Bekledim.
Kaç gündür bekledim, acaba birileri beni şaşırtıp bir açıklama yapacaklar mı diye.
Ama bu sefer de şaşırtmadılar.
Eli kanlı katil…" lafını „Bize değil, geçmişe söylendi…" diye akılları sıra aklayarak mazimize asıl küfürü edenler bu sefer de sustu.
Hatta 2015'te genel başkanına toz kondurmamak için Mustafa Şentop'a „AKP, artık bu milletin süratle kurtulması gereken bir hastalık gibidir…" diye cevap veren İsmet Efendi bile sanki bu sefer karşısında Hülya Avşar varmış gibi sustu.

Gelelim asıl ‚Çeteci'lik meselesine.
Mustafa Şentop Abdülkadir Selvi ile 27 Mayıs hadisesi hakkında konuşurken „Ordu içindeki çete..."den bahsetmiş.
Bu bir bakış açısıdır.

Tarihimize baktığımızda bir çok zaman görülmüş bir bakış açısı olduğunu tesbit edebiliriz.
Mesela Pir Sultan Abdal'ı halkın, hakkın adamı olarak değerli biliriz, oysa zamanında Hızır Paşa ve yandaşları için hayduttur, çetecidir.

Başka örnek olarak mesela ‚Ferman padişahın dağlar bizimdir.' diyen Dadaloğlu veya Bolu beyine selam çakan Köroğlu'nu gösterebilirim.
Olayı ‚Devlete başkaldırı' diye saptıranlar için bu iki yiğit muhakkak ki çetecidir ama olayının aslının haksızlığa isyan olduğunu bilen, Türkmenlerin topraklarından edilmelerine kişisel menfaati için zayıfa ezene karşı bir başkaldırı olduğunu idrak eden herkes için kahramandır Dadaloğlu, Köroğlu.

Hak uğrunda hukuka isyandan bahsederken Ege'nin hakkını yemek olmaz.

Orada o kadar çoktur ki örnekleri;
11 yaşındayken babasını öldüren ve ailesi ile köyüne olmadık eziyetler yapan zaptiye çavuşu Boşnak Hasan'a isyan eden ünlü Çakrıcalı Mehmet Efe mi dersiniz, yoksa Kurtuluş Savaşında destan yazan Efe Ayşe mi dersiniz…
İster er olsun ister kadın, zeybekler, efeler bu kültürün en şanlı temsilcilerindendir ve gerçekten isimleri saymakla bitmez.

Ama gel görün ki, Boşnak Hasan için Çakrıcalı eşkiya, hatta Efe Ayşe'nin bir diğer lakabı da ‚Çete Ayşe' idi.

Ege'den örnek verdiysem sırf Ege'ye has sanmayın.
Topal Osman da pontuscuların korkulu rüyasının en tanınmış olanlarındandır.

Vatanın her bölgesinde böyle yiğitler bulunur.

Bu efsaneleri ‚kahraman' olarak mı gördüğünüz, yoksa ‚çete, eşkiya' olarak mı gördüğüz, durduğunuz yere bağlıdır.

En doğru kararı da olaylar zamanın süzgeçinden geçtikten sonra Türk Milleti verir.
Emin olun, zamanında Hızır Paşa'dan, Bolu beyinden menfaat bekledikleri için onların yanında olanların torunları bile artık bu isyankarları kahraman olarak bilir, onlara yakılan türküler ve koçaklamalarla coşar, onları destanları ile yad eder, onlara yakılan ağıtlarla hüzünlenirler, Topal Osman'ın vatan severliğini kemençeleri ile nesilden nesile aktarırlar.

Yani onlar artık Türk Milleti'nin bağrına bastığı kahramanlardır!
Ama inanın hiç bir pontus torunu Topal Osman'ı kahraman olarak görmez. Rumdan kalanlar için Osman Ağam ve nicesi her zaman ‚çeteci' kalacaktır.

Yani yukarıda da dediğim gibi;
Olaya hangi açıdan baktığınız önemlidir ve bakış açınızı da nerede durduğunuz belirler.

Mesela 27 Mayıs hadiseyle alakadar bence Menderes 2. Dünya Harbi gibi zor bir dönemde yaşanan sıkıntıları kendi kişisel ihtiraslarına alet etmiş, güce ulaşmak ve iktidarda kalmak için Türkiye'nin geleceğini başta ABD olmak üzere batıya teslim etmiş, bu ülkenin başına nesilleri sıkıntıya sokacak dertler açmış, devlet adamlığı ile uzaktan yakından alakası olmayan ve tüm bunların yanı sıra kişisel ahlaki zaafları olan, dini siyasi emellerine alet etmiş ve böylece cumhuriyetimizde siyasal islamcılığın önünü açmış biridir. 

Müslümanların gayesi Allah'a kulluktur, siyasal islamcılar ise Müslümanları kendilerine kul etmek için İslam'ı kullanırlar.

Yine de idamının siyasi açıdan (altını çizdiğime dikkat çekmek istiyorum!) yanlış olduğunu düşünüyorum. Ama benden başka yerde duranların bakış açısı farklıdır.

Ben hukuk devletinin bir toplumun ilerlemesi için olmazsa olmaz olduğuna inanan ve hukuk devletinin var olması için de demokrasinin vazgeçilmez olduğunu düşünen biriyim.
Yani darbelere karşıyım, Alpaslan Türkeş'in „En kötü demokrasi en iyi darbeden iyidir." sözüne inanıyorum ama bu sözde kötü de olsa bir demokrasi ve dolayısıyla hukuk devleti varsayımı olduğunu biliyorum.

Bir çok kişinin maalesef yakın zamanda yaşamaya mecbur bırakıldığımız o lanet 15.7. gecesinden dolayı 27 Mayıs'ı 12 Eylül ve 15 Temmuz ile bir değerlendirdiğinin farkındayım ama bu başlı başınca bir cehalet göstergesidir ve sırf ikisi de üniforma giyiyorlardı diye Atatürk ile Hitleri kıyaslamak kadar abestir.

Neyse, şimdi başta belirttiğim gibi neden şaşırmadığımı da yazayım.

Hatıladığım kadarı ile Başbuğ Alpaslan Türkeş 12 Eylül'den sonra hapisten yeni çıktığı yıllardı. O daha hapisteyken brileri Türkeşsiz bir MHP hayal ediyordu. O zamandan ektikleri nifak tohumundan vaz geçmeyerek Başbuğ çıktıktan sonra da Alpaslan Türkeş'in artık yaşlandığını, MHP'yi artık yönetemeyeceğini hatta davasına bağlılığının azaldığını kulaklara fısıldıyorlardı. Böyle bir ortamda Almanya'da kafası karışan insanlarımızla konuşmak için babam bir teşkilatı ziyaret etmiş saçılan nifakla mücadele etmek için ülküdaşları ile sohbet ederken yukarda ki resimi çıkardı çantasından ve „Bu resime iyi bakın." dedi „Resimde Başbuğ milliyetçilik hakkında seminer veriyor. Resimin çekildiği sene 1949. Yani benim doğduğum sene. Sizin aklınıza girenlere hiç sordunuz mu, kimin milliyetçiliğini tartışıyorlarmış?"

Aradan kaç yıl geçti ve 1997'de ‚Türkeşsiz MHP' hayalleri kuranlar muratlarına erdiler. 1997'de doğan çocuklar şimdi 23 yaşında. Onların tanımadıkları, onlara öğretilmeyen bir Türkeş isminin arkasına saklananlar, onlara ülkücülüğü kayıtsız şartsız biat diye öğretenler milliyetçiliği ayaklar altına alan ve imayla da olsa Başbuğ'a ‚çeteci' diyenlerle bir oldular.

Onun için şaşmadım.

Ve son olarak belki hala anlamayanlar vardır diye unutmadan söyleyeyim;
Benim için Topal Osman sadece memleketimin değil tüm Türkiye'nin medar-ı iftiharlarından biridir.