Türkiye'nin bu noktadan itibaren ideal hamlesi bu olmalıydı ama bu hamleyi geçersiz kılan başka bir siyasi açmazla karşı karşıyayız.

Yazılarımı uzun zamandır takip edenler bilir, Suriye'deki YPG/PKK üzerinden bir Kürt "devleti" inşasının Türkiye'nin siyasi bütünlüğünü yok etmekle eş değer bir kabus senaryosu olduğunu sürekli vurguladım.

Erdoğan'ın en önemli 3 Kurmayı (Akar, Fidan, Kalın) Washington'da temaslarda bulunurken, Pentagon'un YPG/PKK'yı silahlandırma kararını önce Başkan Trump'a imzalatması ardından bizzat Pentagon ağzıyla "dağıtılan silahların" toplanmayacağı açıklaması, beyanatın esası açısından bizi şaşırtmadı ama üslup fevkalade başka tehlikeli sinyallerin göstergesidir.

Bu açıklamaları bizi şaşırtmadı diyoruz. Zira Cemal Acar'ın kılavuzluğunda şu anda ABD savunma bakanı olan 5 yıldızlı general Matisse ve Trump'ın başdanışmanı Petraus'un ABD askeri kalkışmalara dış müdahaleler doktrini olan COIN'i analiz etmiş durumdayız.

Trump bu konularda yetkiyi tamamen ve tamamen Matisse ve ekibine devretmiş durumdadır. Bu ekipte 200 küsür sayfalık COIN doktrininde ne yazmışlarsa onu uyguluyorlar.

Bu doktirinin kabaca iki saç ayağı var:

1) ABD askeri personelini alanda kullanmadan, yerel güçlerin kendi özsavunmalarını yapmalarının gerekliliği

2) ve en önemlisi müdahale öncesinde, askeri başarı sonrası siyasi yapını planlanması. Veya bir başka deyişle siyasi yapıyı tanımlamadan, askeri müdahalede bulunulmaması.

Bu doktrin sahiplerinin YPG/PKK'yı ağır silahlarla donatma kararı COIN doktrini gereği (ve bizim 2-3 sene öncesi tehlikeyi önceden görüp seslendirdiğimiz gibi) Suriye'de yerel güç ve askeri başarı sonrası siyasi kurum olarak YPG/PKK'yı görmektedirler.

Bu denklemi bozmak için AKP yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti bürokrasisi hiçbir şey yapamamıştır. Barzani'yle güneydoğu ve doğudaki Kürt aşireti oylarının AKP'ye atılmasını konuşmak yerine bu konular işlenmeliydi.

Matisse ve ekibine, somut ayakları yere basan, uygulabilir, alternatif bir planla gidilip Suriye konusunda nihai kararlarını değiştirmeleri sağlanmalıydı. ABD'deki temaslarını sürdüren mevcut ekip bu görüşmeleri yapacak hem selahiyetten hem nitelikten maalesef çok uzaklar. Artı bakış açılarının "oyunun" ne olduğunu anlamaya müsait olduğunu da hiç sanmıyorum.

Oyun nedir? ABD askeri liderliği, periferik müdahalelerde en verimli, kalıcı ve ucuz stratejiler peşinde, Körfez krizlerinde belli çevrelerin yaptığı "savurganlığı" derleyip toplamak ve şu anda problemli alan olarak gördükleri Ortadoğu bölgesinde belli bir stabilizasyon sağlayıp asıl stratejik olarak önemsedikleri Uzak doğu asya'ya konsantre olma peşindeler.

Peki bu saatten sonra ne yapabiliriz? Değerli büyüğüm Mehmet Ogutcu, diplomasiden getirdiği serinkanlılıkla bugünkü yazısında meseleyi tahlil etmiş şu öneride bulunmuş: Meseleyi Türkiye'nin "beka" sorunu olarak görüp Erdoğan başkanlığında muhalefeti bütünüyle kucaklayan bir milli koalisyonun harekete geçirilmesi gerektiğinden" bahsetmiş.

Türkiye'nin bu noktadan itibaren ideal hamlesi bu olmalıydı ama bu hamleyi geçersiz kılan başka bir siyasi açmazla karşı karşıyayız. Batı bloğunda "beka" sorunumuzu destekleyecek ve iç kamuoylarında tıpkı istiklal harbinde olduğu gibi bizim avukatlığımızı yapacak, destekçi bulamama siyasi açmazı...

Erdoğan yönetiminin siyasi despotluğu ve otoriterliğe meyli maalesef batı dünyasındaki dostlarımızın manevra alanlarını çok daraltmış vaziyettedir. Türkiye'nin ekonomik anlamda potansiyelini yitirmesi açıkça bizi "itirazları ihmal edilebilir" ülkeler pozisyonuna soktu. Kimlerdir ihmal edilebilir ülkeler? Kuzey Kore, İran, Afganistan, Sudan vb..

Avrasya cephesindeki Çin ve Rusya gibi ülkelerinde dahil olduğu Türkiye karşıtı bir cepheden söz ediyoruz. Egemenliğimizi açıkça tehdit eden, PKK'ya siyasi statü tanıma konusunda hepsi hem fikir ve entente kurulmuş vaziyetteler.

Dolayısıyla Mehmet Ogutcu üstadımızın yerinde önerisinin şu aşamada bir momentum yaratma ihtimali yok gibidir.

Beka sorunumuzun tek bir çözümü vardır: Mevcut yönetim kadro ve anlayışının tasfiye edilerek, yerlerine bilim ve aklı almış yeni kadroların "demokrasi" marifetiyle getirilmesidir.

Bugünkü iktidar ve muhafazakar kesimin hiç beğenmediği, İnönü ve ekibi 1948'de Türkiye'nin beka sorununu görerek kendilerini tasfiye edeceklerini bildikleri demokrasi hamlesini yapmayı becerebilmişlerdi. Türkiye Cumhuriyeti bu hamle sayesinde Sovyet tehdidi ve soğuk savaşın fırtınalarını en az hasarla atlattı. Şimdi "Yeni bir oyun" ve başka köklü tehditler var fakat mücadele aracımız gene aynı daha fazla demokrasi. Hem de en acil bir şekilde...

Halil Ibrahim Bayrakçı