladığımda haberlerde Cumhurbaşkanı Tokayev'in kolluk güçlerine saldırgan bir tavıra ve teröristlere karşı ateş açma emri verdiği söylendi.

Tabii adaletin bağımsız olmadığı bir toplumda saldırgan tavrın tam olarak ne olduğuna kim karar verecek?

Terörist kim?

Elinde molotof kokteyli olan mı?
Taş atan mı?
Yoksa yumruğunu havaya kaldıran mı?

Peki ne olacak?

Henüz çok erken olsa da, olay bir halk isyanı olarak mı devam edecek, ki o zaman çok sürmeyebilir, yoksa Kazak güçleri halkla beraber Ruslara karşı gelecek mi, o zaman çok daha uzun vadeli ve çok daha büyük felaket içeren bir senaryo söz konusu olabilir, Kazakistan'ın geleceğini belirleyecek.

Ama bence ya silah zoruyla, ya da siyasal açıdan Kazakistan Rusya'ya olduğundan daha çok yaklaşacak.

Olaylar gerçekten Batı'nın tezgahı ise Rusya böyle bir tuzağa düşer mi bilmiyorum ama takip ettiğim kadar ile Putin altın tepsi ile önüne konan bu fırsatı kaçırmaz.

Zaman bakalım ne gösterecek;

Tanrı Türk'ü
Ağustos 1968 Prag'tan,
Aralık 1979 Afganistan'tan ders almayan,
gözünü kırpmadan kendi halkını Rus tankları ile karşı karşıya getirebilen,
kendi çıkarı, koltuğu, makamı, mevkisi için milletinin istikbalini ateşe atan yöneticilerden korusun.