İstemeyerek yola düşen pek çok insan için,

Kalktı göç eyledi gönül kervanı
Dahi görüşmemiz güç oldu gitti
Düzüp yer etmiştik bağı bostanı
Bütün emeğimiz hiç oldu gitti

Aşık Hicrani

Canım Türkiye'm! Ana yurdum gönül bağım... Kalkıp göç edenlerin, görüşmesi güç olanların, bağı bostanı düzüp yer edenlerin, emekleri hiç edilenlerin sığınağı, geçidi ülkem. Gücü az, kaynağı sınırlı, engin merhameti engin sıkıntıya dönüşen ne yapacağını bilemez insanlarım bakın hele, çevremizde neler oluyor?

Bizi bilirsiniz misafiri severiz. Hatta öyle severiz ki halen, gelince oturacakları bir oturma odası- salon, temiz bir yatak, biri gelirse ikram edilecek lezzetli bir yemek tedariki en umursamaz evde bile potansiyel bir halde tutulur. Düşünürüm bazen; olduğundan daha iyi, güçlü, varlıklı, cafcaflı görünme arzusu ile geleni mutlu etme – gelenden mutlu olma mirasımızdır belki.. Peki ama şimdi, beklemediğimiz istemediğimiz kadar fazla misafir varken durumumuz nedir? Kendimiz yerimizden yurdumuzdan aşımızdan ekmeğimizden edilme telaşımız nicedir? Gönlümüz bulanıyor, dişimiz sıkılıyor patlamaya hazırız...

Türkiye'm itiraf et. İstenmeyen misafirlerin var! Halbuki böyle değildin eskiden kucağın gelene hep açıktı. Sabrın tükendi…

Tanık olduğum ilk göç 1980'li yıllardaydı. Bulgaristan'dan soydaşlarımız geldiler. Onurlu, utangaç güçlü çalışkan insanlardı, aynı dili konuşuyorduk. Minicik bir yardım yaptığım, çalıştığım şirkete temizlik işçisi olarak gelen Adviye ablayı hatırlıyorum, ertesi gün işe gelirken yol azığı olarak getirdiği peynirin yarısını getirmişti. "sen paylaştın, benim de bu kadar azığım var paylaşmak istiyorum" demişti. Bulgarca, Sırpça, Rusça konuşuyordu, tütün eksperiymş. Uzun yıllar temizlikçilik, satıcılık, tercümanlık ne bulursa yaptı. Aynı elbise ayakkabı ile yıllarca dolaştı. Benim ailemden önce başını sokacak bir dam aldı. Hala hayranlıkla anarım, gelenlerin kahir ekseriyeti böyleydi.

1990'lı yıllarda Sovyetler dağıldı kadın çoluk çocuk iş aş peşinde Türkiye'ye aktılar. Ah o yüksek ahlakımız(!) zibil ettik insanları. O kötü kadınlar cici (!) ahlakımızı yok ettiler. Güzeller, eğitimliler, saflar... Çürük çarık mal mı vermedik? Arka sokakta taciz- tecavüz mü etmedik? Az uyanık olan kadınların peşinde, evdeki hanımı çoluk çocuğu sele mi vermedik?!

İçimin titrediği, 'Allah Türkiye'yi Türk kadınlarını korusun, sosyal sefalet yüzünden yollara salınmaktan esirgesin!' diye dua ettiğimi çok hatırlarım. Etme bulma dünyası, kime edersen gün gelir seni bulur, Allah esirgesin. Hiç iyi sicili yok ortalama Türk erkeğinin, empati yeteneği-merhameti sıfır. Hep karşıdan gelen suçlu ve bana bir şey olmaz reçeteli!

O sıralarda Çin Rusya'ya gel sana bedava uçak seferleri yapayım, Benden al, ülkende sat dedi de ülkem erkeklerinin ahlakı kurtuldu. Lakin ticaret kurudu, yurdum çapkın esnafı aç bilaç ortalıkta kalakaldı. Bizim hanımlar da kocaları kurtuldu diye sevindirik oldu.

1988'i de hatırlıyorum. Saddam efendi Kimyasal silah kullanmış. Kaçışan gri şalvarlı puşulu bir insan seli Kayseri önlerine kadar yığın ile, oradan batıya doğru saçaklanarak aktı. Onlara tam olarak ne yaptık bilemedim şimdi, Gelen 75 bine yakın mültecinin ne kadarı Türkiye'de ne kadarı geri döndü..?

Emperyal abi taktı Ortadoğu'ya, Irak'tan başladı. Mütemadiyen süren bitmeyecek gibi görünen bir süreç başlattı, bölge ülkelerine yayılarak devam ediyor. Göç yolunun ucu gelip Küçük Asya'ya yani benim Anadolu'ma çıkıyor.

Türkiye'de 2013 için yayınlanan göç raporunda 9725 Irak'lıya çeşitli sebeplerle oturma izni verilmiş. Rakam 2016'da 55983'e çıkmış. Göstergeler bu günlerde göçün yığın halinde olmasa da durmaksızın arttığını gösteriyor. O bölgede kapıyı kapama, sınırlama şansı ortadan kalkmış durumda. Yakın gelecekte Irak içinde Kürt Türk savaşı kapıda. Yeni dalgayı nasıl durduracağız. Soydaşlarımızı nasıl karşılayacağız, yaralarına merhem olabilecek miyiz? Kara kara düşünüyorum. Sen de düşün Türkiye'm.

1988-2000 yılları arası Balkan krizi, 900.000 mülteci akmış Türkiye'ye. Onlara da yer açmışız. Nispi olarak bölgeye barış gelince geri dönmüşler. Hala içten içe ığıl ığıl bir kaynaşma var, Balkanlada. Ne zaman patlayacak diye ara ara oraya bakıyorum. Bosna savaşı döneminde gelip gidenlerin dilencisine, hırsızına, katiline denk gelmedik. Eğitimli idiler. Sıkıntı çektiler fakat yük olmaktan kısa sürede çıktılar. Kademeli olarak ta ülkelerine döndüler.

Libya'dan Kaddafi'yi tepelediler, Arap Baharında... Onlara acı, bize karakış şartları miras kaldı. Acıdan kaçanlardan kaçı geldi kaldı, ne kadarı geçti gitti? Haberimiz yok. Bir de inşaat ustalarımızın paraları kaldı oralarda... "Oh oh iyi! yeni inşaat yaparız iş çıkar. Yıkıntılardan" diyenlerin eski duvar işçiliği gündeliklerini de kaptırdılar.

2010'lardan beri niyetimizdeydi Emevi Camiinde namaz kılacaktık, erteleyip duruyorduk. Dedik ki 2013'te, gün kısa hadi hazırlanalım. Öyle mi duyduyduk yoksa uydurduk mu ne, Emperyal abi arkamızdaydı sanki, derinlerden ha aslanım diye sesler geliyordu kulağımıza... İpsiz çulsuz muhataplar bulduk oralarda. Muhatap kim, ne zaman satacak? belli değil. Güveniyoruz da sırtımızı dönemiyoruz!

Bir de hamilik rolü seçtik kendimize, Suriye milletine ayırt etmeksizin "gelin çocuklar bir haftaya Suriye düzlenecek zaten sınıra toplaşın" dedik. Ha bu gün ha yarın derken baktık ki bebek-becik sınır hattında zorda kalmış.Biraz içeri biraz içeri… derken 2013' resmi rakamlarına göre 44.449 kişi olan mevcut 2016 rakamlarına göre 2.834.441 kişiye fırlayarak ülkeye doluşuvermiş. Arada rakamsız sıvışanların ne olduğunu, nereye gittiğini, ne yaptığını bilmiyoruz.

Ülkenin toplam mülteci ağırlama, kontrol etme, sevk idare etme kapasitesi Türkiye geneline yayılmış 19 merkezde 6780 kişi. Türkiye'nin serbest dolaşabilirsin, okuyabilirsin, çalışabilirsin istediğin yerde oturabilirsin iznini verdiği, tüm ülkeleri kapsayan kişi sayısı 461.217 kişi. Bunların 48.738'i Suriye'li.

Geçici statüde mülteci olarak tutulması gereken, dünya örneklerinde kamplarda iaşe, ibate, eğitim, sağlık vs ihtiyaçlarını gidermesi gereken, 2.785.703 kişinin ve sayısını bilmediğimiz kayıtsız biçimde gezenlerin nerede nasıl olduğunu, hayatını nasıl idame ettirdiğini kontrol etmiyoruz. Kimi şehirlerde trajik ölçüde demografiyi değiştirdiler. Kimi şehirlerde gettolar kurdular. Kayıtlı olana biz bakıyoruz olmayanı vatandaşın sırtına sardık onlar bakıyor.

Biliyor musun Dünya ülkeleri 2016 göç raporuna göre 15100 kişiyi kabul edecek bir kota ayırmışlar. Gülme! bak yüz binde beş kişi alırız demişler. Kabul yapılan sayı 4120 kişi. Egemen Emperyal abi 8000 kişi alırım demiş sıfır kişiyi kabul etmiş. Eyy! Almanya var ya ey Almanya, tam tamına toplamda 745.155 müracaat almış (bizim dışımızda) bunların 433.910'una koruma sağlamış. Dünya köyünün üç yiğidinin ikincisi Merkel'miş meğer.

2013 yılında Türkiye 21 insan ticareti vakası tespit edilebilmiş. 2016 döneminde rakam 181 olmuş. Mağdurlarına "düzensiz göçmen" diyorlar. Düzensiz tespit edilenlerin Sayısını duyunca kulaklarına inan 174.466 kişi. Bunlar yakalananlar. Arkadaki sayıdan haberimiz yok. Hangi kapıdan girerler, nereden çıkarlar? Sınır bildiğin folofoş! kapı baca kontrolü ortadan kalkmış. Nasıl girer ve göze çarpmadan diğer kıyılara ulaşırlar diye masumane soruyorsun, cevap alabilene aşk olsun.

Düzensiz göçmenlerin 160 binden fazlası Suriye, Afganistan, Pakistan, Irak vatandaşı. Ölüm riskini göze alıp gavur(!) diyarlarına hamle etmeleri de başka bir yürek acısı. Önceleri sulara kapılıp gidenlere beraber ağladık, sonra da alıştık. Duyarlılığımız adım adım felce doğru gidiyor. Kirli ticaretin bu bölümünde faal olup yakalanan esnaf(!) sayısı da kayda değer. 2299 kişi bu faaliyet nedeniyle yargıya gönderilmiş. Gönderilmeyen, tespit edilemeyenler faaliyete devam ediyor.

Türkiye bedel ödüyor.

Sağlıkta; Suriye'den akan 2.834.441 kişinin yaşamsal ihtiyaçları karşılanmak zorunda. Bir yılda 20.956.267 kez doktor karşısına çıkmışlar, 918.694 hastane tedavisine ihtiyaç duymuşlar, 797.450 kez ameliyat olmuşlar. Düzensizliğin içinde 184.390 doğum yaparak populasyonlarını %6,5 artırmışlar.

Eğitime ihtiyaçları var ; Suriye'li nüfusun %53,32'si erkek, %46,68'i kadın. Çocuk nüfusu 1.352.342 kişi. Özel bakım gereken, tüm yetiştirme, eğitme, topluma kazandırma maliyeti Türkiye'nin omuzlarına yüklenen taşınamaz ağırlıkta yük. Mültecilerin eğitiminin seviyesini, sahipseler eğer meslek yapısını bilmiyoruz. Kadın nüfus istismara açık, Tevatür o ki ikinci üçüncü eş ticareti uygulaması var. Yurdum ailesinin kadınlarının bir kısmında bu kez Arap kuma telaşı var. Mülteci kadınların da sosyal yetersizlikleri nedeniyle ağır bir çözülecek sorunlar listesi var. Hangisinden başlanacağı muamma.

Milli Eğitim verilerimize göre sürekli ve geçici eğitim merkezlerinde okullaştırdığımız Suriyeli Mülteci sayısı 459.521 kişi. Kendi vatandaşlarının eğitim ortalaması henüz 7. Sınıf seviyesine getirebilen bir ülkede bu miktarda kişiye eğitim verme maliyeti hesap yapmaya değer. Üstelik eğitime Mültecilerin her yaş grubunda kadın ve erkeğin ihtiyacı var. eğitim imkanına kavuşanların tamamının çocuk olduğunu varsaysak bile ancak %34'ü bu imkandan yararlanmış oluyor. Görünen o ki Türkiye bu nüfustan kurtulamayacağını kabul etmiş. Vatandaşına istesen de istemesen de kabul edip katlanacaksın formatında diş gösteriyor. Suriyeli mültecileri İaşe ve ibatede, eğitimde, sağlıkta, iş kuranlar bazında iş dünyasında kendi vatandaşına göre pozitif(!) ayrıma tabii tutuyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının diş gıcırtısı uzaklardan duyulmaya başlandı.

Türkiye'yi ağır göç yükü altında bırakan kaynak ülkelere baktığımızda nüfusları katlanarak artıyor. 2007-2016 aralığındaki on yılda; Suriye istisnai olarak Türkiye'ye aktardığı nüfus sebebiyle 2007 yılı nüfusundan 862.002 kişi eksik. Irak nüfusunu %32.1 oranında 9.124.148 kişi artırmış. İran'ın nüfusu %11,6 oranında 8.322.287 artmış. Pakistan'ın nüfusu %20,6 oranıyla 33.058.834 artmış. Azerbaycan %11,2 artışı 1.105.088 kişi ile yakalamış. Türkiye'de ise nüfus artışı %13,6 ile 9.228.615 artmış. 

Sayılan ülkelerde istikrar sağlanmamış, ekonomik ve sosyal düzen kurulmamış ama nüfus katlanmış. Bölgesel huzurun sağlanmamış olması potansiyel sorunlarla birlikte göç dalgalarının beklenmesini ve pozisyon hesaplanmasını gerektiriyor.

Çevremizi kuşatan Ermenistan, Gürcistan'dan göç alıyoruz ancak komşularımız Yunanistan ve Bulgaristan ile birlikte nüfus negatif gelişme gösteriyor. Şükürler olsun mu desek!

Türkiye; kendi iç dinamikleri kadar dışarıdan gelen bu göç dalgası sebebiyle sürekli olarak hırpalanıp güçsüz düşüyor. Tarihsel, ahlaki, din ve milliyet birliği, insani nedenlerle göç alan Türkiye'nin kendini tepeden tırnağa gözden geçirme mecburiyeti var. Başlarındaki damı, üstünde uyuduğu mitil yatağı, tenceresinde kaynattığı çorbası elinden alınarak akın akın Türkiye'nin üzerine salınan bu ağır göç yükün taşınması sürdürülebilir değil.

Türkiye;

  • Soydaş, dindaş ve diğer insani sebeplerle göçmenleri Türkiye sınırları içine toplamaktan başka politikalar geliştirmeli mi?
  • Türkiye önceliği kendi sınırları içinde paydaşı olan vatandaşlarının refah, güvenlik, gelişmişlik özgürlük vs. sorunlarını çözümlemeden dış dünyadan süresi belirsiz büyük göç dalgalarını kabul etmeli mi?
  • Türkiye Kuzey küre ve Ortadoğu özelinde sebebi olmadığı şartlar sebebiyle ortaya çıkan hesabı ödemeli mi? Bunu kendi öz vatandaşına kabul dayatması haliyle ne kadar süreyle sürdürebilir?
  • Türkiye potansiyel suç, hastalık benzeri etkilerden Türk vatandaşlarını nasıl koruyacak?
  • Türkiye gelişmemiş iş dünyası içinde ancak asgari şartları kısmen sağlayarak sürdürdüğü çalışma hayatını, kontrolsüz çalışma şartlarına itilmesini engelleyebilecek mi?
  • Türkiye dil – gelenek birliği olmayan sosyal hayatı kendi toplumu ile uyumlu olmayan kesimleri nasıl entegre edecek? Çevresel bozulmayı nasıl telafi edecek?
  • Göçmenlerin insani haklarını ve yerleşik vatandaşlarının haklarını nasıl koruyacak?
  • Gelecekte mevcut göçün demografik değişim nedeniyle açılacak sorunlar nasıl engellenecek?
  • Türkiye içeriye karşı güçlüymüş gibi görünmeye çalışan, dışarıya karşı edilgen duruşunu nasıl düzeltecek?

Tüm bu soruları ve diğer sorunları konuşmak ve çözüm aramak bizi kötü yapmaz. Tersine içimizdeki ve dışarıdaki problemlerimizi doğru bir çözüm formatına sokar. Topraklarımıza sığınan insanlara karşı düşmanlık üretmiyoruz. Fakat kapasitemizin de bir sınırı var. Sokakta dizinde iki yavru uyutmuş, önündeki kartona açız yazmış kadınları gördükçe başımızı çeviriyoruz. İçimiz kendimiz için de acıyor. Paylaşacağımız şeylerin limitine geldik.

Sorunumuz olduğunu itiraf ederek konuşmaya başlamakta geç kaldık. Sen ne dersin Türkiye?


Nurşen Karakaş
05.11.2017