Senelerdir yazıyorum.
Şu partili veya bu partili değilim.
Milletimin manevi ve maddi huzur ve refahının ancak hürriyetçi, demokratik hukuk devleti kapsamında sağlanabileceğine inanan bir Türk Milliyetçisiyim.
Dolayısıyla önümüzdeki sürece parti gözlüğünden bakmadığım gibi, mazisi Milliyetçi Hareket'te olan herhangi bir lidere karşı da özel bir bağım yok.

Önümüzdeki seçime yönelik kararı bu açıdan vermenin, toplar surları döverken meleklerin cinsiyetini tartışmaktan farklı olmadığı kanaatindeyim.

Hala seçim olacağına dair şüphelerim var.
Şimdi kimse bana hukuktan, kanundan bahsetmesin.
Son yıllarda hangi kanun hakkınca yorumlanmadı ki seçimin adil bir şekilde zamanında yapılmasına aykırı bir kılıf bulunmasın?

Çok karamsar olduğuma, yanıldığıma inanmak istiyorum.
Gerçekten bir seçim olacağına ve bunun değişim için bir fırsat oluşturabileceğine inanmak istiyorum.

Çünkü artık yoruldum.

Mesele sadece Cumhurbaşkanı'nın şahsı değil.

Her ne kadar benim dünya görüşüme ters olsa bile bir kişi beni bu kadar yoramazdı.

Sadece yorulmak da değil. Artık bıktım.

Birilerinin makamlarını, kürsülerini kalkan olarak kullanarak kendileri gibi düşünmeyen, kendilerini beğenmeyenlere istedikleri gibi hakaret edebilmelerinden, aşağılamalarından, saygısızca davranmalarından bıktım.
Ve akıllarını, vicdanlarını güçlüye peşkeş çekenlerin bana ve benim gibi farklı görüşte olanlara sergiledikleri kibirden, ukalalıktan, küstahlıktan bıktım.
Namaz kılma bahanesi ile şanlı Türk Bayrağını çiğneyebilenlerden bıktım.
İnsanların gözlerinin içine bakarak zerre utanmadan, sıkılmadan yalan söylenmesinden bıktım.
Belediye başkanı olduğu için, bilmem ne masası başkanı olduğu için milletin parası ile en lüks arabalara binmeyi itibar sayanlardan bıktım.
Hangi kurumda olursa olsun, liyakatsizlerin, işi bilmeyen, işin ehli olmayan, iki kelimeyi bir araya getirmekten acizlerin yönetici olmasından bıktım.
Alın teri akıtmadan, emek harcamadan belediyelerden çifte, çifte maaş almayı haram bilmeyenlerden bıktım.
Jimnastik yapar gibi ibadet yaptıkları için ahlaka ihtiyaç duyulmayanlardan bıktım.
Baş örtüsünü savunduğu kadar çocuğunun donunu savunamayan 'türbanlı bacılarımızdan' bıktım.
Kırk çocuğun ırzına geçilmesini, çocukların ne olduğu, kime hizmet ettikleri belli olmayan vakıfların yurtlarında yanmasını örtbas edenlerden bıktım.
Tüm din anlayışı cinsellik, sübyancılık, sapıklık olan tarikat şeyhlerinden, mahkeme önünde bu sapıklara alenen sahip çıkabilen müritlerinden, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir kurumu olarak bunların karşısında durması gerekirken, cumhuriyet düşmanlarını hoşlayan diyanet başkanlarından bıktım.
Devletimi temsil edenlerin kendilerini başka ülkelerde istenmeyen kişi ilan ettirebilecek kadar küçülmelerinden, buna kaçak yollarla o ülkelere girebilecek kadar onursuz davranmalarından bıktım.
Devletin, yani vatandaşın polisine vatandaşı tutturarak tekme atan zihniyetten, bu zihniyeti yurtdışına diplomat atayarak mükafatlandıranlardan bıktım.
Başbakanlık yapmış birinin en temel imla kurallarından bihaber olmasından, ekonomi bakanı ile TV karesinde yer kapmak için komedi oynamasından, İstiklal Marşını okuyamamasından bıktım.
Devlet yönetimi sorumluluğu taşıyanlarının sülalelerinin uyuşturucu gibi yüz kızartıcı işler ile anılmasından bıktım.
'Ne mutlu Türk'üm diyene' sözünün karşısına 'Ne mutlu Kürt'üm'ü koyarak her Kürt ve doğulu vatandaşımı vatan hainleri ile bir tutan, vatan hainlerinin siyasi partisine itenlerden bıktım.
Vatan haini siyasi parti ile işine geldiğinde iş birliği yapan, işine gelmeyince düşman gösterebilen kaypaklıktan bıktım.
Açılım ihanetini elleri patlayıncaya kadar alkışlayıp savunanların, Barzani'ye 'Türkiye seninle gurur duyuyor' tezahüratlarında bulunanların şimdi karşıma geçip 'Ezan dinmez, bayrak inmez, vatan bölünmez…' diye bana vatan severlik ve iman dersi vermelerinden bıktım.
Fırat'ımın ardından 'O da rahat dursaymış' derken, tanımadığı Mısırlı Rabia için zırlayan şerefsizlerden bıktım!
Çağlayan'da yağmur altında Filistin mitingleri yaparken, Suriye'de öz kanımı, kandaşımı mezhepçilik uğruna hiçe sayan dış siyasetten bıktım.
İstiklal marşında saygı göstermeyenleri, milli bayramlarda hastalananları destekleyenlerin, Suud Kral ölünce milli yas tutmasından bıktım.
Vatan haini pkk ile meğri meğri laylaylom yapanların, Türklük ile gelmemizi reddedip milliyetçiliği ayaklar altına alanların döt kıllığını kendilerine yakıştıranların, şimdi herkesten çok milliyetçi kesilmesinden bıktım.
Bebek katilini eli kelepçeli vatan getiren komutanıma karşı vatan haini teröristlerin iftiralarına itibar edenlerden, askerime, komutanıma pusu kurarak şerefli Türk askerini zindanlarda süründürenlerden bıktım.
Sırf yollarda beraber yürüdükleri, yağmurlarda beraber ıslandıkları için devletin mahremini salya sümük zırlayanlara teslim edebilenlerin, onları eleştirdiğim için bana bu kadar rahatça 'fetöcü' diye hakaret edebilmelerinden bıktım.
Bütün bu rezilliklerde, ihanetlerde payı olanların sanki kendileri sütten çıkmış ak kaşık edasıyla muhaliflermiş gibi ortalıkta gezmelerinden bıktım.
Yapılan ihaneti gururuna yediremeyen subayımın ardından 'kurşuna kafa attı' diye dalga geçebilecek kadar piç, 'Kürdistan yollarında' giderken subaylarımın eşlerinin namusuna laf atabilecek kadar kaltak zihniyetten bıktım.

Bütün bunlarda sorumluluk taşıyanların kendilerini yağ gibi su üstüne çıkarmalarından bıktım.

Say say bitmez. Eminim burada yazmadığım, şu an aklıma gelmeyen sizlerin ekleyebilecekleri daha neler neler var…

Aslında öyle çok büyük bir ümidim de yok.
Son 20 küsür yılın yıkımı tahribi o kadar büyük ki…
Öyle çok kısa öngörülebilir zamanda kimsenin düzeltemeyeceğini biliyorum.
Hatta belki tuhafınıza gidecek ama hepimizin muzdarib olduğu ekonomik şartlar sıkıntıların içinde en çabuk hissedilebilecek bir düzelmeye varılabilecek olanı. Öyle birkaç hafta veya birkaç aydan bahsetmiyorum ama makul bir sürede en azından bu kadar can yakar durumda olmaması sağlanabilir.

Ya eğitimde açılan yaralar?
Veya hukuk sisteminde?
İç işlerinde?
Dış işlerinde verilen tavizler? Özellikle bu hususta bilinenlerin yanı sıra kim bilir bilinmeyen ne vadler, ne yükümlülükler var.
Tabiata verilen zarar, tarihe, kültüre verilen zarar…
Ve belki de en ağırı, en zoru milletin tekrar birbiri ile kucaklaşması olacak.
Çünkü başından beri ötekileşmeye, ayrıştırmaya, dışlamaya, 'yaz bizdensin ya düşmansın' zihniyetine kurulu bir strateji izlendi.

Yani uzun lafın kısası;
Mucize beklemiyorum.

Hiçbir adayın veya muhalefetin bu kadar yıkımı kısa zamanda onarabilecek kadar güçlü ve yetenekli olduğunu sanmıyorum. Adayları küçümsediğimden değil. İnsan üstü güce sahip olmadıklarını bildiğimden ve yönetim değişse bile bu yıkım ve tahribatı savunabilecek ve muhafaza etmek isteyecek bir kitlenin var olmaya devam edeceğini bildiğimden.

Tek ümidim hiçbir şey değişmese bile üslubun değişmesi.
Sırf kendilerini desteklemediğim için, göz üstünde kaç var dediğim için ihanetle, dinsizlikle, düşmanlıkla suçlanmamam…
Bu bile, bu kadarcığı bile inanın insanımızın nefes almasını sağlayabilecek.

Dolayısıyla evet;
Kimseden cenneti vadetmesini beklemiyoruz.
Yeter ki cehennemin kapısı kapansın artık.

Çok sevdim bu sözü.