Bakmayın kültürü, gelenekleri, kurumları, teamülleri en çok bizim koruduğumuza...

Bu, tamamen milli değerlere olan bağlılığımızın sonucu olmakla birlikte; bunu yapabilmek için gelenekleri en çok aşanlar da yine bizleriz. Dikkat buyurun, gelenekleri çiğneyen, yok sayan vb. demiyorum. Özellikle "aşan" diyorum.

Çünkü bizler, gelenekleri korumak için geleneksel hale gelmiş olan, kitap okumama inadını yıkabilmiş insanlarız. Çünkü bizler, geleneksel hale gelmiş olan, şartlara göre tavır belirleme keyfiliğini terk edip; fikirlerini hayat gayesi haline getirmiş ve o fikirler çerçevesinde hayatını sürdürmeye çalışan insanlarız.

Çünkü bizler, geleneksel hale gelmiş olan, toplumun geneline uyarak sorumluluktan kaçış ve genele uyumanın rahatlığı durumlarına yüz vermemiş; kendi çevresinin ötekisi olmayı göze almış insanlarız. Belki ana-babasınca ama kesinlikle yakın akrabalarınca, komşularınca, sair eşrafça anormal kabul edilişimiz, kimilerine göre deli addedilişimiz, sürüden ayrışımızın nişanıdır. 

Çünkü bizler, geleneksel hale gelmiş olan, naif duruşlu, suya sabuna dokunmayan tepesine vur ekmeğini al model yılışık tipini reddetmiş; haksızlık, hukuksuzluk, namussuzluk ve özellikle hırsızlık gördüğü noktada tüm terbiye kaidelerini bir kenara bırakmak pahasına her şartta, her ortamda arızayı yüksek sesle söylemeyi bedeninin tüm hücrelerine öğretmiş, bunu karaktere dönüştürmüş insanlarız. Zaten böyle bir durumda biz, bir şey yapmasak bile bedenimiz tüm uyaranlarıyla kendini ortaya koyar. 

Çünkü bizler, geleneksel hale gelmiş olan, yüksek maaşı düşük mesai saatleriyle vuslata erdiren işlere yerleşme azmini taşımak yerine; ideal olana ulaşmak için gerekirse çulsuz gezmeyi, gerekirse de daha ağır işlerde çalışmayı göze almış insanlarız. 

Çünkü bizlere dair çok şey sıralanabilir. Bu kadarı yetişir belki... Çünkü bizleri anlamak için biraz da bizim içimizde olmanız gerekir. Bizim içimizde olup, içimizde yaşayıp; içimizde taşıdığımız ama dışarı pek de sızdır(a)madığımız bozkır denizini hissetmeniz gerekir. 

Yıllar önce bu işlere (siz anladınız) aklım yeni ermeye başladığında birileri dedi ki: Siyasi kavramlar değişiyor. Solcusu, Sağcısı Ülkücüsü kalmadı. Ya ilerlemecisin ya da statükocu... Bu sözleri duyduğum günden beri kesin bir karara varamadım. Biz, hangisindeniz? İlerlemek noktasında sonuna kadar bu işin peşinde olan bir Başbuğ portresini tanıdık yıllarca. Statüko desen -devletle ilgili kısmını- biz kapkalın kırmızı çizgilerle gönlümüze çizmişiz. Kavramlar değişti, yenileri girdi siyasi hayatımıza, kimileri temelli çıktı. Biz değişmedik bir türlü. 

Aykırı düşmüşüz zaman zaman, reform istemişiz ama şerh koymuşuz, bu reform olacak olmaya da statükolarımıza zarar vermeden olacak! 

Kinlenmişiz hainliklere, hatta bilenmişiz kurt dişince... Ama bakmışız kökü bize yakın, sapı bizim komşu daldan... Gövdemize inmiş darbeler dost dediğimiz ellerden. Acımızı ısırmışız! 

Bizler, bozkırlara sığmayıp, denizlerde duraklamayıp yeryüzünü küçülten gök soyluların öz torunları olan, fikri mirasçıları olan bizler... Bizi terazinin hangi kefesine koyarsanız koyun tartamazsınız. Terazi biziz. Bizi ne ile ölçeğe vurursanız vurun ölçemezsiniz. Ölçek bizim elimiz. 

Fikirde - siyasette, öyküde - şiirde ne kavram varsa yığın meydana. Unutulmuş dillerin yer altındaki lügatlarından seçmelerle birlikte dünyada bilinen kaç sözcük varsa serin yan yana... Hepsi çok kıymetli ama faydasız kalacak. 

Çünkü bizi tarif edemezsiniz, çünkü yaptıklarımızı anlamlandıramazsınız. Çünkü belki de sadece biz olduğunuzda, bizden hissettiğinizde anlam bulacak aldığımız nefeslerini şekli.

Çünkü bizler, geleneği korumak için geleneksel ötesi bir hayat tarzı inşa etmiş, bunu kanıksamış,  bununla yaşamış insanlarız. Neden mi bu çelişki? Neden mi bu çatışkı? Neden mi bu ironi? 

Çünküsü basit. Çünkü biz, Ülkücüleriz. 


Deli