Bilinen fıkradır;
organlar kendilerine bir lider seçmeye karar vermişler.
Her biri diğer organlara kendisinin vücut için taşıdığı önemi anlatarak lider olmak için mücadele etmiş. Kalp kan dolaşımını anlatmış, akciğer oksijenin beden için önemini vesaire…

Döt de kendince bir değerlendirme yapmış ve lider olmak istediğini açıklamış ama diğer organlar büyük bir kibirle dötü ciddiye almamış, önemsememişler.

Nitekim çetin bir mücadele sonrası organlar beynin lider olmasına karar vermişler. Gerçi döt kabul etmemiş ama beyin ve diğer organlar dötü önemsememeye devam etmişler.

Var olduğundan beri diğer organların görevlerini ve değerlerini anlamayan ve onların kendisine karşı takındığı ve küçümseyen tavra kinlenen döt „Ben size gösteririm" diyerek kendini kasmış.

İlk olarak bağırsaklar hissetmiş rahatsızlığı, sonra yakınlarındaki diğer organlar. Karaciğer kanı temizleyemez hale gelmeye başlamış, mideye kramplar girmiş, böbrekler rahatsızlanmışlar vs…

Çaresiz beyine gitmişler, durumu izah etmişler ve „Seni boşuna mı lider seçtik, ne yapacaksan yap, şununla konuş, bizi kurtar." demişler.

Beyin de döte gitmiş ama ne dese ne anlatsa döt anlamamış, anlamazlıktan gelmiş, kendini kasmaya ısrarla devam etmiş. Beyin bakmış iş olacak gibi değil, vücud moka boğuluyor, beden ölüyor; çaresiz pes etmiş ve liderliği döte bırakmış…

O günden sonra lider olan döt ürettiği dışkı hariç başka bir şey ile ilgilenmemiş. Ne kalbe önem vermiş, ne akciğere, ne mideye... Ve böylece uyumsuz çalışmaya ve sadece döte biat etmeye alışan organlar zamanla teker teker iflas etmişler. En sonunda lider olduğundan beri doya doya istediği gibi mıçabilen döt de ölür ama kendinle beraber koskoca vücudu da öldürür.

Belki biraz çok kaba oldu ama günümüzde demokratik hukuk devletlerinin karşı karşıya olduğu popülizm ve sonucu olabilecek totaliter rejim tehlikesinin gelişmesini ve nelere yol açabileceğini çok canlı tarif eden bir benzetme bence.

***

Popülizm, 2. Cihan Harbi ile sahip olduğu yıkım gücü idrak edilen ve toplumda artık geniş kapsamda kabul görmeyen totaliter rejimlere sunulan bir alternatiftir. O dönem dünyayı felakete sürükleyen dikta rejimleri Avrupa'da teorik güçlerini Faşizmden ve Rusya'da Komünizmden alırken popülizmin kaynağı hitab ettiği toplumun her türlü korkusu, ön yargısı ve inancıdır.

Popülizm aslında yeni bir gelişme değil. Batı Avrupa'nın hürriyetçi, demokratik hukuk devletlerinde taa 1970'lerde, yani 2. Dünya Savaşının yaralarının kapanmaya başladığı yıllarda, başlayan ve artık ülkelerin siyaset kurumlarında kendi seslerini duyuran bu akım son 18-20 senedir bir çok başka ülkeye de sıçramayı ve hatta yönetimi ele geçirmeyi başardı. Mesela ABD'de bu durumu 4 sene önce görmüştük.

Dün akşamadan beri de dünyanın en köklü demokrasilerinden birine bile ne büyük hasarlar verdiğine hep beraber şahit oluyoruz.

Halkının %70'i son seçimlerİ protesto ederek katılmayan, yani seçmenin sadece %30'unun katıldığı bir seçimle iktidar olan Venezuela'nın Maduro'su bile „ABD'de yaşanan gelişmeleri üzülerek izlediklerini ve ABD'de demokrasi açısından endişeli olduklarını" bildirmiş. 

***

Toplumun kendi kendini yönetmek için yarattığı kurumsal yapıya devlet denir. Devlet adamı diye bilinen kişi gücünü devlete, yani dolaysıyla millete, topluma hizmet etmek için harcayan kişidir. Gayesi, hedefi devletin çıkarlarını üstün tutmak ve devleti kuran milletin maddi ve manevi refahını sağlamak ve çoğaltmaktır. 

Oysa popülistin hedefi kendi menfaat ve çıkarını her şeyden üstün tutar. Kendi hedeflerine ulaşmak için millete, yani egemene doğru olanı değil, milletin duymak istediğini anlatır. Bunu yaparken de bilerek yalan söylemekten bile çekinmez. Milletin geleceği için iyi olanı icraatler de bulunmaz, milletin o an görmek istediklerini yapar.

Devlet adamı temsil ettiği kurumları, o kurumların varlığını garantileyen değerleri, gelecek nesilleri düşünürken, popülist ne kurum tanır, ne değer. Tek düşündüğü gelecek seçimler ve o seçimlerde kendi gücünün artmasıdır.

Devlet adamı kendinin fani olduğunun idrakindedir ve devletin ilelebed yaşayacağına inanır. Oysa popülist belli bir güce ulaştıktan sonra kendini devlet ile özleştirir. Şahsına karşı her türlü muhalefeti devlete ihanet ile bir tutar.

Ve bütün bunları yaparken bir milletin hür ve bağımsız var olması için şart olan devlete ve devletin kurumlarına verdiği tahribatı önemsemez. Kendi taraftarlarının ve kendine muhalif olanların arasında açtığı uçurumu umursamaz, hatta saltanatını bir süre daha sürdürmek için gözünü kırpmadan bu uçurumu daha da derinleştirir.

Dün Washington'dan ekranlara ulaşan görüntüler ABD'de bu uçurumun ne kadar derin olduğunun göstergesidir.

Çok eski ve köklü demokrasi ve hukuk devleti geleneği olan ABD'de dünkü olayların kısa vadede pek bir etkisi olacağına inanmıyorum. Yani olanlar ne Biden'in başkan olarak görevine başlamasını engelleyeceklerdir, ne de Trump'ın Beyaz Saray'da kalmasını sağlar.

Bence dünkü olayların ABD'de devlet geleneğine zarar vermekten ziyade en az 4 senedir verilen zararın göstergesi olduğu kanaatindeyim. Bu hususta özellikle Cumhuriyetçilerin gelecek için çizeceği yol büyük önem taşımakta. İç politikada siyasi çıkar uğruna Trump'ın açtığı uçurumu büyütecekler mi, yoksa demokrasi ve hukuk devletinin uzun vadede devam edebilmesi için devletin eski değerlerine geri mi dönecekler?

Uzattığı eli reddeden bir muhalefet ile Trump'ın verdiği zararı Biden'in tek başına kapatabilecek kadar güçlü olduğuna inanmıyorum.

***

Dünki olaylar bir başka soruya daha yol açıyor: Trump Kasım seçimini kaybetmeseydi, yani ikinci sefer seçilseydi 4 sene sonra ABD'nin hali ne olurdu?

Mesela bir referandum düzenleyerek aynı kişinin sadece iki kere ABD başkanını seçilmesi engelini kaldırır mıydı?

ABD başkanlık sistemi ile yönetilmesine rağmen bir çok kıta Avrupa ülkesinden çok daha keskin kuvvetler ayrımına sahip. Acaba aynı referandumda veya daha sonra yenisi ile bu ayrımı kadırır ve gücün kendinde odaklanmasını sağlar mıydı?

Gücünü iyice pekiştirdikten ve devletin kurumlarını kendi menfaatince şekillendirdikten sonra KHK ile sadece Anayasa Mahkemesi hakimlerini değil eyaletlere varana kadar tüm üst mahkemelere hakim atamasını kendine bağlar mıydı?

Sonra da mesela kendi seçtiği hakimlerle eyalet kanunlarını değiştirir eyalet başkanlarının halkın seçmesini değil kendi tarafından atanmasını sağlar mıydı? 

Biraz düşünmeye başlayınca insanın aklına neler geliyor… Belediye başkanlarını görevden alıp kayyum atamalar… Ha evet, mesela Yales, Princton veya Harvard gibi gözde üniversitelere bile kayyum ile rektör atar mıydı?

Elbette bu saydıklarımın hepsi spekülasyon. Velhasıl Trump Kasım seçimlerini kaybetti ve görevde olduğu 4 yıl ABD devlet geleneğini bu kadar büyük çapta değiştirmeye yetmedi.

Ama bence dünki olaylar popülist zihniyetinde, kendi menfaati hariç hiç bir değer ve kutsal tanımayan birinin iktidara gelmesinin ve iktidarda kalmasının devlet ve millet için ne kadar büyük felaketlere yol açabileceğini bariz şekilde gösterdi.

Daha da kalsaydı nelere yol açabileceğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok.

Velhasıl demokrasi ister 300 yıllık olsun, ister daha yeni… Popülizm her demokratik hukuk devleti için en büyük tehlikelerdendir. Önüne geçilmezse, devleti çökertir.

Adeta kontrolü döte kaptıran vücudun ilk önce moka batıp sonra ölmesi gibi.