NATO'nun 70.yılı nedeniyle dün Londra'da gerçekleştirilen etkinlikler düzenlendi. Bu vesileyle küresel ölçekte dış politika üzerine düşüncelerimi paylaşmak istedim.

1990'lı yıllardan beri uluslararası politika ve reelpolitik üzerine düşünen, okuyan, araştıran bir şahısım.

Doğduğum zaman ABD - Sovyetler üzerine kurulmuş çift kutuplu bir dünya siyaseti ve bu siyasete göre dizayn edilmiş bir ekonomik yapı vardı.

1989'da soğuk savaşın bitmesini ve bilahare 1991'de Sovyetler birliğinin çöküşüne müteakip ABD'nin tek küresel süper güç olarak dünyayı siyaseten ve iktisaden hegemonyasına almaya çalışmasına şahit oldum.

ABD, tek kutuplu bu yeni dünya düzeninde "new world order" Bill Clinton'la başlayan bir liberal global hegemonya tesis etme hayallerine ve bence illüzyonuna düştü.

Fukayama'ya yazdırılan "Tarihin Sonu" bu amerikan liberal hegemonyasını kutsayan ve insanlığın mutlak geleceğini bu hegemonya da görenlerin el kitabı gibi olmuştu.

1990'lı yıllarda bu amerikan kaynaklı "global liberal hegemonya" o kadar baskın bir ideoloji haline dönmüştü ki bütün siyasetimiz, basınımız ve hatta üniversitelerimiz bu hezeyanların savunucusu durumuna düşmüşlerdi. "Pax Americana" Amerikan barışı lafı herkesin dilindeydi...

Fakat ben, tarih, ekonomi, sosyoloji okumuş, genç bir üniversite öğrencisi olarak bütün bu okumalarımdan şunları öğrenmiştim:

1) İnsan sosyal bir varlıktır.
2) Her insan bir topluma doğar ve içinde yaşadığı toplumun üyesidir.
3) Toplumların en organize biçimleri milletlerdir.
4) Milletler kendilerini yönetmek isterler.
5) Milletleri ikna ve teşvik edebilirsin ama zorlarsan direnirler.
6) Sosyal bir varlık olan insan, üyesi olduğu milleti diğerlerinin üstünde tutar ve bundan dolayı yeryüzündeki en güçlü siyasi fikir milliyetçiliktir.
7) Ve bundan dolayı, globalizim denilen aslında Amerikan liberal hegemonyasının, toplum mühendisliği yapmak suretiyle dünyaya ulus-devletleri yıkma gayretlerinin büyük bir saçmalık olduğunu düşünmüştüm (ve sanki haklı çıktım).

Ulus-Devletlerin aşırı zayıflayacağı, sınırların belirsizleşeceği ve Amerika önderliğinde "nurlu ufuklara" doğru el ele gideceğimiz hayali, reepolitik duvarına toslayarak yok oldu.

Bu süreç 2001'de Çin'in Dünya Ticaret Örgütüne (WTO) alınması ve Amerika'nın Çin'i entegre edeceğim derken bir ekonomik canavarı yaratmasıyla başladı.

Asya-Pasifik her geçen gün stratejik ve ekonomik olarak Çin'in yükselişiyle birlikte önem kazanmaya başladı.

2009 yılında ABD dışişleri bakanı Hillary Clinton bu konuyu gündeme getirdi ve ABD dışpolitikasının merkez noktasının (the pivot) uzak doğu asya olduğunu ima eden bir konuşma yaptı. 2011'de Foreign Policy dergisinde bir makale yazdı ve artık Uzak Doğu Asya yerine, Güney Çin Denizi yani Çin'in artık ABD'nin dış politikasının merkezinde yer aldığını ilan etti.

Obama yönetimi, Çin'in yükselişini görmüş ama orta doğuda Arap baharlarıyla ve Kuzey Kafkasya'da NATO genişlemesiyle Rusları kızdırmakla meşguldüler. Rusları ve İran'ı ve hatta Türkiye'yi kızdırarak Çin'in bölgede etkisini artırmasına imkan sağlandı.

Bu şartlar altında 2016'da Trump iktidara geldi. ABD dış politikasını hayaller üzerine değil veri dünya koşulları üzerine oturtmayı politik olarak hedefledi.

1) ABD artık tek kutuplu bir dünyada değildir. Bir süper güç ABD, bir potansiyel rakip güç ÇİN ve bir zayıf olsa da hala etkili güç Rusya'dan oluşan multipolaire (çok kutuplu) bir dünya güç dengesi vardır.

2) Çin'in büyümeye devam etmesi halinde çatışma kaçınılmazdır. O halde Çin'i çevreleme politikası geliştirmelidir. Bu manada artık stratejik olarak en önemli ülkeler: Hindistan, Güney Kore, Tayvan, Japonya, Singapur gibi ülkelerdir... (Jeopolitik eksen değişmiştir)

3) NATO, Avrupa'yı Sovyet tehdidinden korumak için oluşturulmuş bir yapıdır. NATO genişlemesi aptallığına devam ederek, Çin'i çevreleme stratejisinde kazanılması gereken müttefik Rusya'yı kızdırmanın anlamı yoktur.NATO bir şekilde ABD'nin sırtından yük olmaktan çıkarılmak durumundadır.

4) ABD için stratejik olarak en önemli bölge Güney Çin Denizidir. İkinci en önemli yer ise Çin'in enerjisinin %25'ini karşıladığı Basra Körfezidir. Bu oyunda Avrupa'nın ve dolayısıyla NATO'nun bir önemi yoktur. Bu önemsizliğinden dolayı ben 2020 seçimleri sonrası Trump tekrar seçilirse Avrupada'ki Amerikan kuvvetlerinin büyük oranda Asya-Pasifiğe kaydırılacağını ve bir kısmının da terhis edileceğini iddia ediyorum.

Macron'un "NATO'nun beyin ölümü gerçekleşmiştir" cümlesini işte bu sebeblerden dolayı Macron'un değil Pentagon'un cümlesi olarak okumak gerekir.

Alman ve diğer Polonya, Baltık ülkelerinin bu cümleye tepkilerini de ve bizim de Almanya gibi bu cümleye şiddetle tepki göstermemiz gerektiği konusunu başka bir bahse şimdilik bırakalım.

Süper güçlerin jeostratejilerini değiştirmesini, tektonik hareketler olarak anlamak gerekir. Dün verimli olan topraklar çölleşir, verimsiz topraklar ekonomik anlamda bereketli vahalara döner. Uluslararası ticaret, uluslararası politikanın nihayetinde bir izdüşümüdür.

Türkiye bu Büyük Strateji (Grand Strategy) değişiminin neresinde, nasıl bir politika izlememiz gerekir konuları önümüzdeki 50 yılda halkımızın refah ve huzurunu doğrudan belirleyecek meselelerdir. Soğuk savaşın bittiği 90'lar sonrasını anlamadık ve çok acılar çektik, bir çok fırsatı ise heba ettik. Şimdi de üzücü bir biçimde aynı hataları tekrarlamak üzereyiz....

Halil Ibrahim Bayrakçı