Ağzımızda sakız gibi çiğnemekten yola çıkartmaya fırsat bulamadığımız yerli otomobil, yıllardır göklerde olup henüz yere inmediği için görebilme şerefine erişemediğimiz millî uçak, dünyayı kıskandırmak için aya yaptığımız dört şeritli yol ve kimsede olmayan ileri teknoloji ürünü savaş aygıtlarından sonra her kuşu tuttuk bir leylek kaldı diyorduk ki; o da oldu.

İstanbul kanalında ÇED raporu da ayarlanıp ihale aşamasına gelindi…

***

Bazı arkadaşlar öyle çılgın ve öyle millî bir heyecanla dalıyorlar ki, neredeyse kazmayı kapıp kendileri başlayacak, müteahhide iş bırakmayacaklar. O bölgede arazisi olanları, Katarlılar başta olmak üzere, projeyi önceden haber alıp arsa kapatan iç ve dış rantiye uzmanlarını, ihaleyi alıp inşaatı yapacak olan müteahhitleri ve ara komisyoncularını anlıyorum da asgari ücrete talim edip açlık sınırında yaşayan arkadaşlar size ne oluyor? Ya ikinci bir işte çalıştığı halde günün yarısını aç geçiren emeklilere ne oluyor?

***

Böylesine önemli olan ve bir yandan bölgenin iklimini, florasını, yaban hayatını, su kaynaklarını değiştirirken, diğer yandan dünya ticaretiyle, siyasetini yakından etkileyecek ve yapıldıktan sonra geri dönüşü olmayan projeler için fast food tüketim ürünü muamelesi yapılamaz. Fakat alanında yetkin, çevrebilimcilere, jeolojlara, deprem uzmanlarına ve şehir plancılarına kulak verilmedi.

Ve elbette ABD'nin Montrö'yü deleceği iddiaları bir tarafa, Marmara'dan Karadeniz'e yapılacak olan 150 metre genişliğindeki bu kanalın olası bir savaş halinde Trakya bölgesi ile bağımızı koparacağını söyleyen askeri uzmanlara da kulak verilmedi.

***

Oysa karakteri, yoğunluğu birbirinden farklı iki denizi kanal açarak birbirine akıtmak, araba deposundan hortumla benzin araklamaya da benzemez. Gerçi artık araba depolarından benzin araklamak da çok zor; çünkü hem yüzde doksan dokuzu Müslüman olan ülkemizde, hırsızlığa karşı bütün arabalarda alarm takılı hem de depo kapağı sadece aracın içinden açılıyor(Arabalardaki alarmı içselleştirip normal bulanlar, cami şadırvanlarında demirlerle duvara kelepçelenmiş musluklara bakıp nereden nereye geldiğimizi daha net görebilirler). Hadi diyelim kapağı açmayı başardınız, depoya saldığınız hortumdan derin derin hava çekerken yanlışlıkla ağzınıza kaçan benzin girişten çıkışa kadar yakıp üter adamı.

***

Ekolojik yönden ve olası bir savaş halinde savunabilme açısından çok ince hesaplar yapılmalıdır. 50 sene, 100 sene, 200 sene hatta 500 sene sonrasında olabilecekler de hesap edilmelidir. Çünkü bu iş bir yere kaldırım yapıp, altı ay sonra söküp değiştirmeye, daraltıp genişletmeye de benzemez. Toprağın yüzeyini iki santim kazıyıp üstüne asfalt dökmeye, asfaltı kaldırıp parke taşı dizmeye hiç benzemez.

***

Tarihte okuyoruz, 93 Harbi olarak bilinen ve 1877-1878 arasında yapılan Osmanlı-Rus savaşında, Ruslar Edirne'den girip Çatalca'dan çıkmıştı ve gelip İstanbul'un Yeşilyurt semtinde karargâh kurmuştu. Padişahımız efendimizin yaşadığı Topkapı Sarayı ile Yeşilyurt arası sadece 16 Km. Eğer o dönemde bu kanal olsaydı ne İstanbul kurtulurdu ne de Trakya(Milli olmayan komünistlerimizin ellerini ovuşturup "keşke" dediğini duyar gibiyim).

***

Tamam, çok şükür, hamd olsun yirmi senedir ülkemizi yöneten AKP ve lider kadrosundan şüphemiz ve endişemiz yok. Zaten yanlarında her şeyi denetleyen, kontrol eden kapı gibi milliyetçi parti olduğu için duble kere rahatız.

Ama yarın bir dediği diğerini tutmayan fırdöndü liderlerin, söyledikleriyle yaptıkları arasında yüz seksen derece fark olan adamların, para için kutsallarımız dâhil her şeyi eğip-büküp satabilecek zübük karakterlilerin eline düşebiliriz.

Allah muhafaza başımıza, düşmanla gizli iş birliği yapıp meselâ bir, "Dal Yaprak Partisi, Kırkayaklar Partisi, Kuyruğu Amerika'nın Elinde Olanlar Partisi, Amerika'dan Abim Gelecek Partisi, Çalmak Helal Partisi, Rabbim Çaldıkça Çaldırıyor Partisi, Rantımı Yedim Bekliyorum Partisi, Ellere Var Bize Yok Mu Partisi" gibi partiler geçebilir. Bu tür adamlar ve partileri, dış güçlerle gizli iş birliği ve danışıklı dövüş yaparak başa geldikleri için, deliğe süpürülmemek uğruna hem milletin geleceğini çalar, hem de boğazlarımızdan başlayarak bütün ülkeyi müstevlilerin emrine verebilir. Koltukta oturmak uğruna Karadeniz'in bir Amerikan gölü olmasına göz yumabilir. Olmaz demeyin, içimizden sadece Mete Han, Attila, Fatih, Atatürk değil; zaman zaman Karakağan'lar da çıkıyor. Ve tarihimiz maalesef bütün olmazların ve hatta imkânsızların birer birer oluşuna şahittir.

Demem o ki, hep beraber kanala ve tarihe gömülmeden önce son bir çıkış var: Yol yakınken bu çılgınlıktan vazgeçmek.


24.12.2019