Milletleşme sürecini tetikleyen en büyük etken Fransız ihtilalidir. Zira Fransız ihtilali ile İmparatorlukların çöküşü ve milli devletlerin ortaya çıkışı paralel gelişmiştir. Osmanlı İmparatorluğu "hasta adam" durumunda olmasaydı bile milliyetçilik rüzgarlarına karşı belki o kadar çabuk olmasa bile dağılması kaçınılmaz olacaktı. Dolayısıyla yaşanılan asır milliyetçilik asrı buna paralel milli devletlerin doğuş asrı olarak tarihe damgasını vurdu.

Osmanlı bakiyesinde milliyetçilik ve milletleşme süreciyle ilgili konular aydınlarımız tarafından dile getirilmiş olsa da imparatorluk kültüründen dolayı bir türlü kuvveden fiile geçememiştir. İmparatorluğun yıkılmasını engelleyebilmek için Osmanlıcılık, İslamcılık gibi reçetelerle çözüm aranmıştır. Her aranan çözüm önerisi yıkılmayı engelleyememiştir. Gayri Müslimlerle İslam coğrafyasındaki halkların isyanları ve düşmanın Polatlı'ya kadar dayanması sonucu milletleşme ve bunu besleyen milliyetçilik tercihin ötesinde zorunluluk haline gelmiştir.

Anadolu'da başlayan Kuvayı Milliye hareketi aslında milli devletin kuruluşunun mücadelesidir. Yaşadığı asrı çok iyi okuyan Gazi Mustafa kemal Atatürk ve silah arkadaşları, asırlardır ihmal edilen, yönetimde hak ettiği yeri alamayan, (Osmanlı İmparatorluğunda kürtleşen Türkler konusu çok hazin bir konudur. Kendi devletinde kendi kandaşın asimile oluyor.) kültüründen koparılan Türk milletinin özüne dönüşünü sağlayan Türk aydınlanması sürecini milli devlet ile başlattı.

Atatürk; TDK ve TTK gibi Türk'ün ses bayrağını ve tarih şuurunu verebilmek adına milliyetçiliğin iki temel dinamiğini hayata geçirdi. Türk milletinin egemenliğinin somut göstergesi olan Türkiye Cumhuriyeti devleti ile milliyetçiliğin olmazsa olmazı olan siyasi egemenliğini sağladı. Dolayısıyla Türk milliyetçiliği tarihi de Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşu ile başlamış oldu. Zira milliyetçilik ile siyasi egemenlik birbirini tamamlayan ögelerdir.

Milletleşme süreci millî devlet ile ancak gerçekleşir. Bu anlayıştan hareketle insanları yöneticilerin kulu olmaktan çıkarıp birer birey yapma mücadelesi, "fikri hür vicdanı hür" bireylerin yetiştirilerek kurumlarda aydınlanma zihniyetinin hâkim olması amaçlandı. Alt öbeklerin (Cemaat-tarikat -aşiret -etni site gibi) kapalı yapıların çözülerek bireylerin bu yapıların esaretinden kurtarılması amaçlandı.

Asırlarca İmparatorluk kültürü ve buna dayanan kalıplaşmış davranış şekillerini kırmak atomu parçalamaktan daha zordu. Bu süreçte Cumhuriyet tarihi boyunca Türk siyaseti çok kötü sınav verdi. Siyasilerimiz, başlayan milletleşme sürecini taviz vermeden tamamlayacakları yerde popülizm uğruna geriye dönüş diyebileceğimiz adımlarla sürece ket vurmaya devam ettiler…

Eğer bu ülke 15 Temmuz darbe teşebbüsünü yaşadıysa, yıllardır bölücü terörle mücadele ediyorsa, mantar gibi türeyen cemaat tarikatlarla siyasi bağları kuvvetlendirmeye çaba gösteriliyorsa hala milletleşme sürecini tam anlayamadığımızı göstermektedir.

Oysa Türk aydınlanması akıl ve bilimi esas alıyordu. Ekonomi gibi bir bilimde "Nas'ı " ölçü almazdık.

Peki; milletleşme nedir?

Milletleşme en basit tanımıyla dilde işte ve fikirde birliği sağlamaktır. Birlikteliği sağlarken insanları hür ve iradesiyle baş başa bırakmak gerekiyor. İster uhrevi isterse dünyevi konularda aracısız insanı yığın değil şerefli birey olarak görmek gerekiyor. "Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır." Diyecek kadar ülke insanını birilerinin esaretine bırakan anlayışların yıkılması milletleşme sürecinin temel anlayışıdır.

Siyasilerimiz artık milliyetçilik ve milletleşme sürecini bir partinin grubun propagandasına dönüştürmeden siyasi egemenlik ile pekişerek anlam kazanan Türkiye Cumhuriyeti'nin bu misyonunu tamamlamak zorundadırlar.