Mustafa Fehmi…

1902 yılında Girit'ten İzmir'e göçmek zorunda kalan, İzmir'de 5 ay kaldıktan sonra önce Adana'ya sonra da Kozan'a göç eden rençber Hüseyin bey ve Zeynep hanımın dördüncü çocukları olarak 15 Kasım 1906 da dünyaya geldi.

1912 yılına kadar Kozan'da yaşayan aile İzmir'e tekrar döndükten kısa bir süre sonra akrabalarının yaşadığı Aydın'a göç etti ve Mustafa Fehmi ilk eğitimini Aydın'da aldı.

1919 yılında Yunan işgali başlayınca Aydın'dan Antalya'ya göç etmek zorunda kaldılar ve babası Antalya'da vefat etti. Henüz 13 yaşındaydı, hayatı şehir şehir dolaşmakla geçmişti. Şimdi de en sevdiği insanı, babasını kaybetmişti.

Yaşadığı tüm zorluklara rağmen pes etmeyen Mustafa Fehmi, Antalya'da öğretmen okulunda okumaya başladı fakat 3. sınıftayken okulun kapanmasından sonra tekrar İzmir'e dönmek zorunda kaldı. Bu hayatındaki 5. kez mecburi göçtü.

İzmir'de eğitimini tamamladıktan sonra Bursa Muallim Mektebi'ne girdi ve 1926 yılında öğretmen olarak mezun oldu. Tarih derslerini çok sevdiği için, Türk tarihinin büyük hükümdarlarından olan Kubilay Han'dan esinlenerek ismine Kubilayı ekledi. Artık o Mustafa Fehmi Kubilay'dı. Gelecekte kendisi de Kubilay han gibi tarihe Kubilay olarak geçecekti.

Öğretmen olduktan sonra 1 Eylül 1926 da Aydın'ın Sultanhisar mektebine atandı iki ay sonra da Gazipaşa Mektebi'ne… Burada tanıştığı öğretmen arkadaşı Fatma Vedide hanımla 1928 yılında evlendi. Sarayiçi mahallesinde küçük bir eve yerleştiler. 1 yıl sonra ilk çocukları Vedat 10 Mayıs 1929'da dünyaya geldi.

1 Ekim 1929 da Gazipaşa Mektebi'nden İzmir Gaziemir'e atandı. Eşi Vedide Hanım ise Ayvalık'a… Gaziemir'de vatani görevine başlayan Kubilay, acemilik dönemini burada tamamladıktan sonra İstanbul Harbiye mektebine dağıtımı yapıldı ve askerliğini tamamlaması için Menemen'deki 43. alaya yedek subay olarak atandı. Aynı zamanda Menemen'de Zafer Mektebi'nde öğretmenliğe devam etti.

Kubilay, sinirli ve heyecanlı bir kişiliğe sahipti. Kitap okumayı, gezmeyi, spor yapmayı seviyordu. Özellikle de futbolu çok seviyordu. Öğretmenlik dışında vakit buldukça Menemen Türk Ocağı'ndaki spor faaliyetleri katılıyordu. Kendisini yakından tanıyan Mustafa Köken isimli bir vatandaş Kubilay'ı şöyle anlatıyor:

"Efendim benim bir kahvehanem vardı. Rahmetli Kubilay Bey sık sık gelirdi. O gelince ben bilirdim ne içeceğini, onun için kahve yapardım. Sonra Melâl isimli bir plak vardı, onu koyardım Tabutundan Kanlar Akıyor diye başlardı, her gelişinde bunu dinlerdi. Kendisi kısa boylu beyaz saçlı idi, çok efendi ve hürmetkârdı. Mert delikanlı idi. Dediğini muhakkak yapardı." (Mehmet Tatas, Menemen (Kubilay) Olayı, Ankara, yayımlanmamış lisans tezi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 1974, s.58)

Kubilay da o dönemde yaşayan her Cumhuriyet genci gibi Atatürk devrimlerine sonuna kadar sahip çıkan ateşli bir Türk genciydi.Giritli Derviş Mehmet adında bir gericinin Manisa'dan yola çıkıp gittiği her yerde kendisini mehdi olarak tanıttığı dedikodusu Menemen'e ulaştığında Türk ocağında gerçekleştirilen toplantıda kendisi de vardı. Atatürk devrimlerine bağlılık yemini ederek Cumhuriyet'i korumaya yemin ettiler. Kader, iki Giritli Derviş Mehmet ve Kubilay'ı çok yakında karşı karşıya getirecekti.

Tarih 23 Aralık 1930…

Kışın kendisini hissettirmeye başladığı günlerden biriydi. Yedek subay Mustafa Fehmi Kubilay askerliğinin bitmesi için gün sayıyor, terhis olacağı günü iple çekiyordu. Emri altındaki 3. tabur askerleri talim yapıyordu. Tam o sırada telefon çaldı. Arayan kişi 43. Alay komutanı Fahri Bey'di. Menemen meydanında bir grup mürtecinin eylem yaptığını, kendisini mehdi olarak tanıtan bir delinin, sabah namazından sonra camiden çıkan insanları çevresinde topladığını söyleyerek isyanı bastırmasını emrediyordu.

3.Tabur komutanı Kubilay, telefonu kapatır kapatmaz ok gibi fırladı. Heyecanından ve öfkesinden silahını bile yanına almayı unuttu. Talim yapan askerlerini de yanına alıp alay komutanının söylediği Menemen meydanına doğru yola çıktı. Heyecandan yanındaki askerlerin silahlarını değiştirmeyi bile unutmuştu. Hepsinin tüfeğinde kurusıkı manevra mermileri vardı.

Belediye meydanına geldiğinde gördüğü manzara şöyleydi. Meydanın ortasına dikilmiş yeşil bir sancak, sancağın çevresinde dönerek zikir çeken yalaşık 100 kişilik grup ve başlarında kendisini mehdi olarak tanıtıp çevredeki insanları sancağın çevresinde toplamaya çalışan bir sahtekâr… Kalabalık her dakika artıyor, insanlar sancağın çevresinde toplanıp sözde mehdinin emrine giriyordu. Acilen bir şeyler yapması gerektiğini düşündü ve hışımla tek başına eylemcilerin üstüne yürüdü. Kendisini mehdi olarak tanıtan yobazın yakasına yapışarak sert bir şekilde sarstı.

"Derhal dağılın... Bu yaptığınız Cumhuriyet'e karşı isyandır" dedi.

Derviş Mehmet yakasına yapışarak hesap soran askeri görünce şaşırdı. Pabucun pahalı olduğunu anladı. Ya teslim olacak ve rejime karşı isyandan idam edilecekti ya da askeri vurup canını kurtaracaktı. İkinci şıkkı seçti. Yakasını tutan askeri hızlıca ittirip yere düşürdü ve yanındaki silahı çıkartarak sağ omzundan yaraladı.

Kubilay ağır yaralanmıştı. Elini beline attığında silahını yanına almadığını fark etti. Yapabileceği tek şey oradan kaçarak canını kurtarmaktı başka şansı yoktu. Yerden zor da olsa kalktı. Önce belediye binasına doğru koştu kapı kapalıydı sonra belediye binasının yanındaki Gazez Camisi'ne doğru koşturdu. Avluya geldiğinde yere yığıldı yürüyecek dermanı kalmamıştı fakat kendisinin güvenli bir yerde olduğunu düşünüyordu. Çünkü kutsal bir mekândaydı camideydi. Orada da kendisini öldürecek değillerdi ya.. Oysa çok yanılıyordu ölüm kendisine sadece 100 m uzaktaydı.

Derviş Mehmet'in müritlerinden biri koşarak sahte mehdinin yanına geldi. Yaralı askerin cami avlusunda sırt üstü hareketsiz yattığını haber verdi. Haberi duyan sahte mehdi, sancağa bağladığı torbadan 25 cm uzunluğundaki bağ bıçağını alarak müritleriyle beraber cami avlusuna doğru gitti.

Kubilay, mürteci grubun avluya geldiğini gördü. En önde yürüyen adamın elindeki bağ bıçağını görünce başına geleceği felaketi farketti. Bu gözü dönmüş caniler kendisini kesecekti. Cami, kutsal mekân falan dinlemeyecekler, vahşice öldüreceklerdi.

"Beni kesmeyin" diye bağırdı son bir umutla ama nafileydi.

En öndeki elinde bıçak olan cani, "Anlaşıldı, anlaşıldı. Sen daha çocuksun. Kesilmekten korkuyorsun. Seni yüzükoyun yatırayım da görmeyesin" diyerek yüzükoyun yatırdı ve bir ayağını Kubilay'ın yaralı omzuna koyarak saçından tuttu. Elindeki bağ bıçağıyla 24 yaşındaki gencecik asteğmenin aziz başını gövdesinden ayırdı.

Gözünü kan bürümüş cani hırsını alamadı. Kesik başı önce avludaki bir taşın üstüne koydu ve "işte kâfirlerin sonu böyle olur" diyerek kanını içti sonra Kubilay'ın aziz başını meydandaki sancağa iple bağlayıp tekbir getirerek Menemen sokaklarında dolaştırdılar.

Silah sesi duyulduktan sonra olay yerine Hasan ve Şevki isminde iki bekçi geldi. Çıkan çatışma da onlar da şehit oldu. Bunun üzerine alay komutanlığından daha büyük bir birlik isyancıların üzerine yollandı. Teslim ol çağrısına derviş Mehmet kulak asmadı. "Bana kurşun işlemez ben mehdiyim" diyordu. Çünkü Kubilay'ın yanındaki askerlerin kurusıkı mermilerle açtığı ateşte yaralanmadığını görünce kendisinin mehdi olduğuna iyice inanmıştı. Teslim ol çağrısına uymayan derviş Mehmet, sütçü Mehmet ve Şamdan Mehmet öldürüldüler. Yaralanan iki isyancı ise kaçarken ara sokaklarda yakalandılar.

Divan-ı harp mahkemesinde yapılan yargılama sonunda 37 sanık hakkında idam kararı verildi. 6 idam mahkûmunun cezası yaş haddinden dolayı 24 yıl ağır hapse çevrildi. Geriye kalan 31 idam kararından 28 i 31 Ocak 1931 tarihinde onaylandı ve 3 Şubat 1931 tarihinde 28 mürteci idam edildi.

Kubilay'ın öldürülmesi ne başlangıçtı ne de son... Tarih boyunca Derviş Mehmet gibi gericiler, Kubilay gibi yenilikçi, çağdaş aydınları öldürmek, yok etmek için istediler. Derviş Mehmet gibiler için Kubilaylar her zaman din düşmanı, kâfirdi. Bu yüzden ne Derviş Mehmet, ne de Kubilay, sıradan insanlar değillerdir. İkisi de bir zihniyetin temsilcisidir.

Kubilay, Atatürk devrimlerinin, çağdaşlığın, Cumhuriyet'in, aklın, bilimin temsilcisiydi. Derviş Mehmet ise şeriatın, gericiliğin, yobazlığın, antilaikliğin, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığının…

Derviş Mehmetler, Kubilay'ın öldürülmesinden sonra da cinayetlerine devam ettiler. Çorum'da, Maraş'ta, Madımak'ta tekrar ortaya çıktılar. Tıpkı Kubilay'ı şehit edenler gibi sözde din düşmanı kâfirleri Allah için tekbir getirerek öldürdüler. Bugün Ortadoğu'da ve tüm İslam coğrafyasında derviş Mehmetler var. Her yerde bir derviş Mehmet bir Kubilay'ın kafasını kesiyor. Hem de din kardeşi olduğu halde...

Kubilay'ı öldürenler de onu İslam'ın kutsal mekânı olan bir cami avlusunda öldürmediler mi? Haksız yere bir cana kıyan tüm insanlığı öldürmüş sayılır diye emreden bir dinin mabedinde gencecik masum bir gencin canına kıymadılar mı? Değişen hiç bir şey yok…

Peygamberin torunu, Hz, Hüseyin'in kafasını kesen Yezid, Kubilay'ı şehit eden Derviş Mehmet ve bugün Orta doğuda din kardeşinin kafasını kesen IŞİD, Yüzyıllar geçse de değişen bir şey yok ama hiç kimse şunu unutmasın. Cumhuriyet'i yıkmak isteyen, akla, bilime, laikliğe düşman derviş Mehmetler oldukça, Cumhuriyet'e laikliğe, akla, bilime sahip çıkan Kubilaylar, karşılarına çıkmaya devam edecektir.Gerekirse 1000 Kubilay daha bu davada başını kaybeder ama ne Atatürk'ten vazgeçeriz ne de onun çizdiği yoldan…