BİRAZ TEBESSÜM İYİ GELİR

(DANIŞMANLAR CENNETİ)

Sürekli ciddi yazıyoruz ciddi okuyoruz. Ülkenin gündemi fevkalade değişken ve yorucu. Herkes bir kafada. Kimse kimseyi beğenmiyor.

En güzeli iki fıkra ile gülmeyi unutan yüzlere belki tebessüm olur. Deneyelim.

"Efendim, fıkramıza göre, İnsan kaynakları müdürü mevta olmuş. Öbür dünyada sorgu sual sonrasında cennete gidecekler listesine bakılmış, hazretin adı yok.

Cehenneme gidecekler listesine bakmışlar, onda da yok. 'Nasıl olur?' demiş bizim müdür, 'Bu nasıl bir kayıt düzenidir? Sağ iken benim tuttuğum sicil dosyaları bile sizinkinden daha düzenliydi' .

Melekler özür dilemişler ve 'Bu, sık rastlanan bir durum değil. O nedenle nereye gideceğinizi siz seçin' demişler. Bizimki 'Cenneti isterim, ama cehennemi de bir göreyim' demiş. Derhal 7 kat yerin altına inilip cehennemin kapısı açılmış. Bakmış ki, ırmaklar, çayırlar, huriler... Her şey harika. Üstelik tanıdığı bütün insan kaynakları müdürleri de orada.

'Burası çok güzel, ama bir de cenneti görseydim' demiş. Derhal cennete çıkılmış. Bizimki bakmışki, cennet de cehennem gibi. Tek farkı, cehennemde ırmaklar var, cennette ise deniz. Ama arkadaşları da cehennemde.

'Ben seçimimi yaptım' demiş insan kaynakları müdürü 'Cehennemi istiyorum'. Cehenneme inilmiş, kapı açılıp bizimki içeri itilmiş. Fakat o ne? Manzara iğrenç. Müthiş bir sıcak, ne çayır, ne huri var. İşkencenin bini bir para. 'Hey' demiş meleklere bizimki, 'İlk gösterdiğinizde böyle değildi'. Melekler kıs kıs gülüp cevap vermişler 'İlki mülakattı. Şimdi işe alındın."

...

"Rivayet odur ki, sabık Arthur Andersen'in keçi sakallı danışmanlarından biri bir proje için İzmir'e giderken Karacabey civarında sürüsünü otlatan bir çobana denk gelmiş. Bakmış hava güzel, ee vakit de müsait, biraz çobanla dalga geçmek istemiş canı.

Yanaşmış sürüye, çobanla hoş beşten sonra 'Ağa' demiş, 'Senin süründe kaç koyun olduğunu bilirsem bana bir kuzu verir misin?'

Çoban düşünmüş, içinden 'Ulan adam Allah'ın şehirlisi. Koyundan kuzudan ne anlar. Saymaya kalksa yarım saatini alır' demiş ve cevap vermiş: 'Tamam bey, dediğin gibi olsun. Koyunlara bakıp saymayacan ama…'. Danışman laptopunu çıkarmış, VIN'ını takmış, uyduya bağlanıp sürünün fotoğrafını çekip saymış ve '357 tane koyun-kuzu var bu sürüde' demiş.

Çoban şaşkın, kafası karışmış nasıl oldu bu iş diye. Ama çare yok. 'Tamam bey, dilediğin kuzuyu al' demiş. Danışman kuzuyu alıp bagaja koymuş. Tam ayrılacakken bu kez çoban teklifte bulunmuş. 'Bey' demiş. 'Senin mesleğini bilirsem kuzumu geri verir misin?'. Danışman, kendinden emin 'Tabii. Ama bilemezsen bir kuzunu daha alırım'. Anlaşmışlar. Çoban demiş ki, 'Bey, sen danışmansın'. Danışman şokta. 'Nereden anladın danışman olduğumu' diye çıkışınca çoban sakin sakin yanıtlamış: 'Danışmansın çünkü, çağırılmadan geldin. Bana, benim bildiğim bir bilgi getirdin. Sürümde 357 koyunum olduğunu zaten biliyordum. Ayrıca, verdiğin bu bilgi hiçbir işime yaramadı. Hadi bunlar neyse de, senin bir halttan anladığın falan da yok'. Danışman çok bozulmuş. 'Bunu da nereden çıkardın?' diye gürlemiş. Çoban yine sükunetini yitirmeden yanıt vermiş: 'Bu kadar koyun-kuzu dururken köpeğimi alıp bagaja koydun. Bari köpeğimi geri ver'…"

Doğan Ay