Darbe denen şey bir bilgisayar oyunu mudur

Milli Savunma Bakanlığı'nın yayınladığı bildirgeden çıksa çıksa, darbe dedikodusu yayılarak muhalefetin yapacağı her türlü eylem ve düşünce bazındaki çalışmaları ve kullanacağı ifadelerinde; "Darbe söylemi" ithamları ile karşılaşma çekincesine binaen muhalefet üzerinde tedirginlik yaratılarak sindirme düşüncesinin olduğunu çıkarabiliriz. Bu ne demek; mesela muhalefetten birisi "Erken yatıp erken kalkmak lazım" diyecek olsa, cumhur ittifakının; "Erken yatmak da ne demek; burada darbe iması var" tehdidine benzer oluşturulan bilinçli bir konjonktür hep canlı tutulmak isteniyor. Bir anlamda muhalefetin de her türlü söz ve eylemleri kontrol altında tutulmak isteniyor. Sivil toplum örgütlerinin hak arama düşüncelerinden vaz geçmeleri, cumhur ittifakına itaat etmeleri bekleniyor. Suni, kurgulanmış olağanüstü şartların dedikodusu yaratılıp Türk milleti için güvenlik endişesi öne çıkarılarak işsizlik, açlık, her türlü yolsuzluk ve yoksulluk görünmez kılınmak isteniyor. Böyle vesvese olur mu yahu. Korkmayın; olsa bile Türk milliyetçileri ve solcular hapislere atılırlar size gene bir şey olmaz. Bir başka sağ versiyon olarak iktidarınıza devam edersiniz. 15 Temmuz ihanetinden siyasi olarak kimler kazançlı çıktı; solcular mı, Türk milliyetçileri mi yoksa siz mi. Kozmik odayı teslim etmiş bir ruh yapısından, günlük ekmek parasını zar zor bulan bir gazetecinin sözlerinden ve miladı dolmuş "Kökten jakoben" eski bir siyasetçiden darbe yapabilecek organizasyon ağı ve aklı çıkmaz. Muktedirlerin niyetlerine aparat amaçlı seçilmiş üç "Kahraman"ın sözlerinden çıksa çıksa C.Yılmaz'a komedi konusu çıkar, başka da bir şey çıkmaz. Ama varsa daha ciddi emare veya tespitler, onun da hesabını milletin şahitliğinde muhataplarına sorun ve gereğini yapın. Gene bu evhamlarınıza neden olanlara karşı savcılık görevini üstlenin ama bizleri tedirgin hatta tehdit etmeyin. Böyle bir salgın sürecinde millet evinde adeta zorunlu hapisken huzurumuzu saçma sapan evhamlarınız ile bozmaya ne hakkınız var. Tavşan uykusu tedirginliği ile devleti yönetme aczi yetiniz daha ne kadar devam edecek.

Vallahi fetö ayan, beyan; açık ve net olarak Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde ne yapmak istedikleri göstere göstere geldiler. Ama siz oralı bile olmayıp, alçakça ithamların savcısı olmayı yeğlediniz. Çünkü onlar sizi varmak istediğiniz yere taşıyorlardı da ondan. Darbeler hep sağ iktidarlar dönemlerinde kuluçkaya yatmışlar ve oradan doğup kundağa belenmişler dir. Dolaysıyla, siz sebep olmayın yeter.

Protesto hakkı ve rektör atama

"Katil polis" denilen her yerde hak arama ve hesap sorma meşruiyetini kaybeder. O an meşru olan her niyet, oraya sızmış hain ve puştların niyetlerine hizmete dönüşür. Daha ne olur; iktidarın terbiye sopası olarak üzerimizde sürekli gezintisini hissederiz. Meşru hak arama ve sorgulamalarımızda yanımızda kimlerin olduğuna dikkat etmek zorundayız. Bu anlamda "Gezi Parkı eylemleri" 1980 öncesini de bilen birisi olarak diyebilirim ki; şahit olduğum, bilinç düzeyi oldukça yüksek bir gençlik organizasyonuydu. Sosyalist gençlerin etrafında güvenlik şeridi oluşturduğu halka içinde cuma namazı kılan milliyetçi, İslamcı gençler... Görüş farkı olmaksızın, tüm çevreyi el birliği ile çerden çöpten temizleme olgunluğu... Güvenlik görevlilerine baklava dağıtan türbanlı kızlar. Ama gelin görün ki; bu güzelliğin içine uzanan üç beş terörist ve emperyalist puştun elleri tüm güzelliği yerle yeksan edince, devamındaki süreç iktidarın işine geldiği gibi muhalefeti sindirmeye yönelik enstrümana dönüştürüldü. Dolaysıyla tüm gençlerimize seslenmek isterim ki; hak arayışlarınızı kirli emellerine alet etmek isteyenlere fırsat vermemek ve de iktidar tarafından da hiç bir şekilde "Hak aramama" şeklinde yaptırıma dönüşebilecek eylemlerinizde hain sızmalara fırsat vermeyiniz.

Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve akademisyenlerin malum rektörün atanmasına ilişkin, demokrasilerde son derece hak ve hukuka uygun olan protesto eylemlerini, terör ve teröristlikle ilişkili ve iltisaklı görme çabasında; "Gezi eylemleri" sürecinde devreye sokulan o meşhur iki konulu "Kabataş Yalanları" senaryolarındaki benzerliği görüyorum sanki. Neydi o yalanlar; "Kucağında bebeği olan başörtülü genç bir anne, İstanbul'un Kabataş semtinde caddeden karşı karşıya geçerken, üstleri çıplak, altları deri pantolonlu yetmiş erkek darp ederek yelerde tekmelemişler, yetmeyip üzerine işemişler"di. Diğer yalan neydi; yine aynı semtte "Sahildeki camiye ayakkabıları ile giren geziciler içki içip, her tarafı kırıp dökerek ortalığı berbat etmişler"di. Caminin imamı bu yalanı doğrulamadığı için görevinden alındı "Ben din adamıyım, böyle bir yalanı kabul etmiyorum" diyerek istifa etmiş veya emekli olmuştu. Bu meşhur iki konulu "Kabataş Yalanı"nı doğrulayan hiç bir delil bulunmadığı hatta senaryonun sahiplerinin bile itirafları ile yalanın doğruluğu millet vicdanında genel kabul görmüştür. AKP'nin süregelen bir alışkanlığı var. Kendisine karşı hak arama ve sorgulamaya matuf son derece demokratik toplumsal gösterileri bastırmak veya engellemek için Türk milletinin dini, milli ve ahlaki reflekslerini dikkate alarak bu hassasiyetleri yazdığı senaryolar içinde kullanıp toplumu sessizlik ve tepkisizliğe mahkum etmek için demokratik toplumsal eylem yapmayı düşünenlere karşı silaha dönüştürüp kullanıyor. Müdahalelere meşruiyet kazandırmak için "Bunlar öğrenci değil terörist" diyebiliyorlar. Olacak iş mi. Ceza hukukçusu Prof. Dr. Ersan Şen hoca diyor ki; "Adaletin vereceği kararı iç işleri bakanlığı veriyor ve öğrencileri terörist ilan edebiliyor. Terörist olduklarını ancak yargılanmaları ile öğrenebiliriz. Bu çocuklar ne zaman mahkeme edilip de terörist oldukları anlaşıldı" diyor. Velev ki yorumlarım yanlış ama insan yaşamında tecrübe denen de bir gerçek var. 18 yıllık tecrübenin kaleme döktürdüğü düşünceler dir benim bu düşüncelerim. 

ABD Kongre salonunun işgali 

ABD kongre salonunu işgal edenler "Burası bizim evimiz" diye bağırıyorlar. Yani ABD'nin kendilerine ait olduğunu düşünerek, iktidarı devretmek gibi bir ihtimale hiç hazırlıklı olmamışlar. O kadar konsolide olmuşlar, muktedirliklerini o kadar içselleştirmişler ki; bir defa olsun kaybedebileceklerini akıllarına getirmemişler. Dün ABD'de olup bitenler, aslında bu psikolojinin dışa vurumu ile yaşanan rezilliktir. Bizimkiler daha makul bir yolu seçmişlerdi "Hiç bir şey olmamış olsa bile bir şeyler olmuştur" demişlerdi. Sonra seçimin tekrarında sandığa gömülünce "O bir şeyler"in sandığın dibi olduğunu hep beraber öğrenmiş olduk.

Velev ki; Atatürk ile karşılaştık ve...

Zaman zaman düşünürüm. Velev ki; kurucu Başbuğ rahmetli Mustafa Kemal Atatürk ile karşılaşacak olsam bana ne der, nasıl bir fırça atardı diye.

Herhalde. "Benim aptal evlatlarım, size hangi ara ne oldu da; benden yüz sene sonra dahi benim çağdaşım seviyesinde bile olamayacak; bilgi, birikim, cesaret ve karizma yoksunu "Yönetici"leri başınıza getirme basiretsizliğini gösterebildiniz. Hadi diyelim elem kulem yapıp size çakma lideri yutturdular, tezgaha geldiniz, kandırıldınız, gaflet ve dalalete düştünüz; bire aptal evlatlarım "Seçtiğinizin" yanına koyup kıyas yapacak bir fotoğrafımı da mı bulamadınız. Belli ki bulamamışsınız. Üzerimdeki elbisenin duruşu, bakışlarım, sigarayı tutuşum bile size yanlışınızı fark ettirebilirdi. Çünkü benim her hal ve davranışımda Türk'ün asaletine yakışacak özen vardır.Ah evladım ah bırakın bilgi, birikim ve karizmayı; bedenlerine uygun elbiseyi bile almayı beceremeyenleri baş tacı ettiniz, ben sizin için artık ne yapabilirim ki. 

Mehmet Soral

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.